Fotoğraf: Gökhan Balcı/AA-Edirne
İdlib'de 34 askerin yaşamını yitirmesinin ardından Türkiye'de yaşayan Geçici Koruma Rejimi altındaki Suriyeliler büyük bir tepkiyle karşılaştılar. Pek çok şehirde aslında askerlerin yaşamını yitirmesi ile Suriyeliler arasında bir bağlantı olmamasına rağmen bu olay gerekçe gösterilerek Suriyelilere saldırılar yapıldı, ev ve işyerlerine zarar verildi. Daha sonrasında hükümet yetkilisinin; "Mülteci politikamız aynıdır ama ortada bir durum var, artık mültecileri tutabilecek durumda değiliz" açıklaması resmi olarak olmasa bile gayriresmi olarak sınırların açıldığı şeklinde yorumlandı ve binlerce mülteci Avrupa'ya ulaşmak için Yunanistan ve Bulgaristan sınırlarına akın etti.
Canlı yayınlarda mültecilerin; kaçakçıları aracılığıyla sınırdan geçişlerini, bazı kanallarda göç yollarının anlatıldığını, tartışma programlarında geçip geçemeyeceklerini, daha da ileri gidip hayatta kalıp kalmayacaklarının tartışıldığını ve bu geçişler esnasında yoğun şiddet, kötü muamele, yer yer işkenceye varan görüntülerini izledik. Tüm bunlar yaşanırken en temel haklardan olan iltica hakkının en temel unsurlarından bile mahrum bırakılan bu kişiler "nankörlükle" suçlandılar.
Gerek Yunanistan gerek Bulgaristan gerekse Türkiye'nin dahil olduğu uluslararası sözleşmelere aykırı bir şekilde hareket ettiklerini ve söz konusu mülteciler olunca hakim olan cezasızlık kültüründen beslenen kişi ve grupların ülkenin pek çok yerinde mültecilere karşı nefret suçunu rahatlıkla işlediklerini gördük. Bu eylemleri gerçekleştiren kişilere herhangi bir soruşturma açılmaması bu kişi ve gruplara cesaret verdiği açık. Nitekim bu saldırlar halen devam ediyor.
Çocuklar yaşanan savaşlarda, göçlerde ve olumsuz tüm olaylarda en çok etkilenen grupların başında geliyor. Yetişkinlerin neden olduğu savaşların ve haksızlıkların sonuçlarına katlanmak zorunda kalıyorlar ve temel ihtiyaçları olan; korunma, barınma, beslenme, güvenlik hakları ihlal ediliyor. Peki, ülkelerin her koşulda çocuk haklarını askıya alma hakları var mıdır? Türkiye'nin de taraf olduğu Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesinde tarafların kendi egemenlik alanları içindeki tüm çocuklara bu sözleşmede tanınan hakları tanımak ve uygulamak zorunda oldukları güvence altına alınmıştır. Sözleşmede mülteci çocuklar gibi hassas grupların hakları söz konusu olduğunda; bu hakların din, dil, ırk, etnik kökene bakılmaksızın uygulanması gerektiğini belirtir ve ayrımcılığın her türlüsünü yasaklar.
Sınırlardan yansıyan görüntülerde kişilerin barınma, beslenme, eğitim gibi hakları kullanmaktan yoksun bırakıldıkları gibi pek çocuğun da hayatta kalma açısından bile çok zorluklar yaşadığı görülüyor. Tüm yaşadıkları zorlukların yanı sıra basında yer alış şekilleri çok sınırlı olan ve işlendiğinde de genelde "mağdur", "suçlu", "kurban" şeklinde gösterilen çocuklar, bu olayda da benzer şekillerde yer aldılar. Haberlerde kullanılan çocuk görsellerinde ağlayan ve çaresiz çocuk görsellerinin kullanıldığı, sosyal medya kullanıcılarının da bu görselleri binlerce kez paylaşılarak çocuk hak ihlalleri yeniden yeniden üretildi. Bu görüntüler paylaşılırken çocukların acılı, çaresiz, güçsüz, bir daha asla sağlıklı bir ruh hallerinin olamayacağına dair vurguların yapıldığı ve tüm bunlara çocuk haklarına duyarlı bazı kesimlerin bile ortak olduğu görüldü. Mülteci çocukların o anki çaresizliklerini yansıtan fotoğraflarını medya ve sosyal medya kullanıcıları olarak defaatle paylaşmaya hakkımız var mı?
Mülteci çocuklar, en savunmasız ve zarar görmeye en açık gruplar arasındadır. Bu grubun medyada işleniş biçimi sadece bu kişiler ve ailelerine zarar vermemekte aynı zamanda başta mülteci çocuklar olmak üzere bu görüntüleri izleyen diğer çocuklarda da travmalara yol açabileceği gibi çocuklardaki adil dünya inancını yıkmaktadır. Bu haberlerde işlenen tek duygu çaresizlik. Çocuğun yüksek yararı, çocuk hakları alanında daha çok savunuculuk, hak ihlallerini raporlamak ve yetkilileri sözleşme kurallarına uymaya davet etmek gerekirken; tam tersi bu çocuklar ve ailelerinin yaşadıkları ajitatif bir şekilde magazinleştiriliyor, soruna dair hiçbir çözüm önerisi olmayan bir dil ve görsellerle haberler üretiliyor. Oysa çaresizliğe odaklanan bu yaklaşımın çocuklara daha çok zarar vererek şiddeti yeniden ürettiği açık.
Yine bu çocukların ailelerine ırkçı ve ayrımcı bir şekilde saldırıldığı, bu ailelerin çocuklarının can güvenliğini riske attıkları iddiasıyla "yetersiz" ve "suçlu" diye yaftalanarak mültecilere yapılan kötü muamele ve nefret suçlarına meşruluk kazandırılıyor. Bu haberlerde çocukların yaşadıkları ile ilgili arka planın yeterince işlenmediği, bu ailelerin daha iyi bir gelecek uğruna neden çocuklarını ve kendilerini riske atarak bu yolculuklara çıktığı, Türkiye'de çocuklarına ve kendilerine yeteri kadar sosyal devlet imkanlarının neden sunulmadığı irdelenmemektedir.
Bianet'in Türkçe ve Kürtçe olarak yayınladığı Çocuk Odaklı Habercilik El Kitabı'nda yer alan bazı ilkeleri hatırlamakta fayda var:
BBC'nin ilkeleri ise şöyle:
Çok zor zamanlardan geçtiğimiz ve sınandığımız bu günlerde çocuklar için her zamankinden daha fazla çocuk haklarını savunmalıyız. Alain Serres'ın dediği gibi; "Çocuk hakları: Hemen. Şimdi. Çünkü yalnızca şu anda çocuğuz." (ST/AÖ)