“Yahu televizyonu kapatsanız. Akşam akşam bu haberleri mi izleyeceğiz, içim şişti, iştahım kaçtı resmen” cümlesini herkes bir noktada söylemiştir veya söyleme noktasına gelmiştir. Duyduklarımız bazen bize çok yabancı gelir, alıştığımız hayatların dışında kalan her şey korkunç gibi olur ama bu başkalarının gerçeği olmadıkları anlamına gelmez.
İletişim Yayınları’ndan çıkan Emine’nin Yanında Konuşulmayacak Şeyler, işte bu gerçekleri konu alan on öyküden oluşuyor. Gün be gün göz ardı ettiğimiz gerçeklerin, belki de zaten hiç haberdar olmadığımız hayatların, sorunların suratımıza cüretkâr bir şekilde fırlatılışı ve ardından gelen büyük bir yüzleşme. Sokakta omzuna çarpan, otobüste yanına oturan, televizyonda sinirlerini bozan o insanın bir kalemde nefes buluşu. Bu memleketin insanlarını içten ve çıplak bir şekilde yansıtmış Deniz Poyraz.
Eminenin Yanında Konuşulmayacak Şeyler’de, sırf korkusundan kaşif haline gelmiş bir adamdan, küçük bir çocuğun yüreğinde harlanıp yükselen öfke duygusuna kadar pek çok duyguyu ele almış Poyraz. Toplumsal sıkıntılara, bireysel çıkmazlara ve memleket insanının yaşantısına ayna tutmuş. Aşk, nefret, tutku, kıskançlık, açlık, masumiyet, cinsiyetçilik, cinsellik, öfke, ölüm gibi hakkında herkesin söyleyecek bir şeyi olan duygu ve durumları sorgulamış; bunların kaynağına inmiş.
Solo adlı öyküde, bir kadının beraber olduğu adama olan hayranlığının ve aşkının nasıl kendisini bilerek gölgede, kenarda köşede bırakmaya evrildiği gözler önüne serilmiş. Sırf sevgilisinin gözüne girebilmek için onda hayran olduğu uğraşları kendisi de öğrenip, zamanla bunda ondan daha iyi bir hale geldiğinde, adamın, sahne ışıklarının kendisinden başkasına (özellikle de bir kadına) kaymasıyla korkup, çirkinleşip nasıl saldırganlaştığını anlatmış. Edebiyatta kadın sesinin daha çok duyulmasına ihtiyaç var deyip de “Benim kadınım dışında tabii ki” diyen yazar tiplemesine dahil olan bu karakterle, hem ruhsal hem cinsel her duygusunu arka plana atmış bir kadın sergilenmiş. Pek çok kadının kabul edilme ve sevme sevilme gereksiniminin özellikle üstünde durulmuş. Aslında bir noktada da kendini yavaş yavaş en dibe çektikten sonra hızlıca yükselen ve kendini bulan, en önemlisi de kendini seven bir kadının oluşumu gözlemleniyor.
Solo’dakine benzer olarak, Saliha’da da aslında kadın kimliğini ve cinselliğini bir incir çekirdeği kadar küçük toplumsal roller kapsülüne sığdırmış, sığdırmak zorunda kalmış bir kadın görüyoruz. Her zaman en azına razı gelmeye şartlanmış bir kadın Saliha, çünkü başka bir şey bilmiyor. Yaşadığı travmatik olayları normalleştirerek başa çıkmaya başlamış. Bu öyküde özellikle, diyalogların yırtıcı ve korkusuzca yazılmış olması, Saliha karakterine can vermiş, onu neredeyse gerçek kılmış. Yaşama daha doğrusu yaşayabilme çabasından, çocuk büyütme uğraşından, iki tane zeytini ortadan kesip de dört gibi yapmaktan, kendisini unutmuş, kendinden farkında olmadan vazgeçmiş bir kadın; üstelik karnında bir bebek daha var.
Bu ve geriye kalan diğer öykülerde de cinselliği tüm çıplaklığıyla yansıtmış Poyraz. Bu sebeple eleştirmek istediği “sapkınlık” kavramını veya başka zamanlarda da aşk ve tutku duygularını çok etkileyici bir şekilde verebilmiş; çekinmeden, tüm çirkinliğiyle ve bazen tüm güzelliğiyle. Büyük bir çaresizlik resmedilmiş; ki bu okuyanı bile içine hapsedip boğabiliyor. Bazen Saliha’ya hak verir konuma getiriyor. Bu da Poyraz’ın kaleminin en güçlü olduğu kısım. İnsanı kendi düşüncelerinden ve şiddetinden korkutabilme yeteneği.
Poyraz, öykülerinde hem karakterlerini hem de okuru pek çok yerde şaşırtmayı başarmış. Gerek ön yargıları kırarak, gerekse insanın ne koşullarda neler yapabileceğini göstererek olsun; hep sınırları zorlamaya çabalamış. Bazen daha ileriye bazen de geriye doğru. Esasen, birbirimize bu kadar yakınken bile, aramızda uçurumlar olduğu gerçeği ile karşı karşıya bırakmış bizleri. Sokakta göz göze geldiğin adamın, bankta oturan ve çekindiğin kadının iç sesini aktarmaya çalışmış kendi dilinden.
Yaşamak çabasıyla tüketilen aylar yerini yıllara bırakırken, herkes kendisini bir çukurda buluyor bu öykülerde. Bazılarının çukuru soğuk ve karanlıkken, bazılarınınkine zaten taş atsan duyamıyorsun sesini. Bazılarının kendine ait bir çukuru bile yoktur, bazılarına da kurtulsun diye halat atarsın ama tutmaz veya tutar da çıkarken düşüverir.
Deniz Poyraz, pek çok toplumsal sıkıntıya değinirken, masumiyet ve çaresizlik ikilemini çok güzel paradokslarla gözler önüne sermiş. Kadın ve çocukların yerini irdelemiş, eleştirmiş. Bunları da yüreklilikle yapmış, lafını pek sakınmamış. Herkesin çukurunu anlatmış, çıkış yollarını aramış bu öykülerde. Yüzleşilecek çok şey barındıran bu öykülerden, herkesin kendine yönelteceği bir soru çıkacaktır mutlaka.
Deniz Poyraz kimdir?1991’de Lüleburgaz’da doğdu. Lise öğrenimini Lüleburgaz Anadolu Lisesi’nde tamamladı. Yıldız Teknik Üniversitesi’ndeki mühendislik eğitimini yarıda bırakarak Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü’ne kaydoldu. Mezun olduktan sonra Marmara Üniversitesi’nde Yayıncılık Yönetimi alanında yüksek lisansa başladı. Eleştiri, makale ve röportaj türündeki çalışmaları Ayrıntı, Duvar, Evrensel Kültür gibi dergilerde, BirGün gazetesinde ve kitap ekinde, ayrıca bianet, İyikitap gibi çeşitli internet sitelerinde yayımlandı. Edebiyat alanında çalışmalarını sürdüren yazar İstanbul’da yaşıyor. |
(IE/HK)