* Fotoğraf: Beyza Kural - 14 Şubat 2015 / İstanbul
İstanbul Sözleşmesi uyarınca Taraf Devletler bir şiddet olayı kendilerine bildirildiğinde ya da özen yükümlülüğüyle hareket ederek böyle bir olayın gerçekleşeceğini öngördüklerinde soruşturma ve yargılama sürecinin hızla yürütülmesi, kadına yönelik şiddetin toplumsal cinsiyet eşitsizliğiyle olan ilişkisine uygun olarak şiddete maruz bırakılan kadının haklarının öncelik olarak belirlenmesi için gereken önlemleri almak zorundalar.
İSTANBUL SÖZLEŞMESİ NEDİR? DETAYLI BİLGİ İÇİN TIKLAYIN.
Taraf devletlerde sözleşmenin uygulanıp uygulanmadığını denetleyen GREVIO (Kadınlara Karşı Şiddet ve Ev İçi Şiddete Karşı Uzman Eylem Grubu) anket formunun 5. başlığı bu konulara ayrılmış durumda. Form, kolluğun acil tedbir kararı veya kısıtlama ve önleme kararı alabilmesi, ayrıca soruşturma ve kovuşturma sürecinde koruma kararları alınabilmesinin önemini belirtiyor.
Bu yükümlülük çerçevesinde kolluk personelinin şiddete maruz bırakılan kişilere hızla ve yeterli bir biçimde koruma sağlaması ve şiddetin tekrar etmemesi için gereken tüm önlemleri alması gerekir. Bu önlemlerin belirlenebilmesi için kişiselleştirilmiş bir risk değerlendirilmesinin yapılması şart.
Türkiye’nin iç hukuk mevzuatında yer almayan ve uygulanmayan risk değerlendirilmesi ve yönetimi aslında mevcut tüm koruyucu ve önleyici tedbirlerin gerçek amacına ulaşabilmesinin ön koşuludur. Buna göre; mağdurun içinde bulunduğu somut durumlar gözetilerek ne gibi riskler altında olduğu, risklerin ciddiyeti, failin ateşli silah bulundurup bulundurmadığı ya da kolayca erişmesinin mümkün olup olmadığı gibi faktörler de dikkate alınarak belirlenir. Bu riskler karşısında ise şiddete maruz bırakılan kadının müdahale, önleme, koruma ve destek ihtiyaçları saptanır.
Ancak böyle bir değerlendirmenin ardından acil bir uzaklaştırma kararına ihtiyaç olup olmadığı, ek olarak ne tür kısıtlama ya da koruma kararlarına ihtiyaç duyulduğu belirlenebilir. Türkiye’de bu tür bir değerlendirmenin yapılmaması ve kolluk personelinin özellikle kadınların, trans ve LGBTİ bireylerin şiddetle ilgili bildirimlerini özenle dikkate alıp acilen gerekenleri yapmaması dolayısıyla toplumsal cinsiyet temelli şiddete en çok maruz bırakılan bu gruplara etkili koruma sağlanamıyor.
bianet 2015’te öldürülen 284 kadının yüzde 10’una yakınının (27 kadın) koruma tedbiri çıkarmış ya da mülki amirliklere ya da kolluğa şikayette bulunmuş olmasına rağmen öldürüldüğünü tespit etti. Aynı yıl erkekler tarafından yaralanan 370 kadının yüzde 4,5’i koruma tedbiri kararlarına rağmen, yüzde 3’ü ise şikayetçi olmasına rağmen bu şiddete maruz kaldı. Üstelik rakamları bundan ibaret de saymamak gerek. Kadınların koruma tedbirine ya da şikayete rağmen korunamadığını gösteren haberler, benzer durumdaki başka kadınların güvenini kırıyor ve onları yasal yollara başvurmaktan alıkoyarak toplamda daha büyük niceliksel etki yaratıyor.
Trans bireylerin şiddete uğradığı vakalarda kolluk personelinin transfobisi nedeniyle ayrımcılığa uğradıklarını ve bu nedenle önleyici, koruyucu tedbir kararlarından yararlanamadıklarını, soruşturma ve yargılama süreçlerinin derhal başlatılması ve hızla sonuçlandırılmasında sıkıntılar yaşadıklarını görüyoruz. 2015’te sokakta yaşanan bir bıçaklama olayında karakoldaki polislerin “Ne çok ibne var arkadaş” dedikleri bianet’in radarına yakalanan ve polislerin mağdurun insan haklarını ve güvenliğini merkeze almayan ayrımcı yaklaşımlarının bir örneğini oluşturuyor.
Mağdurun cinsel geçmişi, şiddete gerekçe olamaz
* Fotoğraf: Tansu Pişkin - 8 Mart 2017 / İstanbul
Sözleşme, mağdurun geçmişteki cinsel geçmişinin ya da davranışlarının şiddete uğramasının gerekçesi olarak ya da sunduğu kanıtların inandırıcılığının zayıflatılması amacıyla kullanılmasını önlemek amacıyla bunların yalnızca somut olarak dava konusuyla ilgili ve sınırlı olarak ve ancak dava açısından önemli bir değere sahip olduğu durumda gündeme getirilebileceğini düzenliyor. Bu da özellikle tecavüz başta olmak üzere cinsel şiddet davalarında hakimlerin ya da sanığın avukatının mağdura cinsel geçmişi ya da davranışlarıyla ilgili soru soramayacağı ve şartları taşımıyorsa bunlara dair delillerin duruşmalarda tartışılamayacağı anlamına geliyor.
Yine de Türkiye’de cinsel şiddet davalarında sıklıkla şiddete maruz bırakılan kişilerin cinsel geçmişlerinin gündeme getirildiğini ve buna karşı idari, medeni ya da cezai hiçbir yaptırım olmadığını görüyoruz. Örneğin, Batman’da kuzenlerinin tecavüzü sonucunda hamile kalan ve aile meclisi kararıyla öldürülen Hasret Daşlı’nın davasında sanık avukatlarından biri Daşlı’nın cinsel tecrübesi bulunduğu için tecavüze uğradığının iddia edilemeyeceği savunmasını yapmıştı.
Yine nitelikli cinsel istismar suçundan yürütülen bir soruşturmada savcının mağdurun tutuklama talebine “Niye ilişkiye giriyorsun? Sonra bizi uğraştırıyorsun” şeklinde tepki göstermesi İstanbul Sözleşmesi'nin ruhuna aykırı olarak kadına yönelik şiddetin cinsiyetlendirilmiş anlayışına ve mağdurun insan haklarına aykırı olduğu gibi cinsel şiddet davalarında gösterilmesi gereken özenden de çok uzak.
Bir diğer örnek ise 2010’da öldürülen ve davası Şubat 2015’te karara bağlanan Sinem Erköseoğlu davası. Bu davada C.P. ve E.P. kardeşler beraat etti. İstanbul 19. Ağır Ceza Mahkemesince hazırlanan gerekçeli kararda, “26 yaşına gelmesine rağmen ailesinin desteğine muhtaç olarak yaşayan, çağrıldığı halde babasının düğününe gitmeyen, daha önceden sadece selamlaştığı bir erkek ile beraber alkol alarak duygusal yakınlık kurup gece 03.00’te evine giden, belli bir aşamada cinsellik yaşayan, erkek ev sahibesinin sızmasına veya uyuyakalmasın rağmen uyumayan mağdurenin ne yaptığını, ne düşündüğünü tespit etmek mümkün değildir. Maktulenin C. ile birlikte olmak için çıkardığı iç çamaşırını kendisinin giymesi ve hayatta yaşadığı olumsuzlukların etkisi ile atlamış olma ihtimalinin de varlığını bu davada düşünmek gerekmektedir” denildi.
Mağdurların cinsel kimliklerinin de beraat kararı verilmesinin ya da cezadan indirim yapılmasının gerekçesi olarak kullanılabildiğini görüyoruz. Örneğin, İstanbul’da Mart 2013’te R.S. tarafından öldürülen trans kadın Seda’nın Bakırköy 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davasında müebbet hapsi istenen sanık hakkında haksız tahrik ve iyi hal indirimi veren mahkeme, “maktulün travesti olduğu ve kendisine ilişki teklif ettiği için o kızgınlıkla darp ettiği” şeklindeki ifadesinin doğru olma ihtimalini gerekçe gösterdi. Kararda, tahrik indirimi nedeniyle istenen müebbet hapis cezası 18 yıla düşürüldü; ceza sonra "iyi halden" 15 yıla indirildi.
Sivil toplumun müdahillik talepleri reddediliyor
İstanbul Sözleşmesi her aşamada olduğu gibi yargılama aşamasında ve şiddet olaylarının yargıya taşınmasında da şiddete maruz bırakılan kadınların sivil toplum kuruluşlarından alacağı desteği son derece önemli görüyor. Bu nedenle Taraf Devletlerin yargı süreçlerinde uzmanlardan alacağı desteğin yasal güvence altına alınmasını önemli buluyor.
Nitekim GREVIO’nun anket formunda STK’ların mağdurlara destek olmak amacıyla yargı süreçlerine katılımının koşulları ve hangi yasal statüde katılabileceklerine ilişkin sorular soruluyor. GREVIO sivil toplumun müdahillik dahil olmak üzere hukuki süreçlerde mağdurlara yardım ve destek sunabilmesi gerektiğine dikkat çekiyor.
Türkiye’de her ne kadar yargı sürecinde şiddete maruz bırakılan bireylerin sivil toplum kuruluşlarından destek almasının önünde bir hukuksal engel yoksa da bu desteğin herhangi bir yasal statüsü ve güvencesi yok. Şiddete maruz bırakılan bireylere hizmet veren, kadınlara, translara, LGBTİ bireylere yönelik şiddete karşı politik savunuculuk yapan sivil toplum kuruluşlarının destek oldukları bireylerin davalarına müdahil olarak katılımı mahkemelerce sürekli olarak reddediliyor.
bianet’in derlediği haberlerde müdahillik taleplerinin reddedildiği pek çok davaya rastlamak mümkün.
bianet’in çetelelerine göre, 2014’te dört davada sivil toplum kuruluşlarının müdahillik talebi olduğunu haberlere yansımış. Ağrı’da bir kadın cinayeti davasında ve İstanbul’da bir cinsel taciz davasında mahkemeler müdahillik talebini olumlu karşılamış, buna karşın aynı yıl İzmir’de tecavüzle ilgili iki davada ise müdahillik talepleri reddedilmiş.
Cinsel taciz ile ilgili İstanbul’da görülen davada Savcı “İstanbul Sözleşmesi' olarak adlandırılan Avrupa Konseyinin kadınlara yönelik şiddet ve aile içi şiddetin önlenmesi ve bunlarla mücadele ilişkin sözleşmesinin 55/2 maddesi gereğince, Antalya Kadın Danışma Merkezi ve Dayanışma Derneği'nin 'suçtan zarar gören' olarak müdahilliğinin kabul edilmesini” talep etmiş ve Mahkeme heyeti tarafından bu talep kabul görmüş.
2015‘te ise, kadın hakları ve kadına yönelik şiddet alanında çalışan sivil toplum kuruluşlarının müdahillik talebi bulunan 11 davanın dördünde mahkemeler müdahillik talebini kabul etmesine karşın yedi davada reddetmiş.
2016’da ise müdahillik talebinde bulunulan dokuz davanın altısında taleplerin kabul edildiği, üçünde ise reddedildiği gazete haberlerine yansımış.
Reddetme gerekçesinde mahkemeler, “sanığın yargılandığı suçtan doğrudan zarar görmedikleri” gerekçesini kullanmışlar. Elbette ilk derece mahkemelerinin kabul ettiği müdahillik taleplerinin Yargıtay aşamasında ya da o aşamaya gelinmeden son celsede reddedildiği biliyoruz; ancak bunlar haberlere yansımamıştır.
Sözleşme 3 yıldır yürürlükte ama olumlu bir gelişme yok
Bu yazı dizisinde 2014 yılında yürürlüğe giren İstanbul Sözleşmesi ve 2014-2015 yıllarını esas alarak Sözleşmenin gereklilikleri bakımından Taraf Devletlerin içinde bulundukları durumu belirlemeyi amaçlayan GREVIO 1. dönem anket formundan yola çıkarak bianet’in kadına karşı şiddet çetelesi ve haber arşivi üzerinden bir raporlama yapmaya çalıştık.
Haberleri GREVIO anket formuna uygun olarak başlıklar çerçevesinde inceledik. Ne yazık ki en başta da söylediğimiz gibi İstanbul Sözleşmesi'nin onaylanmasının üzerinden altı, yürürlüğe girmesinin üzerindense üç yıl geçmesine rağmen haberlerle sınırlı bu çalışmada hiçbir başlıkla ilgili olumlu sonuçlara ulaşamadık.
Toplumsal cinsiyet temelli şiddet ve ayrımcılık, kadınlarla erkekler arasındaki tarihsel eşitsizliğin ve bunların yarattığı toplumsal cinsiyet rolleriyle mücadeleye dair kararlı ve eşgüdümlü politikalar geliştirilememiş. Kadına yönelik şiddet alanında ayrıştırılmış veriler tutulmuyor. Kararlı bir politika güdülmeden de şiddetin önlenmesi için ya da şiddete maruz bırakılan kadınların şiddetten korunması ve desteklenmesi için atılan adımlar da hem çok cılız hem de işe yarar olmaktan uzak oluyor.
Her ne kadar sıklıkla eksikliğin yasalarda değil uygulamada olduğunu duyuyorsak da mevzuatın İstanbul Sözleşmesiyle uyumlu hale getirilmesi için de yapılması gereken çok şey var. Üstelik hali hazırda yapılan bazı değişikliklerle kapatılması gereken mesafe daha da açılıyor. İnsanlık, kardeşlik adına kucak açıldığı söylenen mültecilerin şiddetten uzak ve insan haklarına dayalı onurlu bir yaşam sürmeleri için sunulması gereken hizmetlerin sunulmadığını, yasal düzlemde atılması gereken adımların atılmadığını görüyoruz.
Kadına yönelik şiddet alanında hükümetin attığı ve ilk bakışta olumlu gibi görünen her adıma, kadın ile erkeğin eşit olamayacağını defalarca ve açıklıkla söyleyen, kadınları çeşitli politikalarla ve doğurdukları çocuk sayısını arttırarak eve hapsetmeye çalışan, aile kurumunu güçlendirmeyi boşanan kadınların şiddete maruz bırakılmasını önleyecek mekanizmalar geliştirmekten daha önemli gören bir hükümetle karşı karşıya olduğumuz bilgisinin gerektireceği şüpheyle yaklaşmamız gerekiyor. (NK/ÇT)
İSTANBUL SÖZLEŞMESİ NE DİYOR, DEVLET NE YAPIYOR?* İstanbul Sözleşmesi Ne Diyor? Devlet Ne Yapıyor? (12 Haziran) * Kadınlar Eşitlikte, Devlet Eşitsizlikte Israrcı (13 Haziran) * Ayrımcılık Önlenmiyor, Resmi Söyleme Dönüşüyor (14 Haziran) * Şiddete Karşı Koruma ve Destekleme Yükümlülüğü mü? Bir Telefon Hattı Bile Yok (15 Haziran) * İstanbul Sözleşmesi, İç Hukukta Nasıl Uygulanıyor? (16 Haziran) * İhlal Edilen Koruma Kararları, Reddedilen Müdahillikler… (17 Haziran) Bu yazı dizisi Friedrich Ebert Stiftung Derneği Türkiye Temsilciliği'nin mali desteği ile yayınlanmıştır. |
* Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi bakımından karnesini ortaya çıkarmak amacıyla hazırlanan ve altı gün sürecek “İstanbul Sözleşmesi Ne Diyor? Devlet Ne Yapıyor?” başlıklı yazı dizisi için, bianet’te 1 Ocak 2014 – 31 Aralık 2016 arasında yayınlanan “Kadınlar Mücadele Ediyor, Erkek Şiddeti Yargılanıyor” çetelelerinde yer alan verileri Feray Salman inceledi.
TIKLAYIN - İSTATİSTİKLERLE 2015-2016 ERKEK ŞİDDETİ DAVALARINDA ÇIKAN KARARLAR