Sabancı Üniversitesi Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi’nden Öğr. Üyesi Erdağ Aksel’in Barış İçin Akademisyenlerin "Bu suça ortak olmayacağız" bildirisini imzalaması sebebiyle "Terör örgütü propagandası" iddiasıyla Çağlayan'daki İstanbul Adliyesi'nde 37. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılandığı davadaki beyanını yayınlıyoruz.
Bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak bir bildiriye kendi irademle ve hiçbir baskı altında kalmadan attığım imzamın ifade özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Ortada yargılamayı gerektirecek bir durum olduğunu dahi düşünmüyorum. Bu nedenle beraatimi talep ediyorum.
Ben Sabancı Üniversitesi’nin öğretim üyelerinden birisiyim. Güzel Sanatlar eğitimimin büyük bir kısmını yurtdışında uzun seneler kalarak tamamladım. Türkiye’de ve yurtdışında çeşitli üniversitelerde dersler verdim.
Gerek Bilkent Üniversitesi gerekse de Sabancı Üniversitesi’nin kuruluşlarında kurucu akademik kadro içinde yer aldım. Akademik kimliğimin yanı sıra sanat çalışmalarımla Türkiye ve başka ülkelerde sergiler açtım; çalışmalarıma çeşitli müzelerde yer verildi.
Sayın Mahkeme Heyeti, karşınızdayım çünkü bir barış çağrısını hiç tanımadığım birisinden aldığım talimatla propaganda kastıyla imzaladığım iddia ediliyor.
Şiddete karşı, barış için katıldığım ilk gösteri napalm bombalarıyla çocukların yakıldığı Vietnam savaşına karşı Washington şehrinde idi. Tabii ki yaklaşık 45 yıl önce de bu gösterilere katılmak için kimseden talimat almamıştım.
Bugün karşınızdayım çünkü 65 yaşımda, bunca yıl bağımsız karar vermiş bir insan olarak, dayanaksız bir iddia karşısında savunma yapmaya çağrıldım.
Uzun yıllardır Görsel İletişim Dili dersini veren bir öğretim üyesi olarak görüntülerin farkında olmayı, görüntüleri okuyup analiz etmeyi, onlara tepki vermeyi ve dönüştürmeyi içselleştirdim ve öğrencilerime bu becerileri kazandırmaya çalıştım.
Kişisel olarak görsel iletişim diline dair bilgilerimi her zaman bağımsız sanatsal ifade amacı ile kullandım. Bugüne kadar ticari bir malın dahi reklamını yani propagandasını yapmak için görselliğe ve iletişime ilişkin bilgilerimi kullanmadım.
Bağımsız ve eleştirel düşüncenin gerek akademik çalışmalarımın gerekse de sanatsal üretimimin temelinde yer aldığını ve benim için yaşamsal önemde olduğunu söylemek isterim.
35 yıllık öğretim üyeliği döneminde binlerce öğrenci yetiştirdim ve onlara da bağımsız ve eleştirel düşüncenin önemini anlatmaya, onların kendi seslerini bulmalarına yardımcı olmaya çalıştım.
Bunca yıllık öğretim üyeliğimin yanı sıra, bir yurttaş olarak, gerekli gördüğümde siyasal iktidarın uygulamalarını eleştirmeyi, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının barış içinde yaşamalarına yönelik düşünce ve kanaat beyan etmeyi, yasal haklarım arasında görüyorum.
Bir vatandaş olarak, 2015 yılı yaz aylarında güneydoğudan gelen haber ve görüntülere duyarsız kalmam söz konusu olamazdı. Nasıl Suriye’de ve Gazze’de şiddet gören çocuklara karşı duyarsız kalamıyorsam, vatandaşı olduğum ülkede yaşananlar da vicdanımı yaralıyordu.
Yaşadığım topraklarda olan bitenlere duyarsız kalmamaya, vicdanımı köreltmemeye önem veriyorum. Beyaz bayraklarla taşınan hastaları, sokaklarda kalan cesetleri televizyon kanallarında hep birlikte izledik.
Elbette yasalarla belirlenen durumlarda kolluk güçleri silah kullanırlar ancak yerleşim merkezlerinde sivil vatandaşların güvenliğinin ve insani gereksinimlerinin öncelikli olarak sağlanması beklenir.
Benim edindiğim izlenim, 2015 yılı yaz aylarında güneydoğu illerinde yaşayan birçok sivil vatandaşın, sağlık hizmetlerine ulaşmak, konut ve barınma gibi bazı temel hak ve özgürlüklerinin ihlal ediliyor olmasıydı. Buna duyarsız kalamazdım.
Bu olaylardan ve bu bildiriden kısa bir süre önce siyasal iktidar tarafından organize edilen “Çözüm Süreci,” huzur içinde yaşayabileceğimiz bir ülkeyi hayal etmemizi sağlamıştı.
“Çözüm Süreci”nde siyasal iktidar tarafından akil insanlar olarak görevlendirilen birçok arkadaş ve meslektaşımı barışa yönelik samimi çabalarında desteklemiş ve yüreklendirmeye çalışmıştım. Bunun sonrasındaki gelişmeler ve görüntüler doğal olarak büyük bir hayal kırıklığı yaratmıştı.
Bu bildiriyi bu samimi duygu ve düşüncelerle imzaladım. Metnin bütününe baktım ve o sırada izlediğim haberler ve gördüğüm görüntülerle ilgili olarak benim endişelerime yakın bir metin olduğunu düşünerek imzaladım.
Türkiye’nin ilk üyeleri arasında yer aldığı Avrupa Konseyi tarafından hazırlanan bir raporda terörün kendisinin temel bir insan hakkı ihlali olduğunun, bununla birlikte devletin terörle mücadelesinin insan haklarına saygılı olmak ve hukuk devleti sınırları içinde kalmak zorunda olduğunun altı çizilmektedir.
Ben de benzer düşünceler ile bu bildiriyi imzaladım.
Bildirinin muhatabı siyasal iktidar idi. Bu ülkenin bir vatandaşı olarak “Çözüm Süreci”nde öngörülen barış ortamına dönmeye yönelik maruzatımı daha önce de bu süreci organize eden siyasal iktidara yönlendirmeyi uygun buldum.
Bildiriyi şiddete övgü veya çağrı içermediği düşüncesiyle imzalamakta bir sakınca görmedim. Barış istemenin dışında bir kastım söz konusu olamaz.
Siyasal iktidardan barış ortamına yönelik çalışmaları tesis etmesi ve insanların birlikte huzurla yaşayabilmelerini mümkün kılması için talepte bulunmaya ve bu talebi ifade etmeye bir vatandaş olarak hakkım olduğunu düşündüm.
Yasaların vatandaşların siyasal iktidarı eleştirmesini mümkün kıldığına inanıyorum. Hatta eleştirel düşüncenin gerekli ve sağlıklı olduğuna inanılan bir ülkede yaşadığımı ummak istiyorum. (EA/TP)