Türkiye İnsan Hakları Vakfı'nın (TİHV) çağrısıyla 5-7 Kasım 2021'de “Krizi birlikte aşmak: kısıtlıklar ve imkanlar” başlıklı biraraya gelen hak savunucularının atölyenin "Ulusal ve Uluslararası İnsan Hakları Hareketinin Krizine Yanıtlar" başlıklı ikinci oturumunun tartışma, tespitler ve önerilere yer veren raporunu aynen yayımlıyoruz. Bu bölümün sunumunu Dr. Lülüfer Körükmez yaptı. TİHV'ye ve emeği genç akademisyen arkadaşlara teşekkürlerle.
Çerçeve
İnsan hakları hareketinin içinde olduğu krizi aşmanın imkanlarını tartışmanın düğüm noktası, küresel ekonomi politik faktörlerin belirlediği ve giderek artan sömürüye dayalı bir dünya ve ilişkiler sistemi içerisinde, gündelik yaşamın olgu ve ihtiyaçlarına karşılık gelebilecek koşulları yeniden tanımlamayı ve kurmayı işaret ediyor.
Eşit, özgür ve adil bir yaşamı birlikte sürdürebilmenin giderek zorlaşan mücadelesi, krizi aşabilmenin imkanları ve koşullarını yaratabilmekle doğrudan ilişkili bir yerde duruyor.
Bu krizin evrensel insan hakları rejimi ile doğrudan bağlı olması, insan hakları hareketine uluslararası ve ulusal düzeyde yansımalarının ne olduğunu tespit etmek ve bu yansımalara cevap verecek şekilde baş edip edemeyeceğini, insanlığın ortak bir sorunu olarak karşımıza çıkarıyor.
Yeni bir insan hakları rejiminin inşasının nasıl gerçekleşebileceği sorusuna yanıtlar, elbette insan hakları hareketinin özneleri olan hak savunucularının en acil meselesi olarak ağırlığını koruyor.
Son derece yoğun ve katmanlı bileşenleri olan bu meselenin, bu oturumda öne çıkan temel tartışmaları ise şu konularla ilişkilendirilerek ele alınmıştır:
· Batı’dan yükselen ve evrensel bir değer olarak tüm insanlığa mal edilen uluslararası insan hakları hukukunun ve koruyucu mekanizmalarının bugün içinde olduğumuz söz konusu krize güçlü bir yanıt verememesinin ve hatta kendi kurucu sürecinin gerisine düşmesinin, Türkiye’deki insan hakları hareketine etkisi; Türkiye İnsan hakları hareketinin bu krize müdahil olma biçimleri; dönüştürücü bir etkide bulunma imkanları
· Yerelleşme ve yerellik kavramı bağlamında Türkiye’deki insan hakları hareketinin karakteri ile uluslararası insan hakları krizine karşı olası aksiyonel hatları
· İnsan hakları hareketinin sacayaklarından olan dayanışmanın ve birlikte müdahil olmanın, Türkiye’deki ve dünyadaki dönüşen veçheleri; söz konusu krizden nasıl etkilendiği; insan hakları rejiminin yeniden inşasında dayanışmanın yerinin ne olabileceği
Tartışma ve Tespitler
Uluslararası İnsan Hakları Mekanizmaları ve Türkiye Tartışmasına Dair
Türkiye’de insan hakları hareketinin başlangıç noktasını 1980 askeri darbe döneminde yaşanan ve giderek artan doğrudan yaşam hakkı ihlallerine neden olan devlet şiddetine karşı koyma ve bunu ortadan kaldırma iradesi oluşturuyor. Bu nedenle Türkiye insan hakları hareketinin mirasının doğal olarak siyasi niteliği var.
Türkiye insan hakları hareketinde siyasal hakların merkezi bir yer tutuyor olmasının bu mirasla ilgisi olduğu da açıktır. İnsan hakları hareketi ilk çıkışından 80’ler sonuna kadar genel af, idam cezasının kaldırılması, cezaevi koşulları ve işkenceye karşı mücadele temaları etrafında örgütlenmiştir. 80’ler sonunda ifade özgürlüğü, 1402’likler, örgütlenme özgürlüğü ve kadın hareketi buna eklemlenmiştir.
1990’larda faili meçhul cinayetler, gözaltında kayıplar ve zorla kaybetmeler Türkiye insan hakları hareketinde kavramsallaştırılmaya başlayan ihlaller olarak karşımıza çıkabilmiştir. 1980’lerin sonundan itibaren yaşanan ağır hak ihlallerine yönelik Türkiye insan hakları hareketinin müdahale gücü, hem farklı örgütlenmeler arasındaki ortak mücadele ve dayanışma iradesiyle hem de uluslararası aktör ve mekanizmalar tarafından sağlanan meşruiyet ve destekler artmıştır.
1990’lar özellikle Kürt meselesinin, içinden geçilen sancılı süreçlerle de sağlanan bir kavrayışla, insan hakları hareketinde daha farkında olunan bir dönem olma niteliği göstermektedir. Bu dönemde, kadın ve LGBTİ+ hareketleri açısından henüz tam anlamıyla kapsayıcı ve bütünsel bir hak kavrayışının sağlanması konusunda gerilimlerin yaşandığı da belirtilmelidir.
2000’lerde de etkisini izleyebildiğimiz üzere, uluslararası insan hakları kurum ve mekanizmaları ve Türkiye’deki insan hakları hareketi arasında dolayımın olumlu etkilerini görüyoruz. Bu etkilerin bazıları kısaca şöyle özetlenebilir:
· Raporlama, izleme ve belgeleme çalışmalarında Türkiye’deki hak savunucularının farkındalığı ve eylemliliği artıyor; deneyim paylaşımı ve aktarımıyla farklı bölgelerde insan hakları hareketinin büyümesine de vesile oluyor
· Etkili raporlar oluşturulması ve bunların uluslararası insan hakları alanında görünürlüğü artıyor
· Karşılıklı temas ve müzakere süreçleriyle iletişim ağları oluşturuluyor
· İhlali yerinde görme, dönemsel ziyaretler, davaların takibi süreçlerine etkin katılım söz konusu
· Özellikle ağır hak ihlallerine dair davaların başvuru ve takip süreçlerinde teknik açıdan kolaylaştırıcı ve hızlandırıcı bir dayanışma süreci gözetiliyor
· Devletin cezasızlık pratiğine karşı mücadele için açılan davaların sürüdürülebilmesinde uluslararası mekanizmanın davalara katılımının anlamlı bir etkisi olmuştu.
1990’larda uluslararası insan hakları mekanizmalarının (yoğunluklu olarak AİHM) Diyarbakır Barosu ve İHD tarafından çok etkin kullanılmaya başlandığını görüyoruz. Türkiye’den AİHM’e taşınan davalardan içtihat oluşturacak nitelikte olanlar söz konusu ki bu insan hakları rejiminde ulusal/uluslararası arasındaki dolayımsal ilişkinin olumlu dönüştürücü etkilerinden biri olarak not düşülmelidir.
Bu, uluslararası insan hakları mekanizmalarının ihlalleri izleme raporlarına etkili katkıların yapıldığı, belgeleme ve raporlama çalışmalarının artmasına ve niteliğinin yükselmesine önemli bir katkı yaptı. Bu dönemlerde ayrıca Türkiye’deki kadın örgütlerinin, bir uluslararası insan hakları mekanizması olan CEDAW'ı etkin bir biçimde kullandıkları vurgulanmalı.
Yasal bağlayıcılığı olan CEDAW komitesine düzenli gölge raporları hazırlayıp sunarak hükümet üzerinde baskı oluşturdular. 1990’lardan itibaren başladıkları sistematik izleme, raporlama çalışmalarını 2000'in başlarından itibaren uluslararası daha geniş bir alana yaydılar.
Bu süreç uluslararası insan hakları mekanizmalarının oluşturulması, sözleşmelerin yazım süreçlerinde Türkiyeli kadın örgütlerinin etkin olmasına kadar genişliyor.
2000’li yıllar aynı zamanda tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de insan hakları hareketinin çeşitlendiği, bir anlamda belli konularda uzmanlaşmış yapıların çoğaldığı açık.
Bu durum hem genişleme ve güçlenme ama hem de bir uzmanlık alanına kapanma riskini beraberinde getirdi. Türkiye insan hakları hareketinin bir yandan farklı ihlal alanlarını gözetecek diğer yandan da insan hakları mücadelesinin bütünselliğini sağlayacak bir dayanışma ve ortak mücadele bakış açısına sahip olmadığı söylenemeyecek olsa da, bu bağın her zaman güçlü bir şekilde kurulamamasının da bir zorluk ve sorun olduğu görülüyor.
1980’lerden 2000’lere uluslararası insan hakları mekanizmalarının yapısı ve dinamiğinde değişimler meydana geldi. İnsan haklarının korunması meselesinin önüne geçen devletler arası güç ilişkileri ve insan haklarının bir ortak referans olmaktan çıkarılmasına yol açan göç ve savaş gibi krizler neticesinde, insan haklarını koruma meselesinin çoğunlukla hukuki ve bürokratik yapılara devredilmesine yol açtı.
Bu süreçte GONGO’ların artması, devletler tarafından kurulan “resmi” insan hakları komisyonları ve benzeri yapılanmalarda, bunların uluslararası insan hakları hukukunun işleyişi ve raporlaştırma dilini kısmen de olsa öğrendiklerini; giderek prosedürleşen ve bürokratlaşan sürece oyalayıcı bir angajmanın sağlanmasının yöntemlerini geliştirdiklerini görmekteyiz.
Bu etkiler, sivil alandan inşa edilen hak hareketlerinin ve gerçek özneler olarak hak savunucularının zorluklar yaşamasına ve kısmen dışlanmasına da neden olmaktadır.
Bu ister istemez, tam anlamıyla demokratikleşme sürecini tamamlayamamış bir ülkede yaşanan acıların ortadan kaldırılması, bir daha tekrar etmemesi ve toplumsal barışın tesis edilmesi için yıllardan beri sürdürülen insan hakları mücadelesi açısından önemli bir tehdidi barındırıyor.
2010’lar ve sonrasında, ayrıca uluslararası insan hakları mekanizma ve kurumlarının işleyişine insan hakları savunucuları için zorlayıcı bir etki olarak giderek artıran teknokratlaşma eşlik ediyor. Teknik ve biçimsel meseleler giderek içerik ve özün önüne geçmeye başladığından, başvuru ve takip süreçlerinin uzayan ve yoran bir yöne doğru değişti.
Bir yandan teknolojinin gelişimi ile hızlanma, erişimi/ulaşmayı sağlayan araçların daha etkinleştiği yanılsaması yaratmış, gerçek karşılaşma ve temas alanlarının daralması ve dolayısıyla karşılıklı güçlendiren dolayımsal ilişkinin giderek bürokratikleşmesi ve prosedürleşmesini ortaya çıkarmıştır.
Öte yandan bu bürokratikleşme ve prosedürleşme süreçlerine, zamanla açılan ve genişleyen GONGO’ların hak ihlallerinin üstünü örtme etkisi eklenince daha da kötürümleşen bir tablo karşımıza çıktı.
Bir diğer dönüşüm meselesi ise, Türkiye insan hakları hareketinin uluslararası insan hakları mekanizmalarını kullanma pratiğindeki alışkanlıklarında yerleşik hale gelen ekseriyetle AİHM’in kullanılması (ki bunlar açılan ihlal davalarında devletlere ceza verebilme yaptırımı olması açısından daha çok tercih edildiği not düşülmeli) noktasından ele alınabilir.
Diğer AB ve BM mekanizmalarının sınırlı kullanılması, kimi etkili olabilecek mekanizmaların yeterli düzeyde devreye sokulamamasına neden olmuş görünmekte. Bunun yanı sıra TC devletinin uluslararası mekanizmaların denetleyici rolünü bertaraf ettiğini, hatta özellikle AİHM kararlarına karşı “yaparım ihlalimi, öderim parasını” noktasına geldiğini görüyoruz.
Bu da baskıcı rejimlerin olduğu ülkelerdeki hak ihlallerinin sistematikleşmesi, derinleşmesi ve bir devlet politikası olarak yerleşmesi sonucunu doğurdu. Bununla birlikte, örneğin daha evvel de vurgulandığı üzere, kadın hareketinde mücadele edenlerin ve kadın örgütlerinin BM ve AB mekanizmalarını çok daha etkin kullandıklarını tekrar hatırlatmak önemli.
Nitekim bu etki, hem o mekanizmaları biçimlemeye hem dayanışma ağlarını uluslararası kadın örgütlerine yaygınlaştırmaya varan genişlikte oldu.
Daha da çoğaltılabilecek bu zorlayıcı koşullar altında Türkiye’de hak hareketlerinin mücadele ve müdahale pratiklerinin, uluslararası insan hakları kurum ve mekanizmalarıyla ilişkilerinde bir gerileme yaşandığı ve kısmen uluslararası sektör ve mekanizmalarca yalnız bırakıldığı açıkça görülüyor.
Tabi ki bu süreçte söz konusu uluslararası insan hakları aktör ve mekanizmalarının da Avrupa’da ve dünyada sağ muhafazakarlaşmanın yükselmesinin etkileri ile kendi içinde daralmaya ve kapanmaya zorlandığını ve derin bir krizi olduğunu belirtmek gerekir.
Başta ve özellikle mülteci ve göçmen meselesinde evrensel insan hakları rejiminin kurucusu olan Avrupa’da (Batı’da) insan hakları anlayışının, kurucu sürecinin gerisine doğru çekildiğini görüyoruz. Bu ister istemez peşi sıra şu tespiti açığa çıkarıyor: Yerel dinamiğin güçlendirilmesi ve yerelden hareketle uluslararası yeni bir ilişkilenme biçiminin kurulması ihtiyacı.
Atölye Katılımcıları: Metin Bakkalcı, Murat Çelikkan, Cuma Çiçek, Berivan Korkut, Hüseyin Küçükbalaban, Nadire Mater, Reha Ruhavioğlu, Feray Salman, Yıldız Tar, Coşkun Üsterci, İlknur Üstün, Gülseren Yoleri, Abdullah Zeytun Atölye Mutfağı: Cansu Akbaş, Feride Aksu Tanık, Nermin Biter, Aslı Davas, Lülüfer Körükmez, Hanifi Kurt, Zeynep Özen, Serdar Tekin, Nilgün Toker, Coşkun Üsterci |
Yerelleşme ve Yerellik Bağlamında Türkiye İnsan Hakları Hareketi Tartışmasına Dair
Yerelleşme ve yerellik konusunun, yerel olandan evrensele bakabilme ve yerel olanı aynı zamanda evrensel kılabilme ve uluslararası insan hakları idealleri, prenipleri, mekanizma ve hukukunun her bir politik coğrafyada uygulamaya konması anlamında kullanıldığı gibi; ayrıca yerele gömülü kalma boyutu ile de ele alındı.
Her iki bağlam açısından da yerelleşmenin ve yerelliğin sadece coğrafik bir mekana (ülke veya bölge olabilir) işaret etmediğini; aynı zamanda belirli ortak nitelikleri ile tanımlanan topluluklara ve/veya halklara işaret ettiğini de belirtmek gerek. İnsan haklarının evrenselliği ilkesi, hem dünyanın her hangi bir yerinde ve her hangi bir zamanında gerçekleşen bir ihlalin görülmesini hem de bu yerel olanın evrensel insan hakları değerleriyle adalet ve hakikat arayışına yükseltilmesi gerekliliği anlamına gelir.
Adaletsizliği ve ihlali görme, müdahale etme ve gidermek için insanlığın ortaklığını temsil etme iddiasındaki merkezi yapılar, değerlendirme ve yargılarının referanslarını sınırlara ve devletlerarası ilişkilere göre belirlediğinde, yerel olan ve evrensel olan arasındaki bağ kopuyor ve yerelliğe gömülme riski ortaya çıkıyor.
Yerelleşme ve yerellik bağlamında ve kendine özgü nitelikleri ile ele alınmasında Türkiye’de insan hakları hareketinin tarihsel süreci içerisinde yaşadığı dönüşüm ve dönemeçler yapabildiklerimiz ve kısıtlılıklarımızı hatırlamak bakımından son derece önemli.
Örneğin İstanbul Protokolü gibi evrensel bağlayıcılığı olan bir değerin yerel olandan yükselip yaratıldığı süreç içerisindeki güçlü ve dönüştürücü etkiyi mümkün kılan enternasyonel dayanışma ve ortaklığa dayalı inşa edici pratiği hatırlamak gerekir: İstanbul Protokolünü mümkün kılan dinamizm şiddet/devlet şiddetinin önlenmesi ve onarılmasına yönelik Türkiye İnsan Hakları hareketinin birikimidir.
Yerel dinamiklerle evrensele açılmanın dönüştürücü, kurucu niteliğine bir başka örnek de İktidar tarafından yürürlükten kaldırılmış olmasına rağmen toplumsal meşruiyeti asla zayıflamamış olan İstanbul Sözleşmesidir: Sözleşmeyi mümkün kılan da, kadın ve LGBTİ+ hareketinin başlangıçtan beri dünyanın tüm kadınları ve LGBTİ+’larına konuşması ve onların konuştuğu dil içinde eylemesidir.
Bu türden bir bağıntıyı yakalamak için yerel olanı ihmal etmek değil, tam tersine yerel olanı dünyaya aktararak insanlığın adalet arayışlarına dair bilgisini genişletmek gerekiyor. Hak hareketlerinin yerelde ama yerele gömülü kalmama olarak tarif edilebilecek bu bakış açısı, hem yerele gömülmeyi ama hem de dünya insan hakları mücadelesine açık bir zeminde eylemeyi sağlayacaktır.
Bu, aynı zamanda Türkiye’deki hak hareketlerinden ülke sınırları ötesindeki adalet arayışlarının da parçası olma sorumluluğu talep ediyor doğal olarak ve bu Türkiye İnsan Hakları hareketinin yeterince etkili olamadığı bir kısıtlılık olarak görünüyor.
İnsan Hakları Hareketi ve Dayanışma Tartışmasına Dair
Türkiye insan hakları hareketinin kurucu sürecinde devlet şiddetine uğrayan kişi ve yakınları ile sıkı bağlar içerisinden yükselen bir dayanışmanın yer aldığı ifade edilmeli. Bu dayanışmanın tarafları arasında doğrudan ihlale uğrayanlar, onların yakınları, yol arkadaşları, anneler/kadınlar ve aydınların yer aldığını görüyoruz.
O günün ağır ve baskıcı koşulları altında bu dayanışmayı örenlerin, başta yaşam hakkı ihlali olmak üzere aynı ihlallere tekrarlı bir şekilde uğradığını da hatırlamak lazım. Böylesi bir süreçte dayanışmanın etrafında örüldüğü ortaklık alanı, siyasi mahpuslara, Kürt illerindekilere ve sol muhaliflere yönelik işkence ve kötü muamelenin, gözaltında kayıpların ve zorla kaybedilmelerin ortadan kaldırılması ve tekrarlanmaması amacı etrafında şekillenerek, bugünlere kadar varlığını sürdüren güçlü bir hat oluşturuyor.
Siyasi haklar mücadelesi etrafında konumlanan bu dayanışmanın sıklıkla yoldaşlık ve adanmışlık kavramlarıyla beraber dile getirildiği de ayrıca ifade edilmeli.
Ancak, dayanışmayı, adanmışlık ve yoldaşlık duygularından ayırarak konuşabilmek evrensel insan hakları hareketi açısından önemli; çünkü dayanışmayı eğer haklar rejimi alanından konuşmak istiyorsak ortak bağlar kurmalıyız, iş paylaşımı ve birlikte hareket edebilecek mekanizmalar zemininde konuşmalıyız.
Dayanışmanın işaret ettiği bir diğer önemli nokta ise, gündelik yaşamın sürdürülmesi içindeki zorlanmaları, bir diğer deyişle “sokaktaki insanlar”ı yeterince görebilmek ve temas etmekle ilişkilidir.“Özgürsüzleşmenin normalleştirilmesi” olarak da ifade edilebilecek bu krizin, sadece doğrudan hak hareketleri ile ilgili gibi görünmeyen, “her yerden gelen” bir özelliği olduğu belirtiliyor.
Bu bağlamda insan hakları mücadelesi nedir, kime hak savunucusu denir, örneğin işçi hak ihlalleri ile veya yoksullukla ilgili meseleler insan hakları hareketi içinde yeterince savunuluyor mu vb. tartışma konuları öne çıkıyor. Bu noktada çeşitlenen hak hareketlerinin ve sivil toplumun ortaklıklar etrafında toplanma iradesi ve eyleme gücü de önemli bir sorun olarak duruyor; bir yandan hak savunuculuğunu kategorileştirme ya da tematik hak alanlarına indirgeme riski taşıyor diğer yandan da bu alanlar arasındaki bağın bir hak hiyerarşisine yol açmayan hangi zeminde kurulabileceğinin tespitini sorunsallaştırıyor.
Buradan yola çıkarak, çeşitli hak hareketleri ve bu hareketlerde yer alan savunucuların, örneğin birbirlerinin raporlarını dahi takip etmeyen, birbirleri ile negatif rekabeti çağrıştıracak şekilde ilişkilenen, birbirlerinin ana meselelerine acil durumlar dışında etkili bir şekilde dahil olmayan hak savunusunun atomize olma riski de akılda tutulmalıdır.
İnsan hakları hareketinin süreç içinde uluslararası ilişkilenmenin en merkezi tarzlarının bir sonucu olarak yaşanan ve belli açılardan çerçevesinin samimiyetle tartışılması gereken meseleler de var.
Fon alma, proje yapma, uzmanlaşma, profesyonelleşme, hak savunuculuğunun meslek haline gelmesi vb. gibi meseleler de hak savunucularının gündemindedir.
Bu meselelerin insan hakları ilke ve değerlerine göre adil bir düzlemde konuşulabilmesi ve çerçevelenmesi önemli görünüyor. Örneğin uluslararası mekanizmaların kullanılmasının, kurulacak işbirliklerinin, hak ihlallerinin tespiti, giderimi yöntemlerinin gerektirdiği profesyonellik, bu araçların ve yöntemlerin daha etkin kullanılması bakımından da değerli ve önemlidir.
Öneriler:
· Hak hareketlerinin hem yerel hem enternasyonel düzeyde ortaklıklar alanı kurma ve iş birliği yapabilme süreçlerinin sürekli temaslarla ve yatay ilişkiler kurulmasıyla güçlendirilmesi
· Hak savunucularının mücadele ve müdahale kapasitelerini artıracak şekilde raporlama, belgeleme vs. çalışmalarında yan yana gelebilmesi ve bunların sonuçlarını hak öznelerine ve sivil topluma etkili şekilde yaygınlaştırılması
· İnsan hakları hareketinin gündelik yaşama doğrudan etkide bulunabilecek olanak ve yapılarla ve örneğin yerel kamusal yapılarla iş birliği yapılması
· Hak ihlallerine birlikte ve proaktif bir yaklaşımla müdahale edebilecek ve bunlarla mücadele edebilecek ağlar oluşturulması (APK/KU)
Krizi birlikte aşmak: Kısıtlılıklar ve imkanlar/ TİHV İnsan Hakları Atölyesi
İnsan Hakları Krizi ve Savunucuların Yaşadıkları Sorunlar
Ulusal ve Uluslararası İnsan Hakları Hareketinin Krizine Yanıtlar
Güvenlikleştirme ve Siyasal Alanın Daralması