Kadın haklarını savunmak birçoğumuzun görevi oldu. Ne zaman sesimizi yükseltsek, “Erkek düşmanı mısınız?” diyenlerle karşılaşır olduk.
Oysa mesele asla erkekler değil, mesele kadınları sistemli bir şekilde dışlayan bir düzenin varlığı. Bu düzenin devam etmesinde maalesef bazı kadınlar da rol alıyor. Biz kadınlar, birbirimize destek olma konusunda yeterince başarılı olamıyoruz. Kabul edelim, önce kendi içimizdeki bu zihniyetle yüzleşmeliyiz. Ancak ondan sonra kadın-erkek hep birlikte bu erk sistemle mücadele edebiliriz.
Sorun sadece toplumun erkeklerle ilgili algısı değil; kadınların da çocuk yetiştirmede dengesiz davranışlar sergilemesi. Erkek çocuklarını adeta ilahlaştırıp şımartan anneler, kız çocuklarına daha sert davranıyor. Bu çocuklar büyüdüğünde de ortaya garip bir ilişki döngüsü çıkıyor. Evliliklerde, sevgide herkes aynı şeyi istiyor: İlgi!
Kız çocukları küçükken sevgiye ve ilgiye aç bırakıldığı için, evliliklerinde bu açlığı doyurmak istiyor. Erkekler ise annelerinden gördükleri sürekli şefkatin devamını bekliyor. İki taraf da kendi açlığını doyurmak için çırpınırken, evlilikler çatırdıyor, aşklar hızla tükeniyor. Çocuk yetiştirirken adil olamayan kadınlar, bir gün kendileri için adalet bekler hale geliyor.
Nalan'ın hayatı buna çarpıcı bir örnek… Genç yaşta ailesinin tüm itirazlarına rağmen sevdiği adamla evlendi. Her şey güzeldi; günler birbirini kovalıyordu. Ancak çocuk sahibi olamayınca ilişkide mesafe oluştu. Bir gün Nalan’ın hayatı tamamen değişti. Çocuk sahibi olma çabasıyla yaptığı bir kontrol sırasında meme kanseri olduğunu öğrendi. Ameliyat oldu, ama kocası onu terk etti. Hem hastalığın, hem de yalnızlığın içinde kaybolmuştu.
Ailesi de bu süreçte ona destek olmadı. İstemediği bir evlilik yaptığı için ailesi ona kapılarını kapattı. Bir süre kız kardeşinin yanında kaldı; ancak orada da huzursuzluklar başladı. Nalan’ın artık sığınacak yeri kalmamıştı. Belediyenin konukevine yerleşti.
Hayatına dair umudunu kaybetmişti. Bir gün doktoru Esra, onu ressam arkadaşı Serap’ın atölyesine götürdü. Serap ona destek olmaya çalıştı. Ancak Nalan ilk günlerde atölyede hiçbir şey yapamadı. Derken bir gün sinirleri boşaldı ve atölyeyi dağıttı. Haykırıyordu: "Ben hiçbir işe yaramıyorum, beni kimse istemiyor!" Serap onu sakinleştirip yeniden başlaması için cesaret verdi. Bu süreçte Nalan’ın içindeki kırıklıklar yavaş yavaş iyileşmeye başladı. Resim yaparken huzur buldu. Resimleri o kadar güzel oldu ki, sergiler düzenlemeye başladı.
Ancak hayatını tam anlamıyla yoluna koymak için bir şansa daha ihtiyacı vardı. Maddi imkânları kısıtlıydı ve barınacak yeri yoktu. İşte o sırada yıllar önce vefat eden teyzesinin eşi Ekrem* devreye girdi.
Ekrem*, Nalan’a birlikte yaşamayı teklif etti. Yaşlılık döneminde birbirlerine destek olacakları, Nalan’ın hem tedavisine hem de sanatsal çalışmalarına devam edebileceği bir ortam oluşturmak istiyordu. Nalan kabul etti. Bu anlaşmalı evlilik sayesinde Nalan sanatını daha ileriye taşıdı, uluslararası sergiler bile açtı.
Bu noktada bazı sorulara yeniden bakmak gerekiyor:
- Neden oğlumuza gösterdiğimiz özeni kızımıza göstermiyoruz?
- Hastalıkta bile birbirimizi yalnız bırakacak kadar nasıl dışlanabiliyoruz?
- Aile dediğimiz kavram ne kadar gerekli? Aile sadece iyi günde mi aile olmalı?
- Birbirimizi desteklemek neden bu kadar zor?
- Nalan’ın doktoru Esra, ressam Serap, neden ona bu kadar anlayışlı davrandı?
- İnsanlar, özellikle kadınlar, hayatta kalmak için meslek sahibi olmadan yalnızca bir eşe dayanarak mı yaşamalı?
- Bireysel özgürlük nedir? Düşenin elinden tutmak neden bu kadar zor?
Bu soruların cevabını bulmadan bir yere varamayız. Kadınlar olarak hem dışlanıyor hem de birbirimize destek vermekte yetersiz kalıyoruz. Kendi yaralarımızı sararken, başkalarına omuz vermekten neden bu kadar uzağız?
Birbirimizin yurdu olmak mı zor, yoksa kurdu olmak mı daha kolay?
İşte hayat bu iki seçenek arasında gidip geliyor. Y ile K arasında kalmışız. Artık bir seçim yapma vaktimiz gelmedi mi?
Bu yazı, Uçan SÜpürge Vakfı'nın düzenlediği Yerel Kadın Muhabirler Ağı projesi kapsamında yayınlandı.
(AÇA/EMK)
*Soyadının kullanılmasını istemediği için böyle yazmayı tercih ettik.