Kadir Has Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden Öğr. Gör. Remzi Orkun Güner’in Barış İçin Akademisyenlerin "Bu suça ortak olmayacağız" bildirisini imzalaması sebebiyle "Terör örgütü propagandası" iddiasıyla Çağlayan'daki İstanbul Adliyesi'nde 33. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılandığı davada esas hakkındaki mütalaaya ilişkin beyanını yayınlıyoruz.
Sayın Mahkeme Heyeti,
Tüm bu yargılama sürecinde avukatımla beraber, özünde, yargılama konusuna ilişkin mevcut delil yokluğuna, iddianamenin hukuki herhangi bir dayanaktan yoksun olduğuna ve bütünüyle kişisel kanaatlerin eseri olduğuna işaret ettik. Ancak ortaya böyle bir iddia atmakla yetinmedik, burada bir mahkeme salonunda olduğumuza göre, iddialarımızı, hepimizin bağlı olduğu yürürlükteki hukuka dayanarak destekledik.
Barış talebinin meşruluğunu ortaya koyarken iddia makamına ve Sayın duruşma savcısına birçok hukuki soru yönelttik. Yönelttiğimiz iddialar ile sunduğumuz deliller göz önünde bulundurularak hazırlanmasını beklediğimiz bir mütalaa metninde, herhangi bir hukuki dayanak olmadığı gibi, hukuk tekniği açısından “hukuki” addedilebilecek bir argüman da yok.
Ama terör örgütlerinin eylemlerine dair 18 satırlık bir anlatı var. Bu anlatı, yaşananların halihazırda “bilinmekte” olduğu ifadesiyle bitiriliyor.
İlgili açıklamalara hiçbir bilimsel veya resmi bir raporun dayanak gösterilmemiş olmasına ve ifadelerdeki özensizliğe değinmiyorum, zira çok açık ki anlatılanların yargılama konusuyla bir ilgisi yok. Zaten mütalaada, “yaşananlar” ile imza metni arasında bir illiyet bağı kurma yönünde bir çaba da yok.
Sonrasında mütalaa, Bese Hozat’ın, mütalaa metnindeki ifadeyle “talimat mahiyetindeki açıklaması”nın, halihazırda yine “bilinmekte” olduğunu bildiriyor. Burada sanık kürsüsüne çıkmış hocalarım ve arkadaşlarımın “bu talimat nerede” sorusunun bir yanıtı yok.
İlgili açıklamanın (ki böyle bir açıklamanın varlığı ve içeriği konusunda “bilinmekte” olanlar salt iddianamede yer alıyor) imza metniyle arasında olduğu kabul edilen ilişkiyi gösterir somut delil yok.
Güçlü ve “hukuki” bir argüman olduğu düşünülmüş olacak ki, mütalaa metni, bildirinin içeriğinden seçmiş olduğu kelimelerin, terör örgütü propagandası yapmak suçunun unsurlarından birini oluşturduğunu tekrarlamakla yetiniyor.
Bu salonda, mevcut hukuk sistemimizin, ifade özgürlüğünün sınırlandırılmasına ilişkin bir yargılamada uyuşmazlığa konu olan metnin, genelinin göz önüne alınmasını gerektirdiği defalarca İddia makamına hatırlatıldı.
Kaldı ki mütalaa metninin saymış olduğu sözcüklerin, ifade özgürlüğüne müdahale etmenin hukuki dayanağı olamayacağı da çeşitli mahkeme kararları ile birçok kez açıklandı. Dolayısıyla mütalaa metnindeki bu tekrar, yalnızca yine, iddia makamının kendisini mevcut hukuk sistemiyle bağlı görmediğini vurguluyor.
Mütalaanın geri kalanı, özetle, “yaşanan olaylar ışığında”, terör örgütü propagandası yapmak suçunun unsurlarının oluştuğunun “açıkça” anlaşıldığını söylüyor.
İmza metnindeki ifadenin yürürlükteki hukukla güvence altında olduğuna dair avukatımın sunduğu açıklamaların, ilgili yürürlük kaynaklarının, ifade özgürlüğü bakımından meşru müdahalenin varlığının tespiti konusunda mahkemelerin öngördüğü hukuki test ve ölçütlerin mütalaada karşılığı yok.
Çünkü imzaladığımız metnin suç teşkil ettiği, sayın duruşma savcısına göre “açıkça” görülebiliyor.
O halde benim bir hukukçu olarak, mütalaa karşısında sözümün bir değeri de yok. Ama yurttaşlar olarak, imzaladığımız metinde ifadesini bulan barış ve demokrasi talebi, meşruluğunu ve her birimizin omuzlarındaki sorumluluğunu korumaya devam ediyor.
Bu nedenle, önceki sözümü tekrarlıyor, bir kez daha huzurunuzda, hepimizin bağlı olduğu hukuki düzene riayet edilerek hakkımda beraat kararı verilmesini talep ediyorum. (OG/TP)