* Fotoğraf: Hüseyin Aldemir - 25 Kasım 2016 / İstanbul
İstanbul Sözleşmesi kadına yönelik şiddetle mücadeleye karşı ancak ilgili tüm kamu kurumlarının, sivil toplumun ve özel sektörün birlikte eşgüdüm halinde ve kadına yönelik şiddetin ortadan kaldırılması kararlılığıyla çalışması halinde etkili bir mücadele yürütülebileceğinin farkında.
Ancak etkili bir karşı mücadele için gereken politikalar, kadına yönelik şiddetle ilgili sistematik ve yeterli verilere sahip olduktan sonra geliştirilebilir. Toplanan veriler ve bu alanda yapılan araştırmalar sonucunda geliştirilecek bütünlüklü politikaların uygulanması içinse devletin yeterli finansal kaynağı ve insan kaynağını bu alana tahsis etmesi gerekiyor.
Taraf devletlerde sözleşmenin uygulanıp uygulanmadığını denetleyen GREVIO’nun (Kadınlara Karşı Şiddet ve Ev İçi Şiddete Karşı Uzman Eylem Grubu) anket formunda kadına yönelik şiddetin ortadan kaldırılması için benimsenen etkili ve bütünlüklü politikaların neler olduğu, mağdurların insan haklarının bu politikalarda nasıl merkeze alındığına dair sorular bulunuyor.
Kadına yönelik şiddeti toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve ayrımcılığıyla ilişkisi içinde anlayan Sözleşme, şiddetle mücadelenin bu eşitsizlik ve ayrımcılıkla mücadeleden ayrılamayacağını savunan bir bakış açısına sahip. Bu konuda politika geliştirmek öncelikle hükümetin ve Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı (ASPB) yetkililerinin sorumluluğunda olduğu için bianet’in aylık erkek şiddeti çetelelerinde kadına yönelik şiddetle ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğiyle ilgili olarak söz konusu kişilerin yaptığı açıklamalara bakarak hükümetin kadına yönelik şiddetle mücadele politikasını tespit etmeye çalıştık.
İSTANBUL SÖZLEŞMESİ NEDİR? DETAYLI BİLGİ İÇİN TIKLAYIN.
İstanbul Sözleşmesinin “bütünlüklü politikalar ve veri toplama” başlıklı 2. bölümü kadına yönelik şiddet konusunda geliştirilecek politikalara, bu politikaların geliştirilebilme ve hayata geçirilme şartlarına ayrılıyor. Bu bakımdan politika geliştirme; önleme, koruma ve yargılama ana başlıklarının yanında Sözleşmenin getirdiği 4. esası oluşturuyor. |
Meclis kadın oranını arttırmaya çalışıyor mu?
Kadınlarla erkeklerin eşitsizliği hayatın her alanına yayılmış bir olgu. Hükümetin de meclisteki diğer partilerin de bu konuda eşitlikçi bir yaklaşım içinde olduğunu söylemek mümkün değil. Bunu değiştirmek için hükümetin herhangi bir adım atmadığını görüyoruz.
2014’te siyasi partilerin belediye seçimleri adaylarına bakıldığında AKP’nin adaylarının yalnızca yüzde 1,1’ini; MHP’nin adaylarının yalnızca yüzde 2,5’ini; CHP’nin adaylarının yalnızca yüzde 4,3’ünü ve BDP adaylarının yalnızca yüzde 13,8’ini kadınlar oluşturdu.
TIKLAYIN – KAÇ KADIN, KAÇ ERKEK BELEDİYE BAŞKANLIĞINA ADAY?
Seçim sonuçlarına baktığımızda da 81 ilden yalnızca dört ilin belediye başkanı kadın olurken ilçe bazında ise toplam 33 belediyenin başkanı kadın.
TIKLAYIN - 81 İLİN 4’ÜNE KADIN BAŞKAN
HDP’nin 2015 yılında meclisteki kadın temsil oranını arttırmak üzere kadınları HDP’den milletvekili aday adayı olmaya çağırması ise olumlu bir adım olarak okunmalı. HDP ayrıca getirdiği eşbaşkanlık sistemiyle resmiyete yansımasa bile siyasette kadın temsilini yüksek oranlara taşıyan bir parti olarak öne çıkıyor.
Haziran 2015’te gerçekleştirilen genel seçimlerde milletvekili adaylarının yalnızca yüzde 26,6’sını kadınlar oluştururken Kasım ayındaki seçimlerde bu oran yüzde 24,7’ye düştü.
TIKLAYIN - KADIN VEKİLİ ADAYLARININ ORANI YÜZDE 3 DÜŞTÜ
Seçim sonuçlarına göre ise 26. TBMM döneminde milletvekillerinin yalnızca yüzde 14,9’unu kadınlar oluşturuyor.
Kasım 2015’te kurulan 64. hükümette kabinede yer alan 27 isimden ise yalnızca ikisi kadın. 2016’da oluşturulan 65. hükümetin Bakanlar Kurulunda ise yalnızca bir kadın bakan bulunuyor.
Yetkililerin “eşitliğe” ve şiddete yaklaşımı
Kasım 2014’te Cumhurbaşkanı Erdoğan yaptığı bir açıklamada açıkça kadınlarla erkeklerin eşit olmadığını ve fıtratları gereği eşit olmayacağını açıklamıştı. Eşitlik kavramının ise kadınların hak mücadelesinin takılıp kaldığı bir kavram olduğunu ifade etmişti.
Bu açıklamalar İstanbul Sözleşmesini onaylayan ilk ülkenin cumhurbaşkanının yaptığı ve kadın politikalarından sorumlu dönemin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanının da savunduğu açıklamalar olmakla hükümetin kadına yönelik şiddete yaklaşımını ilk elden ortaya koyuyor.
Ekim 2014’te dönemin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Ayşenur İslam’ın kadın cinayetlerindeki artışla ilgili bir soruyu “Elleri kırılsın... İnsan kabahat işleyebilir suç da işleyebilir ama hiçbir suçun cezası ölüm değildir” şeklinde yanıtlamış olmasına burada özellikle dikkat çekmek gerekiyor.
Kadına yönelik şiddete karşı politika geliştirmek konusunda en yetkili isimlerden birisinin kadınlara yönelik şiddetin kadınlar bir kabahat ya da suç işledikleri için değil toplumsal cinsiyetlerinden, erkeklerle aralarındaki eşitsizlikten dolayı ve etkili mücadele mekanizmaları politikalar geliştirilemediği için var olduğundan habersizmişçesine açıklamalarda bulunması hükümetin şiddete karşı bütünlüklü politikalar geliştirmek konusunda son derece geri bir noktada olduğunu gösteriyor.
TIKLAYIN - AKP'Lİ SİYASETÇİLERİN CİNSİYETÇİLİK ARŞİVİ
Boşanmak istediği için öldürülen kadınlar ve boşanmayı önleme komisyonu
Buna bir de 2015 sonunda kurulan, oturumlarında yaşanan tartışmalarla sıklıkla gündeme gelen ve çalışmalarını 2016 yılının Mayıs ayında tamamlayarak rapor haline getiren “boşanma komisyonu”nu eklemek gerek. Bu Komisyonun tam adı, aslında hükümetin kadın erkek eşitliği ve kadına yönelik şiddetle ilgili politikalarını tam olarak ifade ediyor:
“Aile Bütünlüğünü Olumsuz Etkileyen Unsurlar ile Boşanma Olaylarının Araştırılması ve Aile Kurumunun Güçlendirilmesi İçin Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırma Komisyonu.”
Hükümetin kadınlara yaklaşımı, kadınların mümkün olduğunca erken bir yaşta aile içine girmesi ve mümkünse hiçbir koşulda oradan çıkmaması için boşanmaların önlenmesi, ailelerin teşvik edilmesi şeklinde.
Bu Komisyonun Kasım 2015’te yedi kadının boşanmak ya da ayrılmak için öldürüldüğü haberlerini okumamızın hemen ardından kurulmuş olması, bianet’in 2014 yılı kadına yönelik şiddet çetelesinde kadınların yüzde 20,64’ünün boşanmak ya da ayrılmak istediği için öldürüldüğü tespitiyle birlikte düşünüldüğünde ayrıca dikkat çekiyor.
Hükümet, boşanan ya da boşanmak isteyen kadınların şiddete maruz bırakılmasının önlenmesi ve bu kadınların korunması için neler yapılabileceğini hızla gündeme almak yerine boşanmaların önlenmesine odaklanmayı tercih ediyor.
Dönemin Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın Nisan 2016’da bir çalıştayın açılışında yaptığı konuşma da hükümetin kadına yönelik şiddetle ilgili buraya dek basına yansıyan haberlerden ortaya çıkarmaya çalıştığımız politikasını tamamlar nitelikte:
“Aile içi şiddetin kadınla erkek arasındaki uyuşmazlıklarda devletin bu kadar polisiyle, askeriyle, hakimiyle, psikoloğuyla, sosyal çalışmacısıyla, uzmanıyla bu kadar kadınla erkeğin arasına girmesi ne kadar doğru? Acaba kadınla erkeğin yuvasını kurtarmasına, şiddetin son bulmasına, aile birlikteliğinin daha iyi hale gelmesine mi katkı sağlıyor, yoksa bu uygulamalar kadın ve erkeği bir araya getiremez hale mi getiriyor? Bunun üzerinde ciddi olarak durmamız lazım.”
Boşanma komisyonunun kurulma amacıyla uyumlu bir şekilde Adalet Bakanının da ailenin varlığını, korunmasını öncelediğini; kadına yönelik şiddeti aile içinde karışılmaması gereken bir mesele olarak anlayarak şiddetin önlenmesi ve kadının korunması için alınan tedbirlerin aileye verdiğini düşündüğü zarara odaklandığını görüyoruz.
Kadına yönelik şiddetle ilgili farkındalık düzeyi yüksek yargıda da pek farklı değil. Şubat 2014’te Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı iş yükünün azaltılması için cinsel istismara uğrayan çocuğun sanıkla evlenmesi halinde sanık hakkındaki hükmün ertelenmesini ve davanın düşürülmesini önerdiği bir kanun tasarısı taslağı hazırladı.
Eylem planları görüntüden mi ibaret?
GREVIO anket formunda bütünleşik politikalar başlığında hükümetin kadına yönelik şiddetle ilgili benimsediği stratejiler ve eylem planlarına ilişkin de sorular var. Ancak 2014-2016 yılları arasını kapsayan 3 yıllık döneme ilişkin taradığımız haberlerde bu konulara hiç değinilmediğini gördük.
Aslında 2016 yılında Kadının Statüsü Genel müdürlüğü (KSGM) bir kadına yönelik şiddetle mücadele eylem planı hazırlamıştı. Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Eylem Planı ise 2008-2013 yılları için hazırlandı, tekrar yenilenmedi.
Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Ulusal Eylem Planı 2008-2013
Haber içerikleriyle sınırlı bir inceleme yaptığımız için bu eylem planlarının içeriğine burada girmiyoruz. Ancak gerek haberlere bile yansımamış olması gerek hükümet yetkililerinin kadın-erkek eşitliğine ve kadına yönelik şiddete yaklaşımlarının yukarıdaki açıklamalarda ortaya koyduğumuz şekli bu eylem planlarını dikkate almamızı imkansız kılıyor.. Kadınlarla erkeklerin eşit olamayacağını söyleyen bir cumhurbaşkanı ve ona destek çıkan bir Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı, ASPB uhdesinde hazırlanan eylem planlarının görünüşten ibaret olduğunu düşündürüyor.
İstanbul Sözleşmesi’nde yer alan bütünlüklü politikaların oluşturulması ve eşgüdümlü bir şekilde uygulanması yükümlülüğü kolay bir görev değil. Bu nedenle Sözleşme kadına yönelik şiddetle mücadele politikalarının geliştirilebilmesi ve etkili bir şekilde uygulanması için kamu, sivil toplum ve özel sektör arasındaki eşgüdümü sağlayacak, önleme, koruma, yargılama ve politika geliştirme görevlerinin yerine getirilmesinden ve yerine getirilip getirilmediğinin izlenmesinden sorumlu olan bir resmi kuruluş bulunması gerektiğini öngörüyor.
Bu yükümlülük hali hazırda varolan bir kurumun görevlendirilmesi şeklinde de yapılabilir, yeni bir kurumun oluşturulması şeklinde de. İzleme görevinin yerine getirilmesi ise izlemeyi elverişli kılacak verilerin toplanması ile mümkün olur. Bu nedenle veri toplama yükümlülüğü de bu resmi kuruluşa aittir.
Türkiye’de bu kuruluşa karşılık gelen birim KSGM. Ancak KSGM’nin söz konusu görevleri ne derece yerine getirdiği ve kuruluşu ve yapısı itibariyle İstanbul Sözleşmesi standartlarında hizmet verebilmesinin mümkün olup olmadığı değerlendirmeye açık bir konu.
Sözleşmeye göre kadına yönelik şiddet alanındaki bütünleşik politikaların kamu-sivil toplum ve özel sektör işbirliği içinde geliştirilmesi gerektiğini söylemiştik. GREVIO anket formu da “başta kadın kuruluşları olmak üzere STK ve diğer sivil toplum aktörlerinin çalışmaları(nın) nasıl kabul ve teşvik edildiği ve desteklendiği” sorusunu içeriyor.
Kadın örgütleri ve hükümetin STK’ları
Türkiye’nin bağımsız GREVIO temsilcisi adayının belirlenmesi sürecine ilişkin haberler bu soruya güzel bir yanıt oluşturuyor. Aralık 2014’te Aile Bakanlığı Türkiye’nin GREVIO adayını belirlemek için süreci başlattı.
Sözleşme sürecin kadına yönelik şiddet alanında çalışan STK’ların katılımıyla yürütülmesini öngörüyor. Bakanlık da internet sitesinde Sözleşme konularında faaliyet gösteren STK’ların görüş ve önerilerini 15 Aralık 2014’e kadar Bakanlığa iletmeleri gerektiğini bildiren bir duyuru yayınladı.
Türkiye’de aralarında Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı, Kadın Dayanışma Vakfı, KAOS GL gibi örgütlerin de bulunduğu kadına yönelik şiddet, toplumsal cinsiyet eşitliği ve ayrımcılık alanında çalışan 89 bağımsız kadın ve LGBTİ örgütünden oluşan İstanbul Sözleşmesi Türkiye İzleme Platformu (Platform) da adaylarını ve görüşlerini Bakanlığa iletti. Ancak bu görüşler dikkate alınmadığı gibi 22 Aralık’ta GREVIO temsilcisinin belirlenmesi için oluşturulacak kurulun seçileceği toplantı Platformun bazı üyelerine yalnızca 1,5 gün önceden haber verildi.
TIKLAYIN - "BU HEYET İSTANBUL SÖZLEŞMESİNİ UYGULAMAMAK İÇİN SEÇİLDİ"
Ayrıca toplantıya katılacak örgütlerden tüzel kişilik gerektiren belgeleri bu süre içinde hazırlamaları istendi. Platform ise hali hazırda tüzel kişiliğe sahip dernek ve vakıflardan oluşmasına rağmen kendisi bir tüzel kişilik oluşturmadığı için süreçten dışlanmış oldu. Bunun üzerine Platformun protesto ederek terk ettiği toplantıda “hükümet eliyle kurdurulmuş olan Kadın ve Demokrasi Derneği (KADEM) ve Kadın Sağlıkçılar Dayanışma Derneği’nin (KASAD) yanı sıra Ayrımcılığa Karşı Kadın Derneği’nin (AKDER)” 9 kişilik heyete seçildiği öğrenildi.
TIKLAYIN - KADIN KOALİSYONU'NDAN AİLE BAKANLIĞI'NA AÇIK MEKTUP
Böylece Türkiye’de İstanbul Sözleşmesi üzerine ve onun içerdiği konularda uzun yıllardır çalışmalar yürüten, Sözleşmenin imzalanması sürecinde büyük emekleri olan kadın örgütleri süreçten tamamen dışarıda bırakıldı. Ancak Platformun adayı olan Prof. Dr. Feride Acar, ASPB’nin bu tutumuna rağmen kadın örgütlerinin ısrarlı mücadelesinin sonucunda Türkiye’nin GREVIO adayı seçildi.
Hafızalarımızda son derece taze olan bu süreç, İstanbul Sözleşmesinin Taraf Devletlere getirdiği kadın örgütlerini mali kaynak sağlamak dahil olmak üzere desteklemek, teşvik etmek ve onlarla işbirliği gerçekleştirmek yükümlülüklerinin Türkiye tarafından yerine getirilmediğini gösteriyor. Ayrıca bu süreç hükümetlerin açıkladığı veriler değerlendirilirken diğer Taraf Devletlerde de görülen hükümetlerin kendilerine yakın STK’ları desteklemesi ya da kendi görüşlerine uygun STK’lar kurması şeklindeki tehlikeye dikkat etmek gerektiğini de gösteriyor.
Devletin veri tutma yükümlülüğü ve “kadınların sessizliği” bahanesi
Sözleşmeye bütünlüklü politikaların yanı sıra kadına yönelik şiddet alanında politika geliştirilmesini sağlayacak nitelikte her tür şiddete, hem faile hem şiddete maruz bırakılan kadınlara hem de verilen hizmetlerin niteliğine, yargının ve idarenin tutumuna ilişkin ayrıştırılmış verilerin toplanmasını gerektiriyor.
GREVIO anket formunda da her türlü kadına yönelik şiddete ilişkin verilerin; “ayrıca bu verilerin cinsiyet, yaş, şiddet türünün yanı sıra failin mağdurla ilişkisi, coğrafi konum ve engellilik gibi ilgili diğer faktörlere göre ayrıştırılıp ayrıştırılmadığına” ilişkin bilgi soruluyor.
Oysa Türkiye’de bu tür verilere ulaşmak mümkün değil. Daha önce söylediğimiz gibi, bianet bu konuda resmi bir veri olmadığı için, 2008’den beri medyaya yansıyan erkek şiddeti verilerinin çetelesini tutuyor.
Dönemin Başbakanı Davutoğlu BM ile ASPB ortaklığında gerçekleştirilen bir toplantıda yaptığı konuşmada “Kadına karşı şiddet konusunda şiddet sarmalının neden olduğu sessizlik, mağdur kadınların sessizliği, suskunluğu meselenin ciddiyetini yansıtan verilerin toplanmasını engelleyebiliyor” diyerek verilerin toplanamama gerekçesi olarak kadınların sessizliğini göstermişti.
Bir devletin uluslararası sözleşmeden kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getirmeme gerekçesi olarak kendi vatandaşlarının tutumlarını göstermesi kabul edilemez. İstanbul Sözleşmesi bütünlüklü ve eşgüdüm halinde, kararlılıkla uygulanması gereken politikalardan bahsederken tam da kadınların şiddete karşı sessiz kalmasını önleyecek, onların başvuru mekanizmalarına güvenini arttıracak ve ses çıkardıklarında etkili korunmalarını somut olarak garanti altına alacak türden politikalardan bahsediyor. Dolayısıyla kadınların sessizliği veri toplama yükümlülüğünden sıyrılmanın gerekçesi olamayacağı gibi devlet politikalarının yetersizliğinin ve başarısızlığının göstergelerinden biri.
Üstelik 2014’te bir milletvekilinin 2008 yılından itibaren erkek şiddeti sonucu öldürülen kadınların, açılan davaların, yargılama süreci devam eden davaların sayılarını, kaç kişinin yargılandığı ve kaç kişinin ceza aldığını, kaç kişinin ceza indiriminden yararlandığını sorduğu soru önergesine Adalet Bakanlığı’ndan verilen yanıtta bu ayrıntıda istatistiklerin tutulmadığı yanıtı verildi. Bu haberden anlaşıldığı kadarıyla veri eksikliğinin sebebi kadınların sessizliği değil TCK’da kadına yönelik kasten öldürme suçunun ayrıca düzenlenmemesi, adli istatistiklerin mağdur esasına göre derlenmemesi ve kadına yönelik şiddetin farklı türlerini bir araya getiren bir veri toplama sisteminin olmaması.
Zaman zaman çeşitli bakanlıkların basına açıkladığı rakamlar olduğunu ise biliyoruz. Bu rakamlar ise birbiriyle ve bianet’in basından derlediği haberlerden ulaştığı rakamlarla çelişki içinde.
Örneğin, dönemin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı 2014 yılında yaptığı açıklamada devletin koruması altında öldürülen kadın olmadığını iddia ederken, bianet haberlerden derlediği erkek şiddeti çetelesinde 2014’ün ilk yarısında 11, 2013 yılında ise 10 kadının koruma kararlarına rağmen öldürüldüğünü gösteriyordu.
TIKLAYIN - BAKAN 18 AYDA KORUMA ALTINDA ÖLDÜRÜLEN 21 KADINDAN HABERSİZ
Öte yandan ASPB’nin Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü’ne düzenli olarak yaptırdığı ve sonuncusu 2014 yılında yayınlanan “Türkiye’de Aile İçi Şiddet Araştırması” sunduğu verilerle taranan haberlerin gösterdiği kadarıyla bu başlıkta yer alan yükümlülüğe dair sayılabilecek tek olumlu şey.
Sonuç olarak hükümetin İstanbul Sözleşmesi uyarınca sahip olduğu ayrıntılandırılmış ve derinlemesine veri toplama, bunları kamuoyuyla paylaşma yükümlülüğünü yerine getirmediğini açıklıkla söylemek mümkün. (NK/ÇT)
İSTANBUL SÖZLEŞMESİ NE DİYOR, DEVLET NE YAPIYOR?* İstanbul Sözleşmesi Ne Diyor? Devlet Ne Yapıyor? (12 Haziran) * Kadınlar Eşitlikte, Devlet Eşitsizlikte Israrcı (13 Haziran) * Ayrımcılık Önlenmiyor, Resmi Söyleme Dönüşüyor (14 Haziran) * Şiddete Karşı Koruma ve Destekleme Yükümlülüğü mü? Bir Telefon Hattı Bile Yok (15 Haziran) * İstanbul Sözleşmesi, İç Hukukta Nasıl Uygulanıyor? (16 Haziran) * İhlal Edilen Koruma Kararları, Reddedilen Müdahillikler… (17 Haziran) Bu yazı dizisi Friedrich Ebert Stiftung Derneği Türkiye Temsilciliği'nin mali desteği ile yayınlanmıştır. |
* Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi bakımından karnesini ortaya çıkarmak amacıyla hazırlanan ve altı gün sürecek “İstanbul Sözleşmesi Ne Diyor? Devlet Ne Yapıyor?” başlıklı yazı dizisi için, bianet’te 1 Ocak 2014 – 31 Aralık 2016 arasında yayınlanan “Kadınlar Mücadele Ediyor, Erkek Şiddeti Yargılanıyor” çetelelerinde yer alan verileri Feray Salman inceledi.
TIKLAYIN - İSTATİSTİKLERLE 2015-2016 ERKEK ŞİDDETİ DAVALARINDA ÇIKAN KARARLAR