* Fotoğraf: Çiçek Tahaoğlu - 25 Kasım 2013 / İstanbul
İstanbul’da imzaya açıldığı için İstanbul Sözleşmesi olarak bilinen Kadına Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi, uluslararası hukukta kadına yönelik şiddetle mücadele alanında en güncel, en yüksek standartları içeren ve en kapsamlı bağlayıcı metin. GREVIO’nun (Kadınlara Karşı Şiddet ve Ev İçi Şiddete Karşı Uzman Eylem Grubu) Türkiye’yi değerlendireceği ilk dönem içinde bulunduğumuz şu günlerde devlet uygulamalarının İstanbul Sözleşmesine uygunluğunu tartışmak çok daha fazla önem taşıyor.
Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi bakımından karnesini ortaya çıkarmak amacıyla altı gün boyunca başlıklar halinde İstanbul Sözleşmesi'nin izleme organı GREVIO’nun 1. dönem anket formundan yola çıkan ve bianet’in kadına karşı şiddet çetelesi ve haber arşivini esas alan bir yazı dizisi hazırladık: İstanbul Sözleşmesi Ne Diyor? Devlet Ne Yapıyor?
Biz kadınların tamamının bütün insan haklarından yararlanmalarının önündeki en büyük engel olan kadına yönelik şiddet olgusunun her geçen gün artan ağırlığı ve boyutu, moral bozucu ancak hiç de şaşırtıcı olmayan bir tespiti sona bırakmadan şimdiden yapmamızı gerektiriyor. AKP hükümeti döneminde her geçen yıl darbe alan ve Türkiyeli kadın hareketinin ve feminist hareketin kazanımlarının teker teker değil bütün bütün kaybedildiği alanlardan biri olan kadına yönelik şiddet alanındaki politika ve uygulama gerilemesini, 2011 yılında hükümetin çok övündüğü şekilde İstanbul’da imzaya açılan İstanbul Sözleşmesi de frenleyemedi.
İSTANBUL SÖZLEŞMESİ NEDİR? DETAYLI BİLGİ İÇİN TIKLAYIN.
Kadına yönelik şiddetin kadınlarla erkekler arasındaki tarihsel güç eşitsizliklerinden kaynaklandığını ve kadınlara yönelik ayrımcı tutum ve davranışlardan beslendiği gerçeğini İstanbul Sözleşmesi’nin her bir maddesinin temelinde görmek mümkün. İstanbul Sözleşmesi sadece kanunların nasıl olması ve uygulanması gerektiğine değil kadına yönelik şiddet alanında benimsenecek politikaların kapsamına, toplanacak verilerin türüne ve çeşidine, şiddetin önlenmesi için gerçekleşmesinden önce ve gerçekleştikten sonra sunulması gereken önleyici ve koruyucu hizmetlere, göçmen ve mülteci kadınların dezavantaj yaratan koşullarını dengeleyecek önlemler başta olmak üzere farklı ülkeler arasında yapılması gereken işbirliğine kadar çok çeşitli ve kapsamlı düzenlemeler içeriyor.
Yine de şikayet edilen vaka sayısı, kadına yönelik şiddet alanında açılan ve sonuçlanan dava sayısı, bunların nasıl sonuçlandığı ve bu bakımdan failin aldığı ceza, indirimden yararlanıp yararlanmadığı, hakimlerin ve diğer yargı personelinin tutumu, yargılamaların süresi gibi veriler, İstanbul Sözleşmesi’nin ortaya koyduğu ilkelerin, standartların hayata geçirilip geçirilmediğinin önemli bir göstergesidir. Bu nedenle İstanbul Sözleşmesi’nin izleme organı GREVIO da sözleşmenin gereklerinin yerine getirilip getirilmediğinin tespiti için başka alanlarda olduğu gibi yargı alanında ayrıntılı verilerin tutulmasını ve kendisine iletilmesini talep ediyor.
bianet, Türkiye’de kadına yönelik şiddet olaylarına ilişkin güvenilir ve ayrıştırılmış resmi veriler toplanmadığı ya da genel olarak verilere ulaşmada büyük aksaklıklar yaşandığı için 2008 yılından beri kadına yönelik şiddet çetelelerini tutuyor. Böylece en azından medyaya yansıdığı kadarıyla bile olsa bu alandaki veri eksikliğini gidermek, yapılacak çalışmalara zemin oluşturmak amaçlanıyor.
Gerçekten de bianet’in verilerinin resmi açıklamaları çürüttüğü örneklere rastladık. Dönemin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Ayşegül İslam “koruma altında öldürülen kadın yok” derken bianet kendi verileriyle isim isim, vaka vaka 2013 yılında 10, 2014 yılının ilk altı ayında ise 11 kadının koruma tedbirlerine rağmen öldürüldüğünü gösteriyordu. 2015 yılında bu sayı 13’e, 2016 yılında ise 16’ya çıkmış durumda. Bunlara bir de 2015 yılında 14, 2016 yılında ise beş kadının şikayetçi olmasına rağmen öldürüldüğünü eklemek gerek.
Oysa İstanbul Sözleşmesi devletin bildiği ya da bilmesi gereken şiddet olaylarına özen yükümlülüğü içerisinde yaklaşmasını, onları önlemek, soruşturmak, failleri cezalandırmak ve mağduriyetler için tazminat sağlamak yükümlülüğü altında olduğunu belirtiyor. Bu bakımdan kadınlar doğrudan şikayetçi olmasa da devletin kadına yönelik şiddet eylemleri bakımından söz konusu yükümlülükleri doğar. Ancak bir kere şikayetçi olduklarında bu yükümlülüğün daha da kuvvetli olacağı şüphesiz.
bianet’in 2014, 2015 ve 2016 yıllarında basına yansıyan yargı kararlarından çıkardığımız rakamlar İstanbul Sözleşmesi’nin yürürlüğe girmesinin ardından Türkiye’nin kadına yönelik şiddet karnesini göstermesi bakımından son derece önemli veriler sunuyor. Şimdi yıllara göre sırasıyla bu verilere bakalım.
Kadın cinayetleri hız kesmeden devam ediyor
2014 yılında 12’si 18 yaş altında 66 kadının katli ile ilgili 77 sanığın yargılandığı 57 kadın cinayeti davası karara bağlandı.2015 yılında ise toplamda 298 kadına yönelik şiddet davası sonuçlandırıldı. Bu 298 davanın yüzde 26’sını, cinayet (75 dava), ölüme sebebiyet verme (1) ve intiharı içeren (1) davalar oluşturuyor. Bu davalarda erkekler, eski eşlerini, boşanmak isteyen eşlerini, nişanlılarını, yengelerini, kız kardeşlerini, tanımadıkları kadınları öldürmüşlerdi. Bu davaların sanıklarının yüzde 29’u iyi hal, pişmanlık, tahrik ve yaş indiriminden yararlandı. 2015 yılında basına yansıyan kadına yönelik şiddet davalarının mağdurlarının yüzde 47’sinin çocuklar olduğunu ayrıca belirtmek gerek.
2016 yılına geldiğimizde ise toplamda 249 davanın sonuçlandırıldığını görüyoruz. Bu davaların yüzde 23’ünü cinayet (57 dava) davaları oluşturdu. Mağdurlara baktığımız zaman 2’si 18 yaşın altında olan toplam 66 mağdurun 3’ünü erkekler, 63’ünü kadınlar oluşturuyor. Bu davalarda sanıkların yüzde 25’i ise iyi hal, pişmanlık, tahrik ve yaş indiriminden yararlandı.
Cinsel şiddet davaları
Medyada kendisine yer bulan cinsel şiddet davaları, cinsel istismar da dahil olmak üzere tecavüz ve taciz davalarından oluşuyor. Bu başlık altında vereceğimiz sayıların gerçek rakamlara çok daha yakın olduğunu düşünebiliriz.
Öncelikle çok sayıda cinsel şiddet vakası çeşitli sebeplerle yargıya intikal ettirilmiyor ve kara rakamlarda kalıyor. Yargıya yansıyan tecavüz haberleri ise özellikle dikkat çekiyor ve haberleştiriliyor. Dolayısıyla bir sene içinde karara bağlanan kadın cinayeti davalarına kıyasla tecavüz davalarının gerçek rakamları tahmin etmekte bize çok daha uygun veriler sunduğunu düşünebiliriz.
Öte yandan çocuk istismarı vakaları da hükümetin ve kamuoyunun bu alana olan özel ilgisinin de etkisiyle cinsel şiddet vakaları içinde daha medyatik. Örneğin, 2014 yılında karara bağlanan cinsel şiddet davalarının yüzde 55’i, 2015 yılında yüzde 48’i ve 2016 yılında yüzde 76’sının mağduru çocuklar. Ancak rakamlar öyle yüksek ki bunu sadece medyatikliğe bağlamamız da mümkün değil.
2015 yılında karara bağlanan kadına yönelik şiddet davalarının yüzde 46’sını tecavüz ve yüzde 19’unu taciz davaları oluşturuyor. 2016 yılında sonuçlandırılan kadına yönelik şiddet davalarının ise yüzde 27’si tecavüz, yüzde 31’i taciz davalarından oluşuyor.
Çocukların 2015 ve 2016 yıllarında en çok mağdur olduğu şiddet türünü taciz oluşturuyor. 2015 yılında tacize uğrayanların yüzde 58’ini çocuklar oluştururken 2016 yılında bu oran yüzde 90’a çıkıyor.
Peki ya İstanbul Sözleşmesi?
Basına yansıyan haberlerden elde ettiğimiz rakamlar ve istatistikler İstanbul Sözleşmesi’nin yürürlüğe girdiği 2014 yılından sonra kadına yönelik şiddet olaylarında ve faillere uygulanan indirimlerde kayda değer bir azalma olmadığını gösteriyor.
Üstelik kız çocuklarına yönelik cinsel şiddette dramatik bir artış göze çarpıyor. Özellikle 2016 yılında tecavüze uğrayanların yüzde 52’sinin tacize uğrayanların ise yüzde 90’ının çocuklardan oluştuğu gerçeği karşımızda duruyor. Buna karşın devletin çocuk mağdurlara yönelik İstanbul Sözleşmesi’ne uygun olarak aldığı hiçbir önlem yok. Üstelik Ceza Kanununda yapılan ve yapılmak istenmesine karşın kadın örgütlerinin mücadelesiyle önüne geçilen değişiklikler çocukları cinsel tacize ve istismara daha da açık hale getiriyor.
Devletin kadına yönelik şiddet alanında İstanbul Sözleşmesi’ne uygun olarak bütünlüklü ve koordineli bir yol haritası olmaması hem kadınları hem de kız çocuklarını her türlü şiddete açık hale getirirken resmi verilerin yokluğu bu alanda kadın hakları savunucularının politika üretmesini sekteye uğratıyor. Bu konu yarın yayınlanacak olan başlıkta daha ayrıntılı ele alınıyor.
Göç ve iltica başlığında veri yok
GREVIO’nun söz konusu ilk değerlendirme döneminin anket formunda değerlendirme sürecine esas oluşturan altı ana başlıktan birisi göç ve iltica. Nitekim İstanbul Sözleşmesi göçmen ve mülteci kadınlara ya da şiddete maruz bırakıldığı için ülkesini terk etmek zorunda kalan kadınlara yönelik çeşitli hükümler de içeriyor. İstanbul Sözleşmesi’ne göre kadına yönelik şiddete maruz bırakılmak bağımsız ikamet almanın bir gerekçesi olabileceği gibi iltica talep etmenin de haklı gerekçesi olabilir. Taraf Devletler geri gönderme yasağını uygularken de şiddet mağduru olan kadınları ayrıca gözetmelidir.
Özellikle Suriye’deki savaşın ve Avrupa Birliği’nin sınır politikalarının etkisiyle Türkiye’de son yıllarda kayıtlı ya da kayıtsız çok sayıda mültecinin bulunduğunu biliyoruz.
bianet’in tuttuğu şiddet çetelesi 2014 yılında tecavüze uğrayan kadınların yüzde 13’ünün; 2015 yılında tecavüze uğrayan kadınların yüzde 8,2’sinin, seks işçiliğine zorlananların yüzde 76,6’sının, 2016 yılında tecavüze uğrayan kadınların yüzde 8,1’inin, seks işçiliğine zorlananların yüzde 81’inin T.C. vatandaşı olmadığını ve 2016 yılında öldürülen kadınların altısının Suriyeli olduğunu gösteriyor.
Bu yüksek rakamlara karşılık GREVIO anket formunun göç ve iltica başlığı altındaki sorularına ilişkin haber olmuş hiçbir resmi açıklama, yasal değişiklik, uygulama örneği ya da başka herhangi bir adıma rastlamadık. Bu kapsamda haberlere konu olmuş tek çalışma Gözaltında Cinsel Taciz ve Tecavüze Karşı Hukuki Yardım Bürosu tarafından 2015 yılında hazırlanan “Savaş Mağduru Sığınmacı Kadınlar” başlıklı sivil toplum raporu. Veri yokluğundan ötürü göç ve iltica başlığı altındaki soruları bu yazı dizisi çerçevesinde değerlendiremiyoruz.
Oysa GREVIO anket formu, Türkiye hükümetinin çeşitli koşullarda mülteci kadınlara bağımsız ikamet iznini nasıl vereceğine ve kaç kişiye bu şekilde izin verildiğine, toplumsal cinsiyet temelli şiddetin Türkiye’de iltica talep etme gerekçesi olup olamayacağına, sınır dışı edilen kadınların toplumsal cinsiyet temelli şiddete maruz bırakılmayacaklarından nasıl emin olunduğuna ve bunlara ilişkin niceliksel verilere dair, ayrıca mültecilere verilen hizmetlerde toplumsal cinsiyete duyarlı yaklaşımların geliştirilmesi için neler yapıldığına ilişkin sorular içeriyor.
İstanbul Sözleşmesi bakımından Türkiye’nin karnesini çıkarmaya savaş koşullarından, insanlık onuruna aykırı uygulamalardan kaçarak Türkiye’ye sığınan kadınlarla başladık. Daha ilk baştan Türkiye’nin sınıfta kaldığını görüyoruz. İlerleyen günlerde diğer başlıklarda değerlendirmelerimizle karnenin bütününü ortaya koymaya çalışacağız. (NK/ÇT)
İSTANBUL SÖZLEŞMESİ NE DİYOR, DEVLET NE YAPIYOR?* İstanbul Sözleşmesi Ne Diyor? Devlet Ne Yapıyor? (12 Haziran) * Kadınlar Eşitlikte, Devlet Eşitsizlikte Israrcı (13 Haziran) * Ayrımcılık Önlenmiyor, Resmi Söyleme Dönüşüyor (14 Haziran) * Şiddete Karşı Koruma ve Destekleme Yükümlülüğü mü? Bir Telefon Hattı Bile Yok (15 Haziran) * İstanbul Sözleşmesi, İç Hukukta Nasıl Uygulanıyor? (16 Haziran) İhlal Edilen Koruma Kararları, Reddedilen Müdahillikler… (17 Haziran) Bu yazı dizisi Friedrich Ebert Stiftung Derneği Türkiye Temsilciliği'nin mali desteği ile yayınlanmıştır. |
* Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi bakımından karnesini ortaya çıkarmak amacıyla hazırlanan ve altı gün sürecek “İstanbul Sözleşmesi Ne Diyor? Devlet Ne Yapıyor?” başlıklı yazı dizisi için, bianet’te 1 Ocak 2014 – 31 Aralık 2016 arasında yayınlanan “Kadınlar Mücadele Ediyor, Erkek Şiddeti Yargılanıyor” çetelelerinde yer alan verileri Feray Salman inceledi.
TIKLAYIN - İSTATİSTİKLERLE 2015-2016 ERKEK ŞİDDETİ DAVALARINDA ÇIKAN KARARLAR