Bilgi Üniversitesi Sanat ve Kültür Yönetimi Bölümünden Arş. Gör. Adil Serhan Şahin'in Barış İçin Akademisyenlerin "Bu suça ortak olmayacağız" bildirisini imzalaması sebebiyle "Terör örgütü propagandası" iddiasıyla Çağlayan'daki İstanbul Adliyesi'nde 24. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılandığı davadaki beyanını yayınlıyoruz.
Değerli mahkeme heyeti,
Bugün karşınızda iki sene önce, 11 Ocak 2016 tarihinde kamuoyuna açıklanan "Bu suça ortak olmayacağız" başlığını taşıyan ve dönemin başbakanı, şimdiki Cumhurbaşkanı tarafından başlatılmış ve mevcut iktidar tarafından defalarca desteklenen ve kamuoyu nezdince paylaşılmış olan demokratik açılım ve çözüm süreci adı altında devam ettirilmiş ve fiili olarak artık işlemeyen sürece geri dönüş çağrısı yapan metni çok sayıda diğer akademisyen ve araştırmacı meslektaşım ile imzaladığım için bulunuyorum.
Hazırlanmış olan iddianame tarafıma bugün itibariyle ulaşmamıştır. Aynı iddianame ilk celsenin görüldüğü 4 Ekim 2018 tarihinde de tarafıma ulaşmamış olduğu gibi, esasında iddianamenin hazırlanmamış olduğu konusunda avukatım tarafından bilgilendirilmiştim.
Ortada iddianame olmadığı için mevcut davanın kamuya yansıyan yüzü dışında açıkçası ne ile suçlandığıma, bunun karşılığında nasıl bir süreç işleyeceğine ve iddianamede tarafıma atfedilmiş olanların ne olduğuna dair en ufak bir fikrim yok, fakat bu konuda tahminlerim bulunmakta doğal olarak.
Yalnız gerçekler ve kanıtlanabilir iddialar ve ithamlar üzerine kurulması gereken hukuksal bir sistemde sanık sıfatıyla karşınızda bulunan benim, elimde tarafıma isnat edilmiş olan suçun tasvirini ve kanıtlarını içermesi gereken iddianamenin bulunmayışının hukuk ve adalet duygumu zedelemesinden bahsederek başlamak istiyorum.
Elimde iddianame olmadığı için meslektaşlarımın konu ile ilgili yaptıkları savunmalarındaki hepsini ilgiyle okuduğum ve her seferinde yeni şeyler öğrendiğim analizleri maalesef yapamayacağım, o nedenle şu an salonda olan herkesin affına sığınıyorum.
Ben savunmamı bu iddianame yokluğunda daha çok insani bir yön üzerinden kurmaya ve vicdanlara seslenmeyi seçiyorum. Avukatım hukuki süreç, iddianame yoksunluğu ve tarafıma isnat edilen suçlamanın haksızlığı konusunda konuşacaktır.
Fakat başlarken diğer meslektaşlarıma isnat edilmiş olan “terör örgütü propagandası yapmak” ve “terör örgütü üyesi olmak” suçlamasını reddediyor ve derhal beraatimi talep ediyorum.
Savunmama bildiriye neden imza attığımla başlamak istiyorum. Bahsi geçen bildiriye özgür iradem ve kimsenin yönlendirmesi ve baskısı altında hareket etmeden imza attım.
Bu imzayı atarken bildirinin açıklandığı günlerde Doğu ve Güneydoğu illerimizde devam eden sokağa çıkma yasakları ve sivillerin can ve mal güvenliğinin kalmadığı bir süreci maalesef ülkece yaşadık ve bunun acıları ile hala yaşıyoruz.
Resmi ve gayri resmi kaynaklarda sayısı yüzler ve binler arasında değişen can kaybının yaşandığı bir zamanda 2016 Ocak ayı içinde bildiri kamuya ilan edilmeden önce internet ortamında okumam sonrası bildirinin imzacısı olmaya karar verdim.
İnsan hayatı ve özgürlükler ve bunlara koşulsuz saygı ailemden bana geçmiş önemli miraslar arasındadır. Gelişimimi ve nasıl bir birey olmak istediğimi kendi kararlarımı almaya başladığımdan beri özgürlükler, onların güvence altına alınması ve haklara saygı üstüne kurmaya çalıştım.
Parçası olmaktan onur duyduğum ve zevk aldığım Akademi içinde özgür düşünce ve kişisel haklara saygıyı, aynı zamanda özgürlüklerin savunulmasını mesleki ve kişisel var oluşumun temelinde konumlandırarak etik değerlerim içinde bir birey olarak yaşamaya çalışmaktayım.
Bahsi geçen bildiride kamuya ilan edilen, sivil kayıplar ve bölgedeki operasyonlar sebebiyle yaşanmış can ve mal kayıpları ile bu kayıpların önlenmesine yönelik dönem içinde bir çaba gösterilmemiş olması, yukarıda bahsettiğim şekilde kişiliğimin ve dünya görüşümün merkezinde yer alan yaşam hakkına saygı ve özgürlüklerin korunması ilkesi ile temelden çelişmekteydi.
Bu konuda duyduğum rahatsızlık ve devletin vatandaşlarını korumak için çaba göstermesini sağlamak, tüm can ve mal kayıplarını engellemek ve özgürlüklerin yeniden tesis edilmesi için kişisel bir çaba göstermek ve tepkimi dile getirmek için bildiriye imza attım.
Yukarıda da belirttiğim gibi bu imza sadece bendeniz tarafından hür irademle, kimsenin yönlendirmesi ya da baskısı altında olmadan verilmiş insani bir karardır.
Halen geçerli olan Anayasa’nın 24., 25. ve 26. maddeleri uyarınca tüm vatandaşlar, aralarında ayrım gözetilmeksizin din ve vicdan hürriyeti, düşünce ve kanaat hürriyeti ve düşüncelerini açıklama ve yayma hürriyetine sahiptir.
Anayasa’dan kaynaklanan bu haklara ek olarak ülkemizin tarafı olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 9. ve 10. maddeleri, aynı zamanda Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Bildirgesi’nin 18. ve 19. maddeleri tüm bireylerin düşünce, din ve vicdan hürriyetleri ile bu fikirlerini ifada etme özgürlüklerine değinir ve bu hakları garanti altına alır.
Son olarak yine Anayasa’nın 90. maddesi gereği uluslararası sözleşmeler ve ülkemizdeki yasalar arasında çelişki olması durumunda sözleşme hükümlerinin uygulanması zorunlu kılınmıştır.
Mevcut tüm ulusal ve uluslararası yasa ve sözleşmeler ifade özgürlüğü, düşünce ve kanaat özgürlüğünü garanti altına alırken; kişisel özgürlüklerin kısıtlandığı, can güvenliğinin olmadığı bir ortamda barışın ve özgürlüklerin yeniden tesis edilmesi çağrısı yapan, devlete vatandaşlarını koruma görevini yeniden hatırlatan ve bu konuda adım atmaya çağıran bu bildirinin ve atmış olduğum imzanın yargılanıyor oluşu ve bu yargılamanın bildiğim kadarıyla “terör örgütü propagandası yapmak” suçlaması üstünden yapılıyor olması ve hem mevcut yasalarla çelişmekte aynı zamanda bu yasalar ile güvence altına alınmış olan ifade özgürlüğümü kısıtlamaktadır.
Doğu ve Güneydoğu illerimizde otuz yılı aşkın bir süredir devam eden ve sayısız cana mal olan bu süreci bitirmeye yönelik olan dönemin hükümeti ve devlet kadrolarının desteği ve katılımıyla başlamış olan “barış süreci” toplumsal bir uzlaşma ve hesaplaşma getirebileceği ve toplumuzun kuşakları arasında aktarılarak devam eden bir probleme dönüşen bu şiddet döngüsüne son verebileceği umuduyla geniş bir katılımla döneminde desteklenmişti.
Bir toplumun iyileşmesi için kendi arasında barışması gerektiği kanaatindeyim. Fakat yıllardır devam eden tüm yıkıcı olaylar sebebiyle toplum özellikle adı geçen bu bölgelerde ortak paydada buluşamayacak derece kamplaşmış ve ayrı düşmüştür.
Uzlaşmanın olmadığı bir toplumsa barışma olmaz, barışmanın olmadığı bir toplumda ise ortak bir payda etrafında kenetlenerek birlikte yol almanın gerçekleşemeyeceğini düşünüyorum. Devletin din ya da etnik köken gözetmeden öncelikle bölge ve sonrasında ülkenin tamamındaki vatandaşlara eşit bir mesafede ve aynı kapsayıcılıkta durması gerektiğine tüm hayatım boyunca inandım.
Sosyal bir sözleşme üzerine kurulmuş olan devlet, vatandaşlar tarafından ve yine vatandaşlara hizmet getirmek ve onları korumak adına kurulmuş ve insanlık kültürünün bu şekilde bir parçası olmuştur.
Devlet içinde iktidar olgusu ise tür olarak tarihimizde hep var olmuş ve maalesef var olmaya devam edecektir. Devam ettiğim doktora programında yürüttüğüm tez araştırma konumda iktidar ve iktidarın duruşu ve aynı zamanda tutumu önemli bir dayanak noktasıdır.
Bir güç olarak iktidar, her daim ve pahası ne olursa kendisini korumak ister ve kendisini yeniden farklı yüzlerde ve kimliklerde yeniden üretir.
Bu yeniden üretim sırasında da kimin hangi bedeli ödediği ya da nasıl bir kayıp yaşadığı iktidar için asla önem taşımamaktadır.
Gücünü korumak için devam edilen bu yeniden üretim ve karşısında olan herkesi ve her şeyi yıkma süreci içinde iktidar yanında olanları ve ona destek verenleri bile yok etmekten çekinmez.
Bu kendisini yeniden üretme ve gücünü devam ettirme düzeni içinde ülkemizin içinden geçtiği ve hak ve özgürlüklerin kısıtlandığı bir dönemde ben ve meslektaşlarımın Anayasa, yasalar ve taraf olduğumuz uluslararası sözleşmeler tarafından güvence altına alınmış olan ifade özgürlüğü hakkımıza karşılık yapılan bu yargılamanın iktidarın kendisini yeniden üretme çabası içinde yeni bir kurban arama gayreti sebebiyle yapılan politik bir süreç olduğuna dair inancım ise tamdır.
Bir vatandaş olarak, demokrasi ve hukuk devleti içinde yaşadığımıza inanmak istiyorum. Bu bağlamda yine hakları ve özgürlükleri bu devlet tarafından korunan ve yasalara saygılı bir vatandaş olarak; devletin ve devleti yönetenlerin ellerindeki gücü kullanma ve bu konuda aldıkları kararların ve sonuçlarının da yine yasalar tarafından denetlenmesi ve kontrol edilmesi gerektiğine inanmaktayım.
Gerek devlet gerekse devleti yönetenler ellerinde tuttukları ve demokratik yöntemlere kendilerine “emanet edilmiş” olan bu gücü kullanırken yasalar ve etik değerlerden muaf değillerdir.
Bu gücü kullanma sırasında altına imza attıkları eylemler ve bu eylemlerin sonuçları da yine bu gücü kullanan bireyler gibi yasalar ve etik değerlerden muaf olmadıkları gibi, gücü kullanan bireyler de mevcut yasalar önünde eleştirilmek ve hesap vermekten muaf değillerdir.
Bir vatandaş olarak hepimizin içinde yaşadığı devletin tahsis edilmesi için tüm imkanlarını seferber ettiği barış sürecinin yeniden kurulması, can ve mal güvenliğinin sağlanması ve temel özgürlüklerin garanti altına alınması için çağrı yapan ve ülkemizdeki birbirinden değerli akademisyen ve araştırmacı tarafından imzalanmış ve devlete ve devleti yönetenlere görevlerini hatırlatan bu metne imza atmış olmam sebebiyle yaşadığım bu yargılama sürecinin derhal sonlandırılmasını talep ediyorum.
Ülke olarak içinde olduğumuz bu hak ve özgürlükler krizi içinde, sarmalda daha gerilememiz için sizlerin politik bir yargılamanın değil, mevcut yasalar, Anayasa ve tarafı olduğumuz uluslararası sözleşmelerde garanti altına alınmış haklarımı korumak ve yine onlar tarafından doğan adaletin saygınlığı tarafında olmanızı diliyorum.
Tüm bu hatırlatmalar ışığında derhal beraatimi talep etmekteyim. (ASŞ/TP)