Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi İletişim Bilimleri Anabilim Dalından Yrd. Doç. Dr. Gülsün Güvenli'nin Barış İçin Akademisyenlerin "Bu suça ortak olmayacağız" bildirisini imzalaması sebebiyle "Terör örgütü propagandası" iddiasıyla Çağlayan'daki İstanbul Adliyesi'nde 37. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılandığı davadaki beyanını yayınlıyoruz.
Başlamadan önce bu ifadeyi hazırlamakta birkaç nedenle çok zorlandığımı söylemek isterim.
Öncelikle, bu ülkede barış talep etmenin daha önceki dönemlerde de sorun yaratmış olduğunu bilmeme rağmen, hala, 21. Yüzyıl dünyasında bunu yaşıyor olmayı kabul etmekte zorlanıyorum.
Öte yandan, aynı davadan farklı mahkemelerde yargılanan meslektaşlarım her birinin altına imza atabileceğim savunmalarında tüm noktalara değindiklerinden söylenecek yeni bir şey kalmadı.
Son olarak ta söylenen hiçbir sözün bu duvarlarda yankı bulmadığı, sonucu değiştirmeyeceği izlenimi edinmiş olmam.
Yine de, madem buradayım “Bu suça ortak olmayacağız” metnine neden imza attığımı anlatmaya çalışacağım.
Öncelikle insan olduğum için. İnsanın onurlu yaşam hakkına sahip olduğuna ve insanlar tarafından kurulan devletlerin, vatandaşlarının can ve mal güvenliğinden sorumlu olduğuna inandığım için.
Anadolu’nun birçok yerinde görev yapmış doktor bir baba ve hemşire bir annenin çocuğu olarak yardıma giden sağlık görevlilerinin bile vurulduğunu duyduğumda duyarsız kalamazdım.
Kadın olduğum için. Şahsen bu ülkenin ayrıcalıklı kadınlarındanım. Kadına saygı duyulan, eşit görülen, okumam ve meslek edinmem için seferber olunan bir evde büyüdüm.
Ama bu, erkeklerin kurduğu ve yönettiği, savaşlar çıkardığı toplumlarda zor koşulların, çatışmalı ortamların en çok kadınları mağdur ettiğini görmeme engel olmadı.
Bir annenin çocuğu ve bir çocuğun annesi olduğum için imzaladım. O yüzden, annesinin yol ortasından kaldıramadığı cenazesini günlerce izlemek zorunda kalan çocukların, çocuğunun bedenini buzdolabında saklamak zorunda kalan annenin çaresizliğine, çatışma içinde günler geçiren çocukların korkusuna duyarsız kalamazdım.
Akademisyen olduğum için imzaladım. Tam 24 yıldır üniversitede çalışıyorum. Sosyoloji, tarih, gazetecilik konularında ders veriyorum.
Verdiğim dersler, yaptığım araştırmalar gereği toplumsal, tarihsel ve güncel olaylar hakkında kendi kanaatlerimizi ve görüşlerimizi özgürce oluşturabilmek için farklı kaynaklı bilgilerden, farklı fikir ve görüşlerden haberdar olmak gerektiğinin bilincindeyim.
Bu nedenle de şiddeti ve ayrımcılığı savunmadığı sürece, yönetenlerin ya da çoğunluğun hoşuna gitsin gitmesin, her bilgi ve görüşün kamusal alanda özgürce ifade edilmesi, dolaşıma sokulması, tartışmaya açılması gerektiğine, uzlaşının, toplumsal barışın ancak bu yolla hayata geçirilebileceğine inanıyorum.
Bu anlamda, akademinin büyük bir sorumluluğu olduğunu, ancak ve ancak tek açıdan bakmayan, özgürce sorgulayan ve eleştiren bir akademinin bilime, demokrasiye, topluma katkıda bulunabileceğini düşünüyorum.
Tüm bunların ışığında olanlar karşısında gözümü kapatamazdım, başımı çeviremezdim, kulağımı tıkayamazdım.
Çünkü çok iyi biliyordum ki ben bakmadığımda, görmediğimde, duymadığımda ölümler, yıkımlar, zorunlu göçler yaşanmamış olmayacaktı.
Bakıp da, görüp de, duyup Da dile getirmemek, hak ihlalleri sorumlularını göreve çağırmamak vicdanımı yaralayacaktı. O dönemde tek yapabileceğim de karşıma çıkan bu metni imzalamaktı.
İddianame sadece devlet kurumlarının operasyonlarından söz ediyor ve gerekçelendirmeye çalışıyor. Ama gerek ulusal gerekse uluslararası saygın kuruluşlar tarafından hazırlanan ayrıntılı hak ihlalleri raporlarına değinmiyor.
Ben bu metni, hak ihlallerine dikkat çekme, devlete vatandaşların can ve mal güvenliğinden sorumlu olduğunu hatırlatma amacını taşıyan, barış çağrısı yapan bir metin olduğu için imzaladım.
Devletten, savaş zamanlarında başka ülke vatandaşlarına karşı bile yerine getirilmesi uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınmış insan haklarına saygı duymasını beklemek ve bunu ifade etmek, en temel vatandaşlık hakkımdır diye düşünüyorum.
İddianame, ismini ilk kez bu iddianame ile duyduğum birinden emir aldığımı ileri sürüyor.
Yaşamı boyunca sadece kendi aklı ve vicdanı ile hareket etmiş biri olarak bu iddiayı hakaret olarak kabul ediyor ve kesinlikle reddediyorum.
İddianame gerçek dışı ve temelden yoksun bilgileri kullanarak manipülasyon ve dezenformasyon yapıldığını iddia ediyor.
İmza metni aslında çok açık. Asıl bu iddianame, metinde ima bile edilmeyen isim ve olaylarla bağlantılar kurarak, hak ihlallerini saptayan raporları yok sayarak, manipülasyon ve dezenformasyonun ne olduğu konusunda güzel bir örnek sunuyor.
Cebir ve şiddete karşı çıkan bir metinden zorlama bir şekilde, gerçekliğin çok uzağına düşen alt ve yan okumalarla cebir ve şiddeti övdüğü sonucuna varan bir iddianame var karşımızda.
Yaşamım boyunca şiddeti öven, sorunları çözmek için şiddeti araç olarak öneren ve kullanan hiçbir yapıyı desteklemedim, desteklemem de.
Sonuç olarak iddianamede yer alan tüm suçlamaları reddediyor, beraatimi talep ediyorum. (GG/TP)