Makalenin İngilizcesi için tıklayın
Menkul kıymet borsalarının ekonomi terminolojisine en kayda değer katkısı ‘iştah’ kavramı oldu. Risk iştahındaki değişmeler, bu aralar ekonominin gidişatına ilişkin en önemli gösterge gibi algılanıyor. Fakat Türkiye’de başka bir iştahın, silahlanma iştahının da ekonomik durumla çok yakın ilişkisi olduğu görülüyor.
Korku iklimi
Her gün, işsizlik, yoksulluk, enflasyon haberlerinin arasında Cumhurbaşkanı veya Savunma Bakanı, o da olmazsa Dışişleri Bakanı ülkemize yönelik tehditleri sayıp döküyorlar. Onlar böyle konuşunca, televizyonların akşam programlarında da emekli paşalar, albaylar veya strateji uzmanı gibi esrarengiz unvanlar edinen adamlar tehditleri değerlendiriyorlar. Bazen farklı şeyler söylendiği de oluyor ama genel olarak ülkemizin etrafının tehditlerle çevrildiğinde herkes hemfikir kalıyor.
Tabii bu kadar çok tehdit olunca, silahlanmak için bir iştah kabarması da ister istemez hissediliyor. Silah tercihleri gündelik hayatımıza kadar giriyor. Artık herkesin F-16 mı almalıyız yoksa F-35 için şansımızı bir daha zorlamalı mıyız gibi konularda bir fikri var. Patriot mu almalıydık, S-400 almak yanlış mı oldu, yerli ve milli denilen denizaltılar Alman malı mı çıktı, diye tartışabiliyoruz.
Silahlanma itibar oldu
Tartışmadığımız bir tek konu var. Bu kadar silah almak zorunda mıyız, bu kadar silahı almak için nelerden vazgeçiyoruz? Hem memleketi bu kadar silahla doldurup hem de yoksullukla mücadele etmek mümkün mü? Bu soruları sormak biraz vatana ihanet gibi. Belli ki, itibardan tasarruf olmadığı gibi, silahlanmadan da tasarruf olmuyor. Öyle ki, ne kadar silahlanırsak o kadar itibarımız olur gibi bir anlayış da yerleşmeye başladı.
Oysa son yıllarda askeri harcamaları görülmemiş bir hızda artırsak da itibarımız pek yükselmiş görünmüyor. Sürekli problem yaşayan bir ülke olmanın bıktırıcı bir yanı var tabii. Fakat askeri harcamaları artırmamız da problemleri azaltmıyor hatta artırıyor. Sorunun belki de silahlanma harcamalarımızın yetersizliğinden değil tam tersine aşırı ölçüde yüksek olmasından kaynaklandığını düşünmek yararlı olabilir.
Bölgenin en büyük askeri gücü
Bazı rakamlara bakmak daha açıklayıcı olacak. Önce askeri harcamaların gayrisafi yurtiçi hasıla içindeki payına bakmak lazım. Türkiye’de askeri harcamaların gayrisafi yurtiçi hasıla içindeki payı 2005'te yüzde 2,4 düzeyinde iken, 2020'de yüzde 2,8’e yükseldi. Aynı dönemde çevremizdeki ülkelerden İran’da yüzde 3’den 2,2’ye, Mısır’da yüzde 2,7’den 1,2’ye, İsrail’de yüzde 6,3’den 5,6’ya, Gürcistan’da yüzde 3,3’den 1,8’e, Kıbrıs’ta yüzde 2’den 1,8’e, Bulgaristan’da yüzde 2,3’den 1,8’e düştü. Yunanistan’da yüzde 2,8 olarak sabit kaldı. Çevrede bizden başka askeri harcamaların payını artıran sadece Azerbaycan ve Ermenistan var.
Askeri harcamaların artışının olağan olarak tanımlanamayacak düzeyde olduğunu vurgulamak lazım. Türkiye’nin askeri harcamaları 2002'den bu yana sabit fiyatlarla dolar cinsinden yüzde 60 oranında yükseldi. Bu dönemde en dramatik artış 2018 yılında yaşandı. Bir yıl içinde harcamalar dolar cinsinden yüzde 25 daha arttı.
Türkiye’de kişi başına düşen askeri harcamalar 2002'de 140 dolar düzeyinden, 2019 yılında 245 dolara ulaştı. Bu rakamlar, yüzde 75’in üzerinde arttığını gösteriyor.
Askeri harcamaların ulaştığı düzeyi kavramak için çevre ülkelerin harcamalarıyla kıyaslamak bir ipucu verebilir. 2020'de Türkiye’nin askeri harcamaları yaklaşık olarak 18 milyar dolar civarında gerçekleşti. İran’ın askeri harcamaları bunun yüzde 90’ı, Yunanistan’ınki yüzde 30’u, Mısır’ınki yüzde 25’i kadar. Azerbaycan’ın askeri harcamaları Türkiye’nin yüzde 13’ü, Bulgaristan’ınki yüzde 7’si, Ermenistan’ınki yüzde 3’ü, Kıbrıs’ınki ve Gürcistan’ınki yüzde 2’si kadar.
Böyle bir ortamda öteki ülkeler askeri harcamalarını azaltırken, Türkiye endişe içinde artırıyor. Bu rakamlar TÜİK’in değil, Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü’nün (SIPRI) verileri olduğu için ciddiye alınmalı. Somut ve sağlıklı verilerle gerekçelendirilmeyen her harcama kaynak israfından ibarettir.
Bitmez tükenmez harcamalar
Türkiye plansız ve keyfi harcamalar nedeniyle son yıllarda kaynaklarını çok israf etti. Geleceği bağlayan sözleşmeler nedeniyle, önümüzdeki yıllarda bu israfın telafi edilmesi olanakları ortadan kaldırıldı. Bunlar artık tartışılıyor ve yenilerinin hayata geçmesine engel olma çabaları sürüyor. Ancak bu konu sadece astarı yüzünden pahalı otoyol veya devasa sorunlarla yüklü hastane yatırımlarından ibaret değil.
Çok sıradan bir bilgidir; her harcama başka bir harcamadan vazgeçmek demektir. Kırk tane uçak alacağız, altı denizaltı ısmarladık, onlardan da bir hava savunma bataryası alıveririz gibi rahat rahat söylenen sözleri, yoksulluk önümüzdeki yıllarda da devam edecek, işsizlik azalmayacak, gıda fiyatları artacak diye okumak lazım. Böyle okunmadığı ve böyle tartışılmadığı takdirde, okyanusta korunması gereken kolonileri varmış gibi uçak gemisi almaya kalkışan devlet adamları ortaya çıkar.
Neden bu kadar çok düşman var?
Türkiye’nin askeri harcamalarının yüksekliğinden söz edilince derhal ülkenin ne kadar tehlikeli bir bölgede yer aldığından söz edilir. Fakat bölge ülkeleri ile kıyaslandığında harcamaların yüksek olduğu görülünce, memleketin etrafını çevreleyen düşmanlara dair tezler gündeme getirilir. Etraf düşmanlarla çevrili olduğu için silahlanıyoruz, silahlandıkça etraf daha çok düşmanla çevriliyor. Neden bu kadar düşman var sorusu sorulmadıkça kendini besleyen bir süreç içinde kalıyoruz.
Bu soru özellikle muhalefet için önemli. Muhalif partiler ya da ittifaklar, insanları ülkeyi yönetebileceğine inandırmak için, her şeyden önce yoksulluğu, işsizliği sona erdirecek projeler sunmak zorunda. Bu projeler her zaman büyük kaynaklara ihtiyaç duyacaktır. Çığırından çıkmış askeri harcamaları aklı başında bir düzeye getirmeden, toplumsal projeler için kaynak sağlama olanağı bulunamayacak. Bu yüzden düşmanlığı artıran politikalara, askeri maceralara, fetih heveslerine karşı çıkmadan, bu konuları sessizce geçiştirerek, toplumsal sorunları çözeceğini iddia etmek inandırıcı olmayacaktır.
(BD/NÖ)