Arel Üniversitesi Sosyoloji Bölümünden Öğr. Gör. İlkay Özkuralpli’nin Barış İçin Akademisyenlerin "Bu suça ortak olmayacağız" bildirisini imzalaması sebebiyle "Terör örgütü propagandası" iddiasıyla Çağlayan'daki İstanbul Adliyesi'nde 33. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılandığı davadaki beyanını yayınlıyoruz.
Bugün burada bulunma sebebim 11 Ocak 2016 tarihli “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı metne imza atmış olmamdır. İmzaladığım bu metin, barış, şiddetsizlik ve en önemlisi adalet talepleri içermektedir.
Şüphesiz ki bu talepler, vatandaşı olduğum devlete yöneliktir. Tekrar etmek pahasına söylemeliyim, vatandaşı olduğum devletten barış talep etmek en temel hakkımdır. Kaldı ki bir hak olmanın yanı sıra, vatandaşlarının “yaşam hakkını” korumakla yükümlü devlet kurumuna yine bir vatandaşı olarak barış talebi iletmek demokratik bir toplum düzeninde aynı zamanda görevimdir de.
Bu noktada, metin çok açık bir şekilde şiddeti durdurma çağrısıdır. Özellikle giriş bölümünde yer alan ifadeler, birer “karalama” değil, ulusal ve uluslararası resmi raporlarda yer almış ve verilere dayandırılmış olgulardır.
Bu anlamda, iddianamede öne sürüldüğü üzere metnin savaş ve çatışmaya davet ettiği ve bir propaganda olduğu iddiası da her türlü dayanaktan yoksundur.
Yine aynı şekilde, herhangi bir somut delil göstermeksizin tarafından talimat aldığım iddia edilen şahsın adını ilk kez iddianamede gördüğümü belirtmek isterim.
Kaldı ki, insani ve vicdani kaygılarla arkasında durduğum bu imzayı, özgür irademin yok sayılıp, herhangi birinden aldığım bir talimatla attığım iddiasını da zul addederim.
Bu iddiaların temelsizliğini incelemeyi ve hukuki tartışmasını avukatımıza bırakacağım. Ben daha ziyade, dilim döndüğünce bana bu metne imza attıran nedenleri açıklamaya çalışacağım.
Bu metni internet ortamında gördüm ve hiç tereddütsüz imzaladım. Bu tereddütsüzlük, her türlü norm/alin şiddetinden nasibini almış; dili, dini, ırkı, cinsel kimliği, cinsel yönelimi sebebiyle tahakküm altına alınmış her türden var oluşun yaşam hakkını dert edinmem ile alakalıdır.
Bu tereddütsüzlük, 90’ların bihaber çocuklarından biri olmanın utancını ve vicdan yükünü taşımakla alakalıdır. Bu tereddütsüzlük, hakikat arayışını sadece bir bilme ve sorgulama etkinliği olarak değil, aynı zamanda hemdertliği mümkün kılabilen bir arayış olarak anlamamla alakalıdır.
Başkasının acısını bilebilirsiniz, zira bu süreçte gerek sosyal medya gerek süreçle ilgili raporlar bunu herkes için mümkün kıldı. Fakat bu bilme hali, eğer karşınızdaki kendini söz konusu derde/acıya açmıyorsa bir hakikat dayatmasından öteye gidemez.
Dolayısıyla bu tereddütsüzlük, çok değerli hocalarımdan akademisyenliğin sadece başkasının acısını bilmekten değil aynı zamanda o acıyla hemdert olabilmekten geçtiğini öğrenmemle alakalıdır. Fakat başkasının acısına kendini açma talebi, devlete yönelik bir talep olamaz.
Devlet söz konusu acının koşullarını meydana getiren adaletsizliği ortadan kaldırmakla sorumludur; işte bu yüzden bu adaletsizliğin ortadan kalkmasını, çözümü, şiddetsizliği talep edebileceğim tek merciinin devlet olduğunu bilmemden kaynaklıdır tereddütsüzce imzalamam.
7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra başlayıp, 2016 Ocak ayında ilan edilen sokağa çıkma yasaklarıyla güneydoğuda giderek büyüyen şiddet ortamı ve sivil can kayıplarına dair haberlere kayıtsız kalabilmem mümkün değildi.
Bu şiddet ortamının durması ve tüm bu kayıplara yönelik adaletin tesis edilmesine dair talebimi kapsayan “Bu Suça Ortak Olmayacağız” isimli metni bir vatandaş, bir öğrenci ve bir akademisyen adayı olarak imzaladım.
Devletin kendi vatandaşlarının can kayıplarını önlemesini, insan haklarına yönelik ihlalleri soruşturmasını, şiddetsizliği ve barışı talep eden bir metni imzaladığım için terör örgütü propagandası yapmakla suçlanmayı kabul edebilmem mümkün değildir.
Tüm bu sebepler uyarınca, üzerime atılı tüm suçlamaları kesinlikle reddediyor ve beraatımı talep ediyorum. Saygılarımla. (İÖ/TP)