Şimdi anlatacağım hikâye her ne kadar benim hikâyem gibi gözükse de aslında sizin hikâyeniz. Hepiniz bu hikâyenin bir parçasısınız.
Temmuz 1987'de başlayan ve 30 Eylül 1993 tarihinde fiziksel olarak olmasa da ruhen biten bir hayat öyküsü bu.
Babam Mecit Baskın, Yüksekova'ya bağlı Dağlıca (Oremar) bölgesinde dünyaya gelmiş. Sonradan çok kalabalık olacak bir ailenin en büyük erkek çocuğu. Bilenler bilir, bölgede erkek çocuklarına ekme biçme ve eve ekmek getirme konusunda misyon yüklenir ve onlar bu saiklerle büyütülür.
Babamla tek anım: Kaçırıldığı gün
İlginç biçimde bir okuma isteği doğmuş babamda ve bu hikâye tam olarak bu okuma isteğinin başladığı yerde başlıyor aslında. Dedemin sürekli söylediği bir cümle yankılanır kulağımda: "Otur dedim, gitme dedim ama gitti..."
Bin bir zorlukla başladığı okul hayatı, nihayetinde memur olması ile sonlanmıştı. İlk görev yeri de doğduğu topraklar. Akabinde kısa süre Uludere ve nihayetinde Ankara'da Altındağ Nüfus Müdürü oldu.
35 yıllık hayat serüvenimde babamla ilgili aklımda kalan tek bir anı var: Kaçırıldığı gün. Yani 30 Eylül 1993...
O gün devlet baba, babalığını unutmuş bugün meydanlarda sevdiklerinin resimlerini göğüs hizalarında taşıyan çocukların ebeveynlerini kaybetmek ve katletmekle uğraşıyordu.
Üç kardeşiz biz, en küçükleri olarak ben Ankara'nın Bala ilçesinde doğdum. Tabii ben hatırlayamıyorum hiçbir şeyi. Ne babama ait bir anıyı ne de insanlara anlatabileceğim güzel bir hikâyeyi...
Sizin geleceğinize hiç kurşun sıkıldı mı?
"Ölü çocuklar ülkesi" diyorum buraya, zira babamla bir geleceğim olmasına mani oldular.
Benim geleceğimi öldürdüler 2 Ekim 1993'te. Üç kurşunla. Sizin geleceğinize hiç kurşun sıkıldı mı? Bilmezsiniz siz beni, bizi...
Hani "Bir fotoğraf çok şey anlatır" denir ya, peki ya iki fotoğraf? Babaları, anaları, yakınları gözaltında kaybedilen ve katledileniz biz. Tanıyın artık bizi, başlarımızın üstünde, kimi zaman bile isteye kalbimize yakın tuttuğumuz o fotoğraflardan tanıyın bizi.
Esasında sözcüklerin en kifayetsiz kaldığı andayım belki de. Belkisi fazla, fotoğraf benden çok daha anlaşılır. İlkinde babamın omuzlarındayım, Fethiye'de. İkincisinde babam benim omuzlarımda! Ama bir fotoğraf olarak, üzerinde "gözaltında öldürüldü" yazılan...
İlki Ölüdeniz'de çekildi, ikincisi Galatasaray Meydanı'nda...
Akıl tutulması
İnanılmaz bir akıl tutulması vardı, keza 2011 yılında "Mecit Baskın'ı biz alıp sorgulayıp öldürdük" diye ifade verdikten sonra tutuklanan Ayhan Çarkın isimli eski özel harekât polisi bu katletme kararlarının Milli Güvenlik Kurulu'nda (MGK) alındığını iddia ediyordu.
Düşünsenize MGK'de koca koca bürokratlar, bakanlar, başkanlar, komutanlar oturmuşlar, insanların hayatını gasp edip cinayetleri iz bırakmadan temizlemeyi konuşup kararlaştırıp maşaları ile eylemselliğe geçirmişler.
Pek tabii sadece onu değil, koca bir aileyi de karanlık bir girdaba soktular. Bizlerden bu ölümü sindirmemizi ve sesimizi çıkarmamamızı beklediler. Çünkü güçlüydüler.
İşte tam da bu haleti ruhiye içinde büyümek zorunda bırakıldım. Korkunç bir manzara vardı ve ben henüz 5 yaşımdaydım. Ölüm, öldürme, kaybetme, gözaltı cümlelerine çok küçük yaşta aşina oldum, sayısını tahmin edemeyeceğim kadar Kürt çocuğu gibi.
Okula başladığım ilk gün, anne babası için ağlayan çocuklardan olmamıştım. Garip bir özgüvenim vardı bende. Sanırım, bu olay beni küçükken biraz olsun olgunlaştırmıştı.
Adalet arayışı
Annemin beni, "Sakın kimseye babanın öldürüldüğünü söyleme" cümlesi ile okula bırakmasını hiçbir zaman unutamadım ben mesela. Çünkü o korku iklimi bütün hayatımıza sirayet etmişti.
Kendimi tanımlamak, haksızlığa karşı dik durabilmek, kaybettiğim sevdiğimin akıbetini sorabilmek için biraz büyümem gerekiyordu. Benliğimde büyüttüğüm o kara günlerin bir nebze olsun aydınlanabilmesi için babama dair hatıraları karıştırmakla ve onu tanımakla olacağının farkına vardığımda ise genç bir delikanlı olmuştum diyebilirim.
"Adalet"e ulaşmak amacıyla hukuk okumaya karar verdim. "Durun bir dakika, burada bir haksızlık var ve benim sinememem, korkmamam lazım" diye düşünmeye başladığımda ise Cumartesi Anneleri ile tanıştım.
İçinde saf sevginin barındığı ve sadece sevdiklerinin akıbetini sorgulayan anneler, babalar, Cumartesi İnsanları...
Yaraları birbirine benzeyen insanlar
El ele tutuşup başkasının kaybını kendi öz evladının akıbetini sorar gibi Galatasaray Meydanı'nda oturup bir fotoğraf ile göklere kaldırdıkları fotoğraflarla arayan anneler... İşte benliğimi tam olarak o meydanda kazandım ben.
Artık Mecit Baskın sadece benim değil, faili meçhul cinayetlere kurban giden bütün annelerin de kaybıydı ve bu sahiplenme duygusu bugün beni bu cümleleri yazmama yol açan olguydu.
Kalbime yakın bir yerde tutardım
Babamın fotoğrafını göğüs hizamda, kalbime yakın bir yerde tutardım. Onu tanımamış olmak, onun fikirlerine sadece insanların anlatımları ile aşina olmanın büyük bir ağırlığı vardı benliğimde.
Eksik büyümüştüm ben, yarım bırakılmıştım, bir daha hiç tamamlanmamak üzere...
Başardım, 2013 yılında hukuk fakültesinin kazandım. Hasbelkader aynı yıl babam Mecit Baskın'ın katledilmesi olayının 20 yıllık zaman aşımına uğratılmasına 10 gün kala, Mehmet Ağar'ın başını çektiği çeteye ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istemi ile dava açılmıştı.
Eski özel harekât polisi Ayhan Çarkın, "Mecit Baskın'ı biz öldürdük" diyerek savcılığa ifade vermiş ve anlattığı olay örgüsü, yer gösterme ve ifadelerindeki tutarlılık sebebi ile tutuklanmıştı.
Hukuk fakültesinden 2017 yılında mezun oldum. Adalet arayışını artık hem Galatasaray Meydanı'nda hem de "Adalet mülkün temelidir" (!) diye yazılan mahkeme salonlarında sürdürme fırsatı doğmuştu.
Devletin yüzsüzlüğü
Ancak bu devletin adalet yüzünün olmadığını, devletin tüm o yüzsüzlüğü ile bir bir gördüm. Onlarca bürokrat, eski vekil, gazeteci ve olay ile ilgili kişilerin vermiş olduğu ifadelerde cinayetin devletin etkin ve yetkin kıldığı kişiler tarafından işlendiği aşikâr olmasına rağmen, 10 yıl sonra, 2023 yılında tüm sanıklar hakkında beraat kararı verildi.
Ben ve benim gibi yarım bırakılmış onlarca çocuğun benliğindeki "adalet" olgusu bu kararla her ne kadar sekteye uğramış olsa da bizlerin mücadelesi, her zaman söylediğim gibi, aslında yeni başlıyor.
Seçim sizin:
Ya mazlumdan yana olacaksınız ya da katledenden...
Ya Roboskî'den yana olacaksınız ya da Roboskî'yi bombalayan skorskyden...
Ya Berfo Ana'dan yana olacaksınız ya da Kenan Evren'den...
Bu hesap saf iyi ile saf kötü arasında cereyan eden hesaptır. Ben ve benim gibi yarım bırakılmış çocuklar için mücadele etmek, insan hakları kavramına inanan tüm insanların boynunun borcu olmalıdır.
Babamı katleden 'devlet büyüklerinin', evlerinde torunlarının başını huzurla okşamalarına izin vermemeliyiz.
Mücadelemin ana teması, bir daha hiçbir çocuğun babasının, annesinin veya sevdiğinin akıbetini sormak için meydanlara çıkmadığı bir dünya yaratmaktır.
Hepimizin hikâyesi
Sizlere devlet eli ile işlenmiş binlerce faili meçhul cinayetten sadece birini anlattım. Aslında sizlere benimki gibi gözüken ama aslında hepimizin hikâyesini anlattım. Üstelik sadece fragmanını!
Seçim sizin ya mazluma el vereceksiniz ya da katillerin istediği sindirme projesinin bir parçası olacaksınız.
Asıl mesele bu cinayetlerle ya yüzleşmektir ya da yüzsüzleşmek.
Devlet baba, yüzsüzleşmeyi seçti peki siz neyi seçeceksiniz?
(EB/NT)