İdeal anne dendiğinde aklımıza hemen mutfak robotunun sesi, eve yayılan mis gibi kek kokusu, parıldayan fayanslar gibi ultra domestik şeyler geliyor ister istemez. Aromatik çocukluk anılarımızla izlediğimiz bir milyon reklamın bir bileşimi.
Halbuki annelerimizle ilgili mutlu anılarımızın kurduğu güzel sofralardan ibaret olmaması gibi, annenin de hayatının bunlardan ibaret olmadığını çok iyi biliyoruz.
En kendini evine, çocuklarına adamış annenin bile içinden taşan, coşan, yükselen bir şey var. Mobilyalara, perdelere, fayanslara kadar sinen bir şey, tanımlanamayan bir madde.
Evlat şımarıklığına, çoğunlukla baba - evlat işbirliğiyle oluşan tüm o kayıtsızlığa, rutinin eziciliğine rağmen buharlaşıp uçmayı reddeden “annelik dışı madde”.
Kadın dediğin...
Anneyi anne yaptığı düşünülen adanmışlık ve fedakarlığa yerli dizilerde sık sık rastlarken o annelik dışı maddeye pek az rastlanabiliyor öteden beri.
Televizyon anlatısının ortalamaya hitap edebilme hedefiyle birleşen göreli muhafazakarlığı bunun en önemli nedeni olsa gerek. Esas kadını mazlum, kurban, mağdur ama mağrur, çoğunlukla munis hallerde göstermek yer etmiş bir alışkanlık. Tabii tesadüfi değil, pompalanan kadınlık anlatısı böyle.
Hani o Facebook’ta, Instagram’da her gün rastladığımız “kadın dediğin …”li cümlelerin de kapısının açıldığı yer… Bu yeğlenen anlatı “büyük olay” ve gözyaşı merakıyla birleşince kadın karakterlerin başına gelmedik kalmıyor.
Aliye
Hele de mevzu gadre uğrayıp çocuklarına sahip çıkarak bir başına ayakta kalmaksa hikaye bir acılar şölenine dönüşüyor. Öyle ya, bir kadının evini terk edebilmesi için seri aldatılma, şiddet, hakaret, çocuklarının tehdit altında oluşu gibi çok sağlam gerekçeler lazım.
Bitişinin üzerinden yıllar geçtiği halde hala sempatiyle anılan Aliye dizisinin Aliye’si (Sanem Çelik) bunun iyi bir örneği.
İki çocuğuyla beraber hayırsız, tekinsiz ve zengin kocasını (Halit Ergenç) terk edip kendi ayaklarının üstünde öyle çelik bir vakarla durdu ki, sezonlar boyu en yakışıklı haliyle Nejat İşler’e bile direndi, aşık olduğu halde.
Şehrazat
“Boşanmadan olmaz!”da çığır açarken çocuklarını her şeyin üstünde tutan ideal annelikte de çıtayı arşa çaktı. Aliye eli o kadar büyütmüştü ki onun kadar unutulmaz olabilen bir sonraki ideal, genç, güzel annenin çocuğunun ölümcül hastalığı nedeniyle onu sınayan zalim ve yakışıklı patronunun (yine Halit Ergenç tarafından canlandırılan Onur Aksal) ahlaksız teklifini kabul etmesi gerekti.
İlk bölümlerde birlikte oldukları halde ikilinin bu kara geceyi aşıp gerçek anlamda vuslata erebilmeleri asırlar sürdü. Binbir Gece’nin Şehrazat’ı (Bergüzar Korel) üstelik çok da başarılı bir mimardı ama yine her şeyden önce "anne"ydi.
Cemile
“Çocukların için neleri göze alırsın?”, başrolünde güzel bir annenin olduğu dizilerimizin favori sorusu oldu hep. Öyle Bir Geçer Zaman ki’nin Cemile’si (Ayça Bingöl) üstelik bir değil kazık kadar birkaç tane çocukla aldatan bir eşe, yoksulluğa direndi, yemedi yedirdi.
Başka bir adama aşık olabilmesi için yıllar, sezonlar geçmesi ve hayırsız kocasının denizde kaybolması gerekti. İzleyici sevilen tüm dizi anneleri gibi onu da bu hayatı, aşkı, cinselliği çocukları için askıya alan vakur ve fedakar haliyle sevdi. Hayat vurdukça, izleyici sevdi.
Bu saydıklarımın hepsi senaryosu mümkün olduğunca iyi kurulmuş, incelikli diziler olduğundan iyi oynanmış üç karakter de sonuna dek belli bir inandırıcılıkla geldi.
Gülseren
Son yıllarda benzeri fedakar ve güzel annelerin en sevilenlerinin başında Paramparça’nın Gülseren’i (Nurgül Yeşilçay) geliyor. Yine hayırsız, üstelik yıllar önce bırakıp Almanya’ya gitmiş bir koca…
Üstüne cadı ötesi bir görümce ve şımarık, gözü yükseklerde bir kız çocuğu… Kızının hastanede karıştığı ve biyolojik kızının babasının yerli Don Draper gibi bir adam (Cihan rolünde Erkan Petekkaya) olduğu ortaya çıkmasa yine bir derece..
Devamı bir fedakarlık, dirayet, metanet, iki çocuğa birden olabildiğince sahip çıkma ve aşık olunan çok çekici adamla sezonlar boyu yatağa girmeye direnme hikayesi.
Gülseren eli bir tık daha arttırarak “evlisin olmaz/ büyüttüğüm çocuğun babasısın, nasıl olur” ve son olarak da “biz evlenmeden olmaz” cümlelerinden yürüdü, biz de bölümler boyunca bir vuslat gerilimi de izleyebildik böylece. Anne yine ve her şeyden önce ısrarla, anneydi.
Zeynep
Anne dizisinin Zeynep’i (Cansu Dere) ise hikayenin başında oldukça bireysel, hayata ve erkeklere karşı güvensiz, soğuk bir günümüz çalışan kadınıyken şefkati, güveni, kendini doğurmadığı bir küçük çocukta buldu.
Tersten bir anne olma hikayesi bu ama fedakarlık ve “önce çocuk” yine başrolde.
Özetlersek senaryoların ve oyuncuların başarısıyla paralel artan inandırıcılıkları ile sevilen ideal anne karakterlerin ortak öğesi, kim olurlarsa olsunlar, önce anne olmaları.
Hak edilmişlik
Hayattaki tüm diğer şeyler anneliğin birkaç basamak altında ve ancak annelik görevi büyük bir fedakarlıkla yerine getirilirse hak edilmiş hale geliyor.
Erkekler, babalar içinse pek böyle bir durum yok ama o başka bir yazı dizisinin konusu olsun.
Yeğlenen annelik anlatısı bu şekilde özetlenebilir dizilerimizde. Bir de anneliğe ve kadınlığa dair hiç anlatılamayanlar var elbette… Yabancı örneklere bakarak özetlemeye çalışalım bunları.
LBT anneler
En az değinilenden başlayalım… LBT (lezbiyen, biseksüel, trans) anne.
The Fosters dizisinde kendi çocuklarının yanı sıra ebeveynsiz çocuklara koruyucu ailelik yapan bir lezbiyen çift var mesela.
Ama dalga mı geçiyorum? Gerçek hayatta rahatlıkla yaşanabilen çoğu durumun bile dizilere aksı bin dereden su getirmeli hallerle olurken bizde, hele bu dönemde, imkansız tabii…
Benim Adım Gültepe
Çocuğuna olan sevgisiyle aşkı arasında kalmış aldatan anne: Bu konuda bir deneme Benim Adım Gültepe dizisiyle yapıldı. İyi denemeydi. Ayça Bingöl’ün üstüne olumlu anlamda yapışmış Cemile’yi silen performansına rağmen, olmadı elbette.
Çünkü dalga mı geçiliyordu! Hapisteki bir eş, üstelik de tutkulu nedenlerle aldatılacak…
Bu konuda sosyal medyada dönen tartışmalarda görece açık fikirli izleyicinin bile bu anneye ateş püskürdüğünü görmek hem şaşırtıcıydı, hem değildi.
Dizinin ekran ömrünün kısa oluşunun tek hatta asıl nedeni bu değilse de “hafifletici” sebeplere rağmen evli kadının ve annenin cinselliği izleyiciye birkaç beden fazla geldi.
İş takıntılı, felaket anne
Ben yine de hep “vay be!” ile hatırlayacağım bu cesur girişimi.
Mesleğiyle evli, işkolik kadın: Bir LBT ya da "aldatan kadın" değil ama ııh, o da olmuyor bizde canım. Gerçi bunun olmamasının en büyük sebebi bence izleyici hassasiyetleri değil, kanal/yapımcı/yazar cesaret düşüklüğü (bu sırayla).
Batı’da özellikle dedektiflik dizilerinde bunun çok inandırıcı bir sürü örneği var. Son yılların en başarılı İskandinav dizilerinden The Killing’in (Forbrydelsen) iş takıntılı, felaket annesi Sarah Lund (Sofie Grabol) mesela.
Oğlunun bir doğumgününü bile denk getiremezken aslen kötü bir anne olmadığı, bunun elinde olmadığı o kadar güzel anlatılıyor ki, bazen “bu kadar da abartılmaz ki” deseniz de karakterle bağınız incinmeden izliyorsunuz.
Başka anneler
Bizde annelik dışında herhangi bir alanda tutkulu kadınların başına ne geldiğiyse bu yazının konularından biriydi zaten.
Bu zamanda bir dizi kolay yetişmiyor, tutturmak da hiç kolay değil. Yine de yeni hikayeler anlatmak da, yaygın, yeğlenen annelik anlatısını biraz esnetmek de biraz cesaret ve yaratıcı çalışmayla mümkün.
Dizi annelerini seviyoruz ama dizilerde daha güncel, daha gerçek, başka anneler de görmek istiyoruz. Annelerin gücü adına! Esen kalın, hikayelerle kalın. (SCU/HK)
TV DİZİLERİNDE ANNELER VE ANNELİK YAZI DİZİSİ
"Annem Olduğun İçin Teşekkür Ederim Anne, Anne, Anne!"
Yalı ve Konaklardan Firdevs, Sümbül, Esma ve Fazilet Hanımlar
Ekranda Daha Güncel, Daha Gerçek, Başka Anneler Görmek İçin...