*Fotoğraf: Hafıza Merkezi. Cumartesi İnsanları Dargeçit'te kaybedilen Seyhan Doğan'ın katillerinin bulunmasını istiyor.
Yazının Kürtçesi / İngilizcesi için tıklayın
|
Sylvie Thénault, Cezayir’in sömürgeleştirilmesi üzerine çok önemli çalışmaları olan bir tarihçi. Sömürgecilik dönemindeki farklı şiddet biçimleri, Cezayir’in bağımsızlığını engellemek için kurulmuş Organisation Armée Secrète isimli kontrgerilla örgütünün faaliyetleri ve özellikle bu örgütle Cezayir’de yerleşik Fransızlar arasındaki örtük ve açık işbirlikleri, ele aldığı konulardan bazıları. Mülakat verdiği bir podcast kaydında önce kendi çalışmalarını etraflı bir şekilde anlatıyor ve Fransız Cezayir’i fikrinin öğrenciler, eski ordu mensupları, yerel politikacılar gibi farklı gruplar için ne kadar önemli olduğunu, bu fikrin onları sömürgeci rejime nasıl sıkı sıkıya bağladığını vurguluyor.
Cezayir ve Fransa hafıza sahası
Sonra, sömürgeci rejimin özellikle bilgi üretilen farklı yapılarda bugün de devam eden mirasının altını çiziyor. Ardından, kendisine en çarpıcı gelen durumu dinleyicilerle paylaşıyor: Thénault’ya göre genel olarak sömürgecilik ve özel olarak da Cezayir’in sömürgeleştirilmesi, bugün bile Fransız toplumu, hatta belki en geniş anlamıyla Fransız solu nezdinde, mahkûm edilen bir olgu değildir.[1]
Bu durumun kendisi için ne kadar çarpıcı olduğunu birkaç sefer vurguladıktan sonra Thénault çok temel bir sorunu ifade ediyor. “Faillerin yargılanmasından, sömürgeci geçmişle hesaplaşmak için oluşturulacak giderim mekanizmalarından, somut taleplerin yerine getirilmesinden söz etmiyorum bile” diyor. “Sadece ‘sömürgecilik çok büyük ve şiddetli haksızlıklar içeren kötü bir tecrübedir’ gibi basit bir yargı cümlesini kurmaktan ve bu tecrübeyi mahkûm etmek konusunda bir uzlaşıya varmaktan çok uzağız” diye ekliyor. Fransa hafıza sahası, konu sömürgecilik ve ırkçılık olunca, en temel politik cümleyi kurabilmekten yoksun durumda.
Almanya örneği
Fransa geçmişle hesaplaşma konusunda Avrupa’nın en kötü talebelerinden biri diyerek avunabiliriz. O zaman bu konuda kimi anaakım sosyal bilimciler tarafından neredeyse ‘mükemmel örnek’ olarak anılan Almanya’ya geçelim.
1945 sonrası yeni Avrupa’nın kuruluşunda önemi olan geçmişle hesaplaşma dalgasının aslında Soğuk Savaş’ın hür dünyasının anti-komünizmiyle, reel politik kaygılarıyla ilişkili olduğunu ve hesaplaşma denen sürecin olabildiğince sınırlı tutularak esasen yeni bir yönetim tekniği olarak tasarlandığını şimdilik unutalım.
Holokost ve sömürgecilik
*Auschwitz kampı/ Fotoğraf: Amerika Birleşik Devletleri Holokost Anıt Müzesi
Almanya kısmi bir ‘Nazilerden arındırma’ süreci yaşadığından Fransa’ya göre daha iyi bir örnek diyelim ama bugün oraya baktığımızda da -bir açıdan- benzer bir manzarayla karşılaşacağız. Almanya’da geçmişle hesaplaşma sahasının önemli aktörleri, Holokost’u diğer soykırımlarla, sömürgecilikle, sömürgeci kıyımlarla birlikte ele almayı savunan tarihçileri, geçmişte farklı terimlerle yapılmış benzer tartışmaları da hatırlatacak şekilde, yakınlarda yeniden topa tuttu.
Bu muhafazakâr yaklaşıma göre, Holokost biricik soykırımdı çünkü Yahudilerin mutlak olarak imhası asıl amacıydı. Dolayısıyla sınırlı ve pragmatik amaçları olan diğer soykırımlarla karşılaştırılamazdı. Bu muhafazakâr tarihçilerin bir sonraki cümlesi de anti-siyonizmin, anti-semitizm olduğu.[2] Geçmişle hesaplaşma çerçevesinin kabesi Almanya’da, Holokost’u 20. yüzyılın diğer sömürgeci ve ırkçı şiddet biçimleriyle birlikte düşünmeye karşı çok güçlü bir tepki var. İşler en iyi olarak anılan örnekte de pek parlak gitmiyor gibi.
Avrupa’da neo-faşist hareketlerin söylemi
2000’li yılların başında olduğu gibi “Türkiye geçmişle hesaplaşmalı çünkü Avrupa bunu yaptı” demek, normatif bir örnek olarak Avrupa’nın bu konudaki ısrarının altını çizmek bugün çok daha zor. Zaten Avrupa’nın kendisi de artık epey parçalı gözüküyor, yükselen neo-faşist hareketlerin de etkisiyle geçmişle hesaplaşma talepleri şöyle dursun, yorgun bir inkarcılık, eski kuşaklarla ve yeni kuşaklarla bambaşka şekillerde de olsa, kendini kısmen yenilemiş durumda.
Yükselen neo-faşist hareketlerin birkaç alametifarikası var. Bunlar LGBTQİ+ hareketleri düşmanlığı ve kutsal aile mitinin yeniden üretilmesi, göçmen/yabancı düşmanlığı, kürtaj karşıtlığı ve trans hakları başta olmak üzere beden bütünlüğüne itiraz ve görünürdeki ‘finans kapitalin egemenliğine son’ patırtısına rağmen işçi sınıfının tüm kazanımlarına karşı muazzam bir saldırı olarak özetlenebilir.
Ayrıca, bu neo-faşist hareketlerin en önemli politika akslarından birini de, sömürgecilik nostaljisi, Holokost ve soykırım apolojisi, inkarcılık ve devlet suçlarını üstlenerek hamasi bir milliyetçilik ve militarizm övgüsüyle özetlenebilecek bir ‘geçmişle gurur duyma’ çerçevesi olarak tanımlayabiliriz.
Fransa ve Polonya
Bir örnek Fransa’dan. Fransa klasik faşizminin soytarı türünden bir temsilcisi olarak adlandırılabilecek sözcüsü Eric Zemmour, Cezayir sömürgeciliğinden II. Dünya Savaşı’ndaki Nazi işbirlikçiliğine Fransız tarihinin farklı evrelerine dair çok sayıda ırkçı, sömürgeci ve milliyetçi mit üretti. Başkanlık seçimi kampanyasının en önemli ayaklarından birini ‘geçmişinden utanmayan gerçek Fransızlara çağrı’ olarak formüle edebiliriz. Zemmour’un seçim kampanyası devam ederken, farklı yaklaşımlara sahip pek çok tarihçi, bir araya gelerek Zemmour Tarihe Karşı başlıklı bir broşür yayımladı. Broşürün yayımlanma amacını da Zemmour’un yaptığı tahrifatlara karşı mesleğin gereklerini yerine getirmek olarak ifade etti.[3]
Diğer örnek Polonya’dan. Polonya’nın Holokost sürecindeki rolünün abartıldığını ileri süren Polonya’nın aşırı sağ ve neo-faşist hareketlerinin en önemli politika alanlarından biri, Holokost inkârı ve tarihsel revizyoncu tezleri öne çıkararak uğraştıkları geçmiş meselesi.[4]
Geçmişin işlenme biçimleri
Kısacası hafıza, geçmiş ve Adorno’nun söylediği şekliyle söylersek “geçmişin işlenme biçimleri”, bugün pek çok faşist hareketin politikasının ana meselelerden biri haline geldi. Biz ister ilgilenelim ister ilgilenmeyelim, adına ne dersek diyelim, hafıza sahası, daha genel çerçevede geçmişin farklı politik yaklaşımlarla ele alınma biçimleri, bugün dünya çapında neo-faşist hareketlerin, binbir türlü sağcılığın, muhafazakârlığın hedefinde.
İyi Günde Kötü Günde’nin bölümlerini podcast platformlarından dinleyebilirsiniz: Spotify, ApplePodcast, Youtube
Öte yandan durum sadece bundan ibaret değil. Çünkü farklı faşizmler güçlenerek geçmiş ve hafıza tartışmalarına el koymak için ne kadar uğraşsa da aynı zamanda pek çok taban hareketi, radikal ve devrimci grup da geçmişle bugünün sürekliliğini kurarak geçmişin hayaletlerini bugünün kurtuluş mücadelelerine ekliyor. Amerika Birleşik Devletleri’nden İngiltere’ye, Fransa’dan Yunanistan’a pek çok sömürgecilik karşıtı, radikal, köktenci hareket, kimi sömürgecilerin heykellerini devirerek[5] kimi şehrin çeperine tıkıldıkları banliyölerdeki polisin şiddetine karşı ayaklanarak sokaklardan seslerini yükseltiyorlar. Bu hareketlerin kendilerinden birkaç on yıl önceki görece daha mutedil muadillerinden en önemli farkları, geçmişin hayaletleriyle bugünün sömürü ve tahakküm ilişkilerini, o ilişkilerin bekçilerini ilişkilendirerek politika yapmaları.
Başka bir şekilde söylersek, bu yeni kuşak ırkçılık ve sömürgecilik karşıtı taban hareketleri, geçmişi olmuş bitmiş ve kapanmış bir olaylar kronolojisi olarak görmek yerine bugün içinde yaşadıkları modern ırkçı kapitalizm koşullarıyla ilişkilendirerek, geçmişin şimdi’yle ilişkisini kurarak yeniden ele alırlar. Dolayısıyla geçmişin işlenme biçimleri sadece farklı faşizmlerin elinde değil, farklı kurtuluş ve özgürlük hareketlerinin elinde de bir mücadele biçimi olarak her gün yeniden kuruluyor.
Türkiye ve hafıza dönüşü
Türkiye’ye gelirsek, Türkiye bağlamında geçmişin işlenme biçimlerine dair belirli paradoksların içindeyiz gibime geliyor. Öncelikle şunu söyleyeyim, Türkiye’nin bir unutma/amnezi ülkesi olduğu konusundaki yaygın ön kabule katılmıyorum. Türkiye’nin hem radikal politik hareketlerinin hem de anaakım siyasi geleneklerinin kendini kurma biçimlerinde geçmişin, Osmanlı İmparatorluğu ve Cumhuriyet dönemi geçmişinin değerlendirilmesi önemli bir yer tutar. Üstelik Türkiye’de, kökenlerini 1990’lı yıllara kadar götürebileceğimiz ama özellikle 2000’lerin başından itibaren oluşmuş ve geçmişle kurulacak yeni ilişki biçimleri ve belki de bir hafıza adaleti talep eden yeni bir hafıza sahasının oluşmasına yol açan bir hafıza dönüşü’nden söz edebiliriz.[6]
Sanat alanındaki çalışmalardan, yeni kuşak sivil toplum örgütlerinin faaliyetlerinden ve pek çok eleştirel akademik çalışmadan oluşan bu saha, aynı zamanda elbette Türkiye’de geçmişin işlenme biçimlerine dair politika yapan pek çok hareketin politik mobilizasyonuyla karşılıklı bir etkileşim içinde.
Yarattığı önemli birikime rağmen bu sahanın genel olarak ırkçılık ve sömürgecilik temelli yaklaşımlardan fazla uzak durduğunu, geçmişle hesaplaşma biçimlerine kolektif mücadeleler çerçevesinden ziyade salt bir bireysel haklar ve özgürlükler ekseninden baktığını ve geçmişin suçlarını zaman zaman küçülten, hafifleten ve gevşek terimlerle tartışan bir dil kurduğunu düşündüğümden, bu birikime eleştirel bakmamız gerektiğine inanıyorum.
Bana göre Türkiye’de geçmişle hesaplaşma mücadelesi belirli bir bilgi birikimine sahip hakikat teknikerlerinin tartışacağı bir mesele değil, bu mücadele politik olarak ele alınması ve mücadele eden pek çok politik hareketin talepleri dikkate alınarak temel kavramları oluşturulması gereken bir sahadır.
Helalleşme ve eleştirileri
Bu sahaya son dönemde CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’ndan gelen ‘helalleşme’ önerisi damgasını vurdu. Bu son derece anlaşılır zira hükümet bloğunun giderek daha da milliyetçileşen faşizan konumundan geçmişle hesaplaşmak şöyle dursun, geçmişin suçlarına yenilerini katarak ilerleyeceği aşikâr. Dolayısıyla helalleşme önerisi, haklı olarak, tartışma konusu haline geldi. Fakat bu tartışmada bana tuhaf gelen iki şey var. Birincisi, örneğin Ermeni Soykırımı’nın tanınması gibi terminolojinin önemli olduğu bazı konularda ‘kelimelerin ne önemi var, önemli olan meseleyi anlatmak’ derken, helalleşme önerisi karşısında kelimeyle çok fazla uğraşıldı. Hellalleşme mi, yüzleşme mi, hesaplaşma mı tartışması, sosyal medya dahil olmak üzere, pek çok mecrada kendine yer buldu. Ben kelimenin bu tartışma bağlamında çok da önemli bir fark yaratmadığını düşünenlerdenim. Geçmişle hesaplaşma süreçlerine daha yerel bir terminolojiye karşılık gelecek alternatif kavramlar önermek, ne çok yeni ne de çok özgün bir buluş.
Dikkati çekmek istediğim ikinci nokta, kavrama dair canhıraş tartışma sürerken kavramın önerdiği politik içeriğe dair tartışmanın oldukça zayıf kalması. Geçmişle hesaplaşma sürecinin nasıl örüleceği her şeyden önce politik bir sorudur, geçmişle olan ilgisi kadar hatta belki daha fazla bugün ve şimdi’yle, bugünün politik olarak bir arada yaşam perspektifiyle ilişkilidir.
“Geçmişle hesaplaşma mücadelesi sahipsiz değil”
Bir kez daha altını çizmek istiyorum, geçmişle hesaplaşma süreçlerini salt uzmanlık bilgisi gerektiren süreçler olarak çerçeveleyip depolitize etmeyi doğru bulmuyorum. Elbette belirli bir bilgi birikimine sahip kimi aktörlerin süreci kolaylaştırması önemli ve yerinde olur. Ancak Türkiye’de geçmişle hesaplaşma meselesinin kalbi burada atmıyor, kritik yer burası değil. Türkiye’de geçmişle hesaplaşma mücadelesinde çok somut adalet talepleri olan Cumartesi Anneleri/İnsanları, Barış Anneleri, çeşitli hak örgütleri gibi çok kıymetli aktörler olduğu gibi aynı zamanda bu sürecin bugünle ilişkisini kurarak politik bir perspektife sahip, güncel talepleri olan politik hareketler de mevcut.
Meselenin tüm bu taleplerin politik olarak nasıl birlikte düşünüleceği ve çerçeveleneceği meselesi olduğuna inanıyorum. Burada da, Türkiye hafıza sahası aktörlerinin olabildiğince fazlasını talep eden bir yerde durmasının daha olumlu sonuçlar yaratacağına inanıyorum. İçinde bulunduğumuz puslu faşizme rağmen Türkiye’de geçmişle hesaplaşma mücadelesi sahipsiz değildir, güçlü bir politik birikime sahiptir. Bu politik birikime yaslanarak devlet içinden konuşan tüm klikleri daha fazlasını yapmaya ve daha somut konuşmaya zorlamalıyız.
Mardin Dargeçit davası
Mardin Dargeçit’te 30 Ekim 1995'te üçü çocuk, yedi kişi PKK örgütüne yardım-yataklık ettikleri iddiasıyla gözaltına alındı. Köylüler Süleyman Seyhan (57), Abdurrahman Olcay (20), Mehmet Emin Aslan (19), Abdurrahman Coşkun (21), Davut Altunkaynak (13), Nedim Akyön (16) ve Seyhan Doğan (14) Dargeçit İlçe Jandarma Karakolu'na götürüldükten sonra bir daha kendilerinden haber alınamadı. Yıllarca yakınlarının bulunması için hukukun kapısını çalan aileler, 2009'da yeniden suç duyurusunda bulununca dosya yeniden açıldı.
*Dargeçit'te kemiklerin bulunması için yapılan kazı
Soruşturmada mağdur yakınlarının, askerlerin yanı sıra aralarında korucu ve öğretmenlerin de gizli tanık olarak alınan ifadeleri sonunda, yedi köylünün işkencede öldürüldüğü belirlendi. Dargeçit’te 13 yaşında kaybedilen Seyhan Doğan’ın cenazesi 18 yıl sonra açılan toplu mezarda bulundu. İlk iddianamede haklarında ağırlaştırılmış müebbet cezası istenen dönemin Mardin Jandarma Komando Tabur Komutanı Hurşit İmren, Dargeçit İlçe Jandarma Komutanı Mehmet Tire, Dargeçit Merkez Jandarma Karakol Komutanı Mahmut Yılmaz, Karakol Komutan Yardımcısı Haydar Topçam ve Uzman Çavuş Kerim Şahin’den oluşan sanıkların tamamı, 4 Temmuz 2022 günü görülen karar duruşmasında beraat etti. Dargeçit JİTEM dosyasında adaletin yerini bulması ve kardeşi Seyhan Doğan’ın canına kıyanların hak ettikleri cezayı alması için bir ömür mücadele eden Hazni Doğan, bir süre önce, yargılama henüz sona ermemişken, duruşmaları ve yargılama sürecini şöyle anlatıyor:
‘Şu anda mahkemeler var ama bu mahkemeler bir karar vermek yerine 13 yaşındaki çocukları yakan insanların hâlâ toplum içerisinde rahat rahat gezmelerine müsaade ediyor. Bu insanlar tutuklu bile yargılanmıyorlar. Mahkeme, ne yazık ki, bizi daha da mağdur ediyor. Mahkemeye biz gidip geliyoruz. Mahkemeye tek bir sanık gelmiyor. Ve şu an, aslında, ciddi anlamda kaygılıyız çünkü son bu yargı süreci 2015 yılında başladı ve üç yıl kaldı. Artık zaman aşımına doğru gidiyor.
Beş celsedir karar vermesi gereken mahkeme heyetleri, hatta bundan bir önceki mahkeme heyeti kesin karar vereceğim dedi, karar vermediler. Ve heyet, heyet değişti. Dargeçit davasının zaman aşımına doğru sürüklendiğinin ciddi kaygılarını taşıyoruz.
Zaten bunu yapanlar, çok rahat. Hatta bu mahkemede bir avukat çıktı, resmen itiraf etti. Dedi ‘Sayın hâkim bu insanlar devletin astsubayı, yüzbaşısı, tabur komutanı, yani siz kimi yargılıyorsunuz, kimi sorguluyorsunuz?’.”[7]
Herhangi bir helalleşme, hesaplaşma, yüzleşme sürecini yürütmeyi düşünenler işe Hazni Doğan’a somut şeyler söyleyerek başlamalılar. Hangi isim verilirse verilsin, adına layık bir süreç ancak böyle gerçekleşebilir.
İyi Günde Kötü Günde yazı dizisi
1 - Aile: İyi günde kötü günde... / Alev Özkazanç
2 - Cezasızlık varken, bir arada yaşamak mümkün mü?
3 - Korku siyaseti ve sinema / Fırat Yücel
4 - Nefret neyle yıkanır? / Rober Koptaş
5 - Yaratıcılık ve müzik: İyi günde kötü günde / Mustafa Avcı
6 - “Kesinlikle istenmeyen kişiler olduğumuzu biliyoruz” / Hale Gönültaş
[1] Sylvie Thénault, Spectre, Minuit dans le siècle, L’OAS, Le racisme coloniale et l’extrême droite https://open.spotify.com/episode/0JbLMQEXok5Wp5tT5qVw0C
[2] A. Dirk Moses, The German Catechism, https://geschichtedergegenwart.ch/the-german-catechism/
[3] Zemmour contre l’histoire (Paris: Collection Tracts no 34, Gallimard, 2022)
[4] Jan Grabowski, The New Way of Holocaust Revisionism, New York Times, 29 Ocak 2022, https://www.nytimes.com/2022/01/29/opinion/holocaust-poland-europe.html
[5] Heykellerin devrilmesinin tarihsel kökenlerine ve politik anlamlarına dair etraflı bir tartışma için bkz. Enzo Traverso, Tearing Down Statues Doesn’t Erase History, It Makes Us See It More Clearly, Jacobin, Nisan 2020, https://jacobin.com/2020/06/statues-removal-antiracism-columbus
[6] ‘Hafıza dönüşü’ teriminin kullanımı ve 2000’ler başından itibaren oluşan bu eleştirel sahanın özellikle sanatsal üretimine dair bir değerlendirme için bkz. Devrim Sezer, Emre Gönlügül, Egemen Anlatıları Aşındırmak: Hafıza peyzajına kamusal ve sanatsal müdahaleler, Birikim, no. 392, Aralık 2021, 10 – 24.
[7] Hazni Doğan, Aslında Kardeşiyim Ama Seyhan 13 yaşında Kaldı, Bianet, Ölüye Saygı ve Adalet Panelleri VIII, 18 Eylül 2022, https://bianet.org/bianet/yasam/267210-aslinda-kardesiyim-ama-seyhan-13-yasinda-kaldi
Proje hakkında"İyi Günde Kötü Günde: Bir Arada Yaşamak" podcast ve yazı serisi Hafıza Merkezi Berlin ve IPS İletişim Vakfı/bianet’in yürüttüğü bir proje kapsamında hazırlanıyor. Projenin koordinatörleri Hafıza Merkezi Berlin’den Özlem Kaya ve IPS İletişim Vakfı’ndan Öznur Subaşı, proje danışmanı Özgür Sevgi Göral, proje editörü ise Müge Karahan. "Bir arada yaşam” konusunu odağına alan seride; aile, ceza, korku, nefret, yaratıcılık temaları ele alındı. Projenin ikici seri yazılarında ise; ırkçılık, hafıza, yalan, antroposen ve arkadaşlık temaları ele alınacak. Bölümler on beş günde bir salı günleri yayınlanacak. |
(ÖSG/SO/NÖ)