İstanbul Üniversitesi Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi Bölümünden Prof. Dr. Hülya Kirmanoğlu'nun Barış İçin Akademisyenlerin "Bu suça ortak olmayacağız" bildirisini imzalaması sebebiyle "Terör örgütü propagandası" iddiasıyla Çağlayan'daki İstanbul Adliyesi'nde 33. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılandığı davada esas hakkındaki mütalaaya ilişkin beyanını yayınlıyoruz.
Sayın Heyet Üyeleri,
Bir yıl önce 8 Şubat 2018 tarihinde, 11 Ocak 2016 tarihli bir barış ve çözüm talebi içeren bildiriyi neden imzaladığımı açıklayan beyanımı yazılı olarak sunmuştum.
Sonrasında, 17. Ekim 2018 tarihinde sayın savcının vermiş olduğu mütalaa iddianamenin bir tekrarı niteliğinde olmuş olduğu için ben de beyanımda bazı noktaları tekrar etmek durumundayım.
Bu dava sürecinin gerek esasa ilişkin gerek usule ilişkin olarak hukuka uygun işlemediği, son bir yıllık dönemde, defalarca dile getirilmiştir. Avukatım da bu konuyu ayrıntılı olarak açıklayacaktır.
Ortada suçlamaların dayanağı olacak hiçbir delil yoktur. Soruşturmanın genişletilmesi ve dosyalara delil konulması talepleri sürekli olarak reddedilmektedir. Buna karşın esas hakkında mütalaada yine aynı delilsiz iddialar tekrarlanmaktadır.
Mesela, “Bese HOZAT isimli kişinin 22 Aralık 2015 tarihinde "aydın ve demokratik çevreler öz yönetimle sahip çıksın" şeklinde talimat mahiyetindeki açıklama yaptığı bilinmekte,” denilmektedir.
Böyle bir açıklama nereden bilinmektedir. Yüzlerce akademisyenin böyle ne olduğu belli olmayan bir açıklamayı talimat alıp bir bildiri imzalayacak olmaları ne akla ne mantığa uygundur.
İkinci olarak mütalaada “barış için akademisyenler” şeklinde bir örgütlenmeden bahsediliyor. Bu imza atma fiilini hiçbir şekilde örgütlülük içinde gerçekleştirmedik. Ayrı ayrı bireyler olarak, dönemin ağır, yürekleri dağlayıcı haberleri karşısında bir şey yapamamanın verdiği sıkıntı ile, internette dolaşan bu metni imzalamanın bütün bu olanlara karşı gösterilebilecek tek mümkün tepki olduğunu hissettiğimiz için imzaladık. Hiçbir şekilde örgütlü değildik. Ben en yakınımdaki arkadaşlarımın da imza attığını sonradan öğrendim.
Ama şimdi bir tür “toplumsal olarak duyarlı olmanın suç olmadığını anlatmaya çalışanlar örgütü” haline geldik ve aramızda güzel bir dostluk ve dayanışma oluştu. Ancak bu birliktelik keşke bu mahkeme salonlarında ve adliye koridorlarında olmasaydı. Son bir buçuk yıldır vaktimizi ve enerjimizi bu bitmez tükenmez davalarda harcıyoruz.
Şimdiye kadar verilen beyanlarda birçok disiplinden akademisyenler kendi çalışma alanlarının ışığında olayı değerlendirdiler. En başta hukuk alanı olmak üzere, siyaset bilimi, sosyoloji, felsefe, mantık konularında yıllarca çalışmış arkadaşlarımız, ve değerli avukatlarımız böyle bir bildiriye onay vermenin neden suç olmadığını etraflıca anlattılar.
Ben de yıllarca kamu ekonomisi alanında çalışmış ve üniversitede ders vermiş bir kişi olarak meseleye kamu kaynaklarının etkin kullanımı açısından baktığım zaman bu vakit ve enerji kaybına çok üzülüyorum.
Biz kamu ekonomisinde kamu politikalarını değerlendirirken toplumsal fayda ve maliyetlere bakarız. Bunların bir ölçülebilen bir de ölçülemez olanları vardır. Bu davaların da çok ciddi toplumsal maliyetleri olduğu da kesin.
Ölçülebilir maliyetler olarak bu mahkeme salonlarının ve yargı mensuplarının böyle yüzlerce dosya ile meşgul olması; diğer yandan asıl işi araştırma yapmak ve ders vermek olan akademisyenlerin saatlerini günlerini, haftalarını burada geçirmek zorunda kalmaları.
Bunlar hepsi belirli karinelerle ölçülebilir hale getirilebilecek toplumsal maliyetler. Bir de tabii ileride bu dosyalar AİHM‘ne gittiği zaman, Türkiye’ye verilecek cezaların maliyetleri var ki bunları da yine toplum, vergileri ile ödeyecek. Ölçülemez maliyetlere gelince bence bunlar daha vahim.
Öyle ki toplumun bir bölümünün düşmanlaştırılması ve toplumun kutuplaşması gibi olumsuz sonuçlar, toplumsal barışa hizmet eden şeyler değil.
Biz savaş olmasın, devlet yeniden çözüm sürecine dönsün derken bütün vatandaşlarımızın barış ve huzur içinde yaşayacağı bir ortamın sağlanması dileğimizi duyurmak istemiştik.
Bu devlet, sizlerin olduğu kadar bizim de devletimiz ve biz devletimizin insan haklarına saygılı ve demokrasi/hukuk devleti ilkelerine uygun bir devlet olmasını istiyoruz.
Bunu istemek nasıl terör örgütü propagandası yapmak olur bunu biz anlayamıyoruz ve dünyaya da anlatamıyoruz. (HK/TP)