Makalenin İngilizcesi için tıklayın
Üner Eyüboğlu, 7 Kasım, pazar günü bir süredir tedavi gördüğü rehabilitasyon merkezinde aramızdan ayrıldı. Herkese nasip olamayacak derecede güzel ve dopdolu bir hayatı ve sayısız insanla paylaştığı anılarını bize bırakıp gitti.
Kurucu Eş Genel Başkanımız Prof. Dr. Fatma Gök’ün hayat arkadaşı Üner Eyüboğlu’nun hayatını kaybettiğini üzülerek öğrendik. Kendisine Allah’tan rahmet ailesine ve yakınlarına başsağlığı diliyoruz. pic.twitter.com/20A65Cqxv2
— HDP (@HDPgenelmerkezi) November 8, 2021
Üner’i, nisbeten geç, 60'lı yaşlarında tanımama rağmen annem ile olan 20 seneyi aşkın hayat arkadaşlığı sayesinde birbirimize bağlandık, sıkı arkadaş ve yoldaş olduk. Üner’i bilenler onun farklı güzellikteki yanlarını tattılar. Eminim ki herkeste çeşit çeşit izler bıraktı. Anısına, bende bıraktığı bazı anıları, beraber paylaştığımız bazı yanlarını sizlere anlatmak istiyorum.
Hümanist
Ölümü ardından birçok insan Üner’in ne kadar nazik ve ince bir insan olduğunu belirtti. Doğru, Üner sevdiklerine karşı sonsuz derecede kibar ve titizlikle davranırdı. Ama kanaatimce bu onun nazik bir İstanbul beyefendisi olmasından öte gerçek bir hümanist olmasından dolayıydı. Mesela haber bültenlerinde iktidar, onun yanlısından biri hele bir çıksın, aynı hümanizm ile affetmez, öfkesini saklamazdı. Saygılı ve düşünceli olmasına rağmen alttan alttan kanı kaynardı.
Kahve tiryakisi
Sokakta emin adımlarla hızlı hızlı yürür, araba kullanırken direksiyonu yine çok kararlı biçimde kırardı. Belki de sıkı bir kahve tiryakisi olmasının bunda etkisi vardı. Sabahtan yaptığı kahvesini soğumasına rağmen öğlene kadar içer, öğleden sonra teklif edilirse bir daha içerdi. Gece televizyonda bir film izliyor olsak bile, antrakt yapılır, o saatte bile bir kahve daha içilirdi.
Mühendis
İnşaat mühendislikten gelme disiplini ile bütün işlerini çok özenle yapardı, işin ölçeği veya görece önemi derdinde değildi. Bu gerek marketten alınacakların listesi, gerek evde kırılan bir şeyin tamiri ya da festivale gidecek gençlerin el işi çadırının arka bahçedeki imalatı olsun. Lise arkadaşlarım Üner’i bu anılarıyla hatırlar. Neredeyse 20 kişinin kalabileceği büyüklükteki yörük çadırlarını andıran çadırımız gittiğimiz festivali sel götürdüğünde mağazadan alma çadır enkazlarının arasında dimdik ayakta kalmıştı.
Cumartesi Anneleri ve Gezi
Hep politik bir insandı Üner. Son 20 sene içerisinde, annemin de etkisiyle olsa gerek, bu politik ve eylemci yanını iyice benimsedi ve keskinleştirdi. Yasaklanana kadar her hafta istisnasız Cumartesi Anneleri’nin Galatasaray meydanındaki eylemine giderdi. Eminim çoğu insan Üner’i bu cumartesi eylemlerinde boynunda fotoğraf makinesi ile hatırlayacaktır.
Gezi sırasında beni arar, “Eylem nerde, kaçta?” diye sorardı. Bu sıralarda yaşı 80'i geçmişti. Polis Gezi'yi tekrar kontrol altına almıştı ve buna karşılık veren eylemler ve polis şiddeti bir doz daha artmıştı. Aradı sordu nereye gidiliyor diye. Bir nevi kendimi emanetçi hissettiğim için ben de dedim ki “Abi istersen Beşiktaş iskeleye git, orda bir anma olacakmış ama Şişli tarafına hiç gitme, ordan Taksim'e yüklenilecekmiş diye duydum.” İki saat sonra telefon çaldı “Üner! Abi nerdesin?”. “Nişantaşı'ndayım.” “Ne işin var abi orda?” “Halaskargazi'ye gittim Taksim’e çıkmak için, polis saldırdı, gazladı, ben de kaçtım, bi pastane kapısından gencin biri beni aldı içeri….”
10 Ekim anması
10 Ekim Ankara katliamının ardından binlerce kişi ile beraber İstiklal caddesini doldurmuştuk. Kitle oldukça gergindi, polisin saldırması an meselesi idi. Durumdan tedirgin olduğum için annemle Üner’i sakince ayrılmaya heveslendirmeye çalıştım. Hadi siz artık gidin falan diyerek. Bir dedim, iki dedim, duymamazlıktan geldi, sonra da dayanamadı: “Gideceksek neden geldik ki!” diyerek patladı. Üner’in sesini yükselttiğine tanık olduğum yegane anlardan bir tanesidir. Hümanizmi, katledilenlere karşı olan nezaketini bana sertçe çıkışmasıyla göstermişti.
Edebiyat
Türk milliyetçiliğinden ve faşizminden tiksinirdi. Nereli olduğunu, ırkını soranlara “Bizanslıyım” derdi. Aynı minvalden olsa gerek, emeklilik sonrası Yunanca öğrenmiş, Belge Yayınları tarafından basılan, İlias Venezis’in Ege Hikayeleri ve Uçurtmalar, Dimitris Hacis’in Elveda Margarita ve Yorgos Andreadis’in Pontustaki Evim kitaplarını çevirmişti.
Masa başında ezberden şiir okurdu. Bazı şiirler o kadar hoşuna giderdi ki sonuna yaklaştığında neşesinden zar zor bitirirdi. Mesla Oktay Rıfat’ın şu dizelerinde neredeyse gözünden sevinç yaşları gelirdi “Köşe başını tutan leylak kokusu / Yakamı bırak da gideyim.” Dostlarına referans olması için dizgisini ve basımını kendisinin yaptığı Ezberlenecek Şiirler antolojisini üretmişti. İlk sayfasına da şu satırları koymuştu: “Doğru olan bütün şiirlerin yanı sıra bütün romanların, hikayelerin ve oyunların da ezberlenmesidir. Böylece edebiyatın tüm örnekleri yasaklanıp toplatılır ve yakılırsa insanlar yüksek dağların doruklarına çıkıp o yapıtları birbirlerine okuyabilirler.”
Amed
Kürtlerin özgürlük mücadelesini sonuna kadar desteklerdi, HDP Beşiktaş ilçesi üyesiydi, seçim kampanyaları sırasında sokakta el ilanlarını dağıtmak için yaşına ve eski günlerini aratmaya başlayan sağlık durumuna rağmen gönüllü olurdu. Yaklaşık 5 yıl önce çok ciddi bir kalp ameliyatı geçirmişti, toparlanması bir süre aldı. O aralar ben de Kürdistan’a sıkça gidiyordum. Hep “Beraber Amed’e gidelim” derdi. Yıkılan Sur’u görmek, yapılanlara tanıklık etmek istiyordu. Birkaç sene evvel de Cizre’de yaşanılan ablukayı, defnedilemeyen cenazeleri, edebi üslubuyla Antik Yunan trajedisi Antigone üzerinden bianet’te değerlendirmişti.
Toparlanacağı kadar toparlandıktan sonra bir kış atlayıp gittik Amed’e. Sanırsam bu son uzun yolculuğuydu, baş başa birkaç gün geçirdik, arkadaşlarımla tanıştırdım, onlar da haliyle çok sevdiler Üner'i. Damak tadına pek uygun olmamasına rağmen beni kırmadı beraber ciğerciye bile gittik. Nezaketten olsa gerek.
Özleyeceğiz
Üner’i çok özleyeceğiz ama yas tutmayacağız. Anneme ve çocuklarına iki sene evvel, kendi ölümüne yönelik, yazdığı mektubunu bitirdiği sözleri hatırlayarak: “Ölüler, dünyanın ortasındaki magmaya batmış veya okyanusun derinliklerine gömülmüş olamazlar. Onlar bizim hafızamızda, içimizdeki bir yerde, ve kalbimizde kalırlar, yanımızdan ayrılmazlar. Onlara elimizle dokunamamamız, seslerini işitemiyor olmamız önemli değildir. Güzel bir manzara seyrediyorsak onlar da yanımıza gelip oturup bize eşlik ederler. Dolunayı seyrediyorsak onlar da zevk alarak yanımızdan ayrılmaz. Sürekli onları düşünüp, mutsuz bir hayat sürersek, ağlarsak, yas toplantıları yaparsak onları da rahatsız ve mutsuz ederiz. Onlarla beraber geçirdiğimiz güzel anıları hatırlarsak sevinirler, onların seslerini işitmesek bile birlikte mutlu anlar yaşarız. En iyisi, onları rahatsız etmeden birlikte olmanın güzelliğini yaşamaktır. Hoşça kalınız Üner”
Hoşçakal Üner….
(AB/NÖ)