Adalet Bakanlığı Sadullah Ergin'in Silivri Hapishanesi'ne düzenlediği gezi sonrasında on köşe yazarının izlenim yazıları ve bakanlığın yaptığı açıklama üzerine hapishaneler gerçeğini biz tutsakların dilinden yazmaya karar verdiğimde sorunların çok fazla olduğunu bilsem de yine de bu kadar uzun süreceğini tahmin etmemiştim.
Mektuplardan derlediğim sorunlar uzunca listeler oluştursa da, mümkün mertebe sorunları atlamamaya çalışsam da her defasında geriye dönüp yazdıklarımı okuduğumda, hep bir şeylerin eksik kaldığı duygusunu yaşıyorum!
On köşe yazarının katıldığı gezide, kantin, merkez kontrol odası, konferans salonu ve burada yapılan etkinlikler hakkında Bakan Ergin bilgi vermiş.
Basın mensuplarıyla masa tenisi oynamış, gazeteci Ruşen Çakır'la da küçük bir satranç karşılaşması yapmıştı.
Yemek saatinde topluca yedikleri yemekten de pek memnun kaldıklarını altını çizen ve hapishanede çıkan yemeğin iyi olduğunu yazan köşe yazarları olmuştu!
Ancak Bakan hapishanelere dair ne göstermek ve yazdırmak isterse istesin tutsakların neler yaşadığını dinlemeden, hapishanelerin griliğine dokunmadan söylenecek sözün de, yazılacak yazının da gerçekleri ifade etmediği, edemeyeceği kesin!
En iyisi sözü daha fazla uzatmadan hapishanelerden gelen mektuplardan çıkardığım sorun listesini bir ucundan paylaşmaya devam edeyim.
Bütün hapishaneler musluklardan akan suyun çok kirli ve tadının bozuk olduğundan şikâyetçi.
Kırıklar 2 Nolu F Tipi Hapishane'den Turgut demiş ki: "İçme suyu kuyudan veriliyor ve kirli. Bulaşık süngerini musluğa bağlıyorum, bir günde simsiyah oluyor, bazen de pas rengini alıyor."
Kandıra'da musluk suyunu içemiyorduk.
Burada/Gebze'de de çay için musluk suyu kullanıyoruz.
Bir gün de semaverin içi kireç tabakasıyla kaplanıyor.
Musluktan akan suların sadece hapishanelerin sorunu olmadığını biliyorum.
Fakat hapishanede seçenekleriniz sınırlı.
Paranızla aldığınız damacana suyunu bile siz seçemiyorsunuz.
Ayrıca paranız varsa ya da birileriyle paylaşma koşuluna sahipseniz damacana su satın alabiliyorsunuz.
Tabii mali durumunuz elvermediği koşullarda, musluktan akan su nasıl olursa olsun, mecburen onu içiyorsunuz.
Söz paradan, harcamalardan açılmışken elektrik parasını da unutmamalıyım.
19 Aralık katliamından sonra, tutsakların F tipi hapishanelere zorla götürülmesinden sonra; aydınlatma hariç, elektrik giderleri tutsaklardan alınıyor.
Hatta bir ara bazı hapishaneler musluktan akan suyu da satmaya kalkışsalar da, itiraz edilince, kota uygulamasıyla yetindiler.
Diyelim o ay elektrik parasını ödemediniz.
Bir iki uyarıdan sonra prizlerdeki elektriği kesiyorlar.
Yani ne buzdolabı kullanabiliyoruz, ne çay ya da sıcak bir şeyler içebiliyorsunuz, ne de televizyon izleyebiliyorsunuz.
Ta ki elektrik borcunuzu kapatıncaya dek.
Neredeyse mektup gönderen tutsakların tümü kantinden şikayetçi.
Kalitesiz eşyaların, kaliteli fiyatına satıldığı, seçeneklerin azlığı ve ihtiyaç duyduğunuz bir çok şeyin de yasak denilerek kantinden satılmaması ortak şikayetler arasında.
Sebze kantini de ha keza öyle... Salata malzemeleri ve meyveler hem kalitesiz hem de pahalı.
Oysa istenildiğinde, çok rahatlıkla kaliteli ve daha ucuz sebze ve meyve getirilebiliyor.
Bu konuda Kandıra 2 Nolu T Tipi Hapishane'de hiçbir sorun yaşamadık.
Halden gelen sebze ve meyveler şayet bozuksa iade edildiği için; sebze ve meyve çok taze ve diğer hapishanelere göre daha ucuz alabiliyorduk.
En azından kantin fişini yazdığımızda alacağımız sebze ve meyvelerin fiyatını bilerek ihtiyaçlarımızı karşılıyorduk.
Farz edelim sevkiniz çıktı...
Kaldığınız hapishanenin kantininden satın aldığınız eşyalarınızı da normal olarak birlikte götürdünüz.
Şayet yanınızdaki eşyalar gittiğinizde hapishanenin kantininde satılmıyorsa bazı hapishanelerde o eşyaların hiçbiri verilmiyor.
Esasında hapishanelerde yasak dedikleri birçok ihtiyaç malzemesinin neden yasak olduğunu sorgulamak, yasakların mantığını aramak hakikatten boş bir çaba olarak kalıyor.
Yasaların ve kuralların, uygulanmaların odağında insan ve insan hakları olmadığı sürece, böylesine anti-demokratik, faşist yasalar ile baskıcı, zulüm kar uygulamalar da kaçınılmaz oluyor.
Ve her bir hak için, en basit bir ihtiyacınız için uğraşmanız hak alma mücadelesi yürütmeniz hatta çoğu zaman bedel ödemeniz şart oluyor.
Yasal olarak hapishanede bilgisayar kullanma, hatta ailenizin hesabınıza yatırdığı para ile idareye bilgisayar aldırıp, mesai saatleri içerisinde, idarenin denetiminde kullanma hakkına da sahipsiniz.
Fakat tutsaklara bu hakkı tanıyan ceza infaz kurumu, hemen o maddenin altına "güvenlik" gerekçesini ekleyerek; bu hakkın kullanılmasına karar verecek mercii olarak hapishane yönetimini atamış.
Hapishane yönetimleri de, bilgisayar edinmemizi de kullanma talebinizi hakikaten bir angarya olarak görüyor ve şu her derde deva ilaçların taleplerini "güvenlik" gerekçesiyle reddediyor.
Kandıra 1 Nolu F Tipi Hapishane'de Sami bana göre şanslıydı.
Bilgisayar aldırma talebini hapishane yönetimi "güvenlik" gerekçesiyle reddetse de, infaz hâkimliğinin istisna kararlarından biriyle bilgisayar edinme ve kullanma hakkını kazanmıştı.
Ancak, geçtiğimiz günlerde idare gözlem kurulunun yeni bir kararıyla haftada altı saat kullanabildiği bilgisayarını artık kullanamayacağı Sami'ye tebliğ edilmiş.
Gerekçe olarak da aldığı disiplin cezaları gösterilmiş!
Hapishanelerde baskı, zulüm ve şiddet sadece fiziki olmuyor.
Hatta bazen şiddetin fiziksel olanına katlanmak daha kolay gelebiliyor insana.
Tam bir sinir törpüsü gibi absürt, saçma-sapan uygulamalarla insanın sabrını zorluyorlar!
Kırıklar'dan Turgut demiş ki: "18 yıldır tutsağım. Bir sürü hapishane dolaştım. Erzurum hapishanesi de dahil olmak üzere bu kadar disiplin cezası verildiğini görmedim".
Disiplin cezalarında F tipi farkı da bu olsa gerek!
Kırıklar 2 Nolu F Tipi Hapishane'de 3-5 kişi dışında hemen herkesin açık görüş cezası varmış.
Tekirdağ 1 ve 2 nolu F Tipi Hapishane'lerinde de öyle.
Kandıra'da da...
Üstelik bu cezalar yılları buluyormuş!
Disiplin cezaları sadece açık ve kapalı görüş hakkınızı elinizden almıyor.
Hangi cezayı alırsanız alın, açık görüş hakkınız otomatikman elinizden alınıyor.
Ve her disiplin cezasının bir de "iyi halin oluşması" dedikleri cezanın kaldırılması için de üç ay daha hem iletişim hakkınız, hem de açık görüş hakkınız gasp ediliyor!
Hükümlüsünüz ve müddetnamenize göre hapis yatmanız gereken süreyi doldurdunuz.
Tahliye olmanız lazım!
Eğer disiplin cezanız yürürlükteyse, hem o cezayı, hem de cezanın kaldırılması dedikleri süreyi bitirmeden tahliye olamıyorsunuz.
Ve bu uygulamanın adli ve siyasi hükümlüler bakımından anlamı şudur: İnfaz yasasına göre disiplin cezası olan tutsakların infazının yanması ve verilen hapis cezasının tümünün fiilen infaz edilmesidir.
Zira CİK'e göre bugün tutsakların hak arama mücadele biçimlerinin hepsi yasak!
CİK'e göre slogan atmak, marş söylemek gereksiz bir fiil ve her biri için ceza öngörülmektedir.
Bugüne kadar başta F tipi hapishaneler gelmek üzere hiçbirinde slogan atmanın da marş söylemenin de gerekli görüldüğü durumlar yaşanmamıştır.
Tabi slogan cezai müeyyide uygulamayan hapishaneler hariç!
Düşünsenize 1 Mayıs resmi tatil ilan edilmesine ve insanlar sokaklara, meydanlara çıkıp 1 Mayıs'ı kutladıkları, meşru ve yasak haklarını kullandıkları halde...
Tutsakların hapishane havalandırmasında 1 Mayıs marşını söyleyip, slogan atarak, halaylar çekerek 1 Mayıs'ı kutlamaları; "gereksiz yere slogan atıp marş söyledikleri ve halay çektikleri" maddesi uyarınca disiplin cezaları verildi...
Disiplin cezalarına karşı infaz hâkimliğine itiraz etmenin, yasaya göre savunma hakkınızı kullanmanın da yüzde 99'u aleyhte sonuçlanıyor.
Zira infaz hakimlikleri gerçekte adaletin gerçekleşmesi için kurulmuş ve faaliyet yürüten mahkemeler olarak çalışmıyorlar.
Türkiye'de hukuksuzlukların, savunma hakkının olduğunu AB'ye göstermek için kurulmuş; gerçekte ise birer onama mercii gibi çalışıyorlar.
Ve Kürt tutsaklar gelinen aşamada, biçimsel de olsa bu haklarını da kullanamıyorlar.
Anadilde savunma yapma talepleri infaz hâkimliklerince kabul edilmediği gibi, disiplin cezasına itiraz eden ve Kürtçe savuma hakkından vazgeçmiş muamelesi yapılarak, cezaları onaylanıyor.
Aynı durum bir üst mahkeme olan ağır ceza mahkemesinde de Kürtçe itiraz dilekçesi yok sayılarak son nokta konuyor!
İaşe, yemek, beslenme sorunları da, neredeyse tüm hapishanelerin ortak sorunu.
Öncelikle hasta tutsakların bu türlü çözümlemeyen diyet sorunu, vejetaryenlere ayrı yemek verilmesinde, inanılmaz sorunların yaşandığının altını çizmeliyim.
Örneğin Sami Özbil, Crohn hastası.
İki yıldır üstelik bakanlığın talimatına, Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi'nin verdiği rapora rağmen çiğ yumurta talebi karşılanmıyor.
Genel sorunlar bakımından da yemeklerin aşırı yağlı olması, hijyen meseleleri temel şikayetler arasında.
Tabi bazı hapishanelerde bu sorunların yanı sıra, verilen yemek miktarının azlığında bir başka problem.
Her şey bir yana tutsak başına günde bir ekmek veriliyor ve genellikle de ekmek içi bir dizi nedenden dolayı yenmiyor.
Yemeğin kalitesiz ve az olması, otomatikman ekmeği olan ihtiyacı arttırsa da, ekmekle karnınızı doyurmanız da kesinlikle mümkün değil.
İstisnalar hariç, genel olarak erkekler kadınlardan daha fazla yemek yiyorlar.
Ve iaşe bedeline göre, özellikle de mali açıdan zor durumda olan tutsaklar kantinden kendi paralarıyla salatalık malzemesi, peynir, zeytin v.b alarak takviye yapamadıkları için genellikler aç kalıyorlar.
İlk tutuklandığımda buraya yemek fabrikasından yemek geliyordu. Gelen yemekleri yiyebilmek hakikaten mümkün değildi.
İdareye yaptığımız başvurularda da, sürekli olarak bakanlığın tutuklu başına verdiği iaşe bedeliyle yemek fabrikasının ancak bu kalitede yemek vereceği belirtiliyor ve hiçbir şey yapılmıyordu.
Tabii yemeklerdeki hijyen meseleleri ise bambaşka bir problemdi.
O dönem yüksek tansiyon sorunumdan kaynaklı diyet yemek talep etmiştim.
Hiç abartısız aylarca öğlen akşam karavanasında az yağlı haşlanmış pirinç ve yoğurt geldi.
Yaz aylarında ise bir adet domates.
Hani hiç değilse arada bir sade haşlanmış patates bile gelse, öpüp başıma koyacağım!
O karavanayla yetinseydim, yüksek tansiyondan değil ama açlıktan kim bilir hangi hastalıklara yakalanırdım?
Kırıklar'dan Turgut 2 Nolu F Tipi Hapishane'de yemekler nasıl sorumu:
"Heval keşke yemek işini sormasaydın. Çünkü onu sorun diye hatırlayınca bile midem alt-üst oluyor. Yemekler çok kötü, kalorisi düşük ve yağlı. Kalorisini de geçtik, kimi zaman yemeklerin içinde çok acayip cisimler çıkıyor. En son yemeğin içinde kanlı sargı bezi çıktı. Savcılığa ve idareye başvurup, kanlı sargı bezi hastalıklı şahıslardan olabilir diye kan tahlili yapılmasını istedik. Hala yanıt vermediler" şeklinde yanıtlamıştı!
Başa dönecek olursam, Adalet Bakanı Ergin köşe yazarlarına spor salonunu gezdirmiş, masa tenisi oynamışlar, gazeteci Ruşen Çakır'la küçük bir satranç karşılaşması da yapmıştı ya!
Paylaştığım sorunların yanında bazıları bakımından spor salonuna çıkma değişik kurs ve etkinliklere katılıp-katılmama bir teferruat gibi kalabilir.
Öncelikle siyasi tutsakların bir kısmının kurs ve etkinliklere, spor salonuna çıkmayı devletin tretman (iyileştirme ve eğitim çalışmaları) politikasına bağlı olarak uyguladığı gerekçesiyle, bu alanların hiç birinden yararlanamıyorlar.
Avukat görüşü 45/1 Nolu Genelge'de yer alan ve bugüne kadar hiçbir zaman uygulanmayan 10 saatlik sohbet hakkı ve bakanlıkça izin verilen ya da gönderilen heyetler dışında; açık ve kapalı görüş, mektup ve telefon hakkı da dahil olmak üzere her hakkın kullanımının tretmana bağlı olduğunu belirtmeliyim.
Ve Kandıra 2 Nolu T Tipi Hapishanesi'nden yola çıkarak, bu hakları gerektiği gibi kullanmanın neden mümkün olmadığını göstermeye çalışıyorum.
Kurs talepleri için en az 10 kişinin talepte bulunması ve hapishane idaresinin de o talebi karşılayacak koşullara sahip olması gerekiyor.
Hakikaten değişik kurs taleplerini de karşılamaya çalışıyorlar.
Ancak bini aşkın mevcudu olan bir hapishanede taleplerin hangi düzeyde karşılanabileceği tartışmaya muhtaç bir durum.
Yeni hapishanelerin çoğunda spor salonu mevcut.
Şimdi bini aşkın mevcudu olan bir hapishane de tüm tutsakların spor salonunda nasıl yararlanabileceğini tasavvur etmeye çalışalım...
Gerçektende bu mümkün değil.
Her koğuşu ayrı ayrı çıkarmak gibi tecrit politikasının uygulandığı koşullarda her hapishaneye birkaç tane daha spor salonu yaptırmalılar!
Adalet Bakanı bizzat izah etmeli!
Arada bir etkinlik düzenleyip, tutsakların eğlenmesinin koşullarını oluşturmak devede kulak bile değil.
Ayrıca siyası tutsakların bir kısmının bu tür etkinliklere de çıkmadığı, bir kısmının da çıkarılmadığı durumlarda her hapishanenin özgülünde yaşanan sorunlar arasında...
Mektuplarımızın zamanında gelmemesi ve gönderdiğimiz postaların adreslerine ulaşmaması önemli bir sorunumuz!
Ve bu işin bir müsebbibi hapishane idareleri ise, diğeri de paramızı alıp vermesi gereken hizmeti sürekli aksatan, yarım yamalak yapan ve bizleri fiilen mektuplarımızın akıbetini öğrenebilmek için taahhütlü ya da APS yolunu kullanmaya zorlayan PTT'dir!