Yüzyılın maden faciası Soma ile ilgili olarak birçok gerçek yazıldı, söylendi. Uzun yıllar daha yazılmaya devam edecek. Çünkü Soma sadece bir maden katliamı değildi. Uygulanan kömür politikalarının ve özelleştirmelerin doğal bir sonucuydu. Bu olayı yaratan nedenler devam ettikçe de ne yazık ki son olmayacak!
Yüz yıla yakındır üretim yapılan ve bütün jeolojik ve yapısal özellikleri bilinen Soma linyit havzasında böyle bir olayın olmasının arkasında yatan nedenlere geçmeden önce, bianet’te de duyurulan; TMMOB ve TTB’nin “Soma maden faciası ve inceleme raporu”ndan birkaç çarpıcı noktayı, (teknik bir yazı olmadığı için, planlama ve işletme yöntemleri konularına girmeden), özetleyerek tekrar belirtmekte fayda var:
Sadece bu söylenenler bile Soma-Eynez Ocağı özelinde katliamın oluşma nedenlerini açıklamaktadır. Bütün veriler değerlendirildiğinde, facianın önceden öngörülebileceği ve önlenebileceği anlaşılmaktadır. TTB’den Arif Müezzinoğlu’nun benzetmesiyle tam bir “Kırmızı Pazartesi”dir. Soma Raporu’na büyük emek veren ve kamuoyuna bilgilendirmelerde bulunan TMMOB yöneticisi Maden Mühendisi dostum Mehmet Torun’ un dediği gibi ‘organize bir cinayettir!’
Peki bütün bu gerçekler bize neyi anlatıyor. Soma’da yitirdiğimiz 301 maden emekçisinin ölümü kader değildir. Facianın boyutlarının büyüklüğü; madencilik sektöründeki acımasız ve insan yaşamını hiçe sayan bilime aykırı üretim yöntemlerini acı bir sonuçla da olsa kamuoyunun önüne koyması bağlamında bir milattır. Ama sonrasında ülkenin irili ufaklı maden ocaklarında her gün haber bile olmayan iş cinayetleri devam ediyor. Maden sektöründeki ölümler, inşaat sektörü ile yarış eder durumda. Alınması gereken önlemler, yapılması gereken yasal düzenlemeler, sermaye grupları tarafından engelleniyor, öteleniyor. Maden Yasası; bilimsel gerçekleri, işçi sağlığı ve iş güvenliğini de önceleyecek yaklaşımlarla yeniden ele alınmıyor. Sendikalaşmanın önündeki, İLO standartlarıyla çelişen engellemeler sürdürülüyor. İşçileri köleleştiren taşeron sistemi devam ediyor. Kapitalizmin, daha az yatırımla daha fazla kar elde etme anlayışı sürdükçe, ölümlerin artarak sürmesi de kaçınılmaz oluyor!
Bu arada Ülkemizin kömür politikalarına da ayrı bir başlık açmak gerekiyor.
Dünya, Paris İklim Sözleşmesi ile küresel sıcaklık artışını 2c̊’nin altında tutabilmek için fosil yakıtlardan vazgeçerken, Türkiye de bu sözleşmeyi geçen yıl imzalamışken ve 2020 den itibaren bu konudaki denetimlerin başlaması karar altına alınmışken, Türkiye’de kömür aramaları hızlandırılıyor. Yetmişin üzerinde yeni termik santral yapım ya da planlanma aşamasında. Bunların çoğu kömüre dayalı.
Enerji Bakanlığı verilerine göre; birincil enerji üretiminde, yerli kömürün yüzde 31.5 olan payı, yüzde 52 oranında arttırılarak, 14 bin 82 MW ye yükseltilecek. 9 bin 245 MW kurulu güçteki yerli kömüre dayalı termik santraller ile 6 bin 409 MW güçteki ithal kömüre dayalı santrallere, üretim lisansı ve ön lisans almış 13 adet kömüre dayalı yeni termik santral eklenecek.
Yapılacak yeni santrallere haklılık kazandırabilmek için; ülkemizde zengin linyit yataklarının olduğu; kalorifik değerleri bağlamında sadece termik santrallerde kullanıma uygun olduğu; bu yer altı zenginliklerinin ekonomiye kazandırılması gerekliliği sürekli gündemde tutuluyor. Uzun yıllardır 8.5 milyar ton düzeyinde seyreden Türkiye linyit rezervlerinin, daha önce de bilinen ama ekonomikliği tartışmalı sahalarda kömür aramalarının hızlandırılmasıyla, 2009 yılında 9.6 milyar tona, şimdilerde ise 14.2 milyar tona( görünür rezerv= ekonomikliği olan ve boyutları belirlenmiş) çıkartıldığı resmi kaynaklarda açıklanıyor. Bu rezervlerin muhtemel rezerv bağlamında 16 milyar olabileceği de kaynaklarda yer alıyor. Özellikle Afşin-Elbistan, Konya-Karapınar, Afyon-Dinar ve Eskişehir- Alpu’da sürdürülen aramalar, bu rezerv artışlarını sağlamış durumda.
Fakat bu rezerv artışlarında kullanılan kriterler, uluslararası kriterlerle tam uyum sağlamamaktadır. Kömür ve diğer maden rezervlerinin, uluslararası borsalarda geçerli olabilmesi, uzun zamandır bazı kriterlere bağlanmış durumda. Geçmişte bazı ülkelerde yaşanan skandallar, bu konularda bazı standart ve sıkı kuralları gündeme getirmiştir. Bu konuda uluslararası komite olan CRIRSCO (Combined Reserves İnternational Reporting Standarts Committe)nun kabul ettiği raporlama kriterleri ve asgari standartlar belirleyicidir. Madencilik mevzuatımız ise henüz uluslar arası standartlara uyumlu değildir. Bu bağlamda; ilan edilen bu linyit rezervlerinin, uluslararası alanda henüz bir geçerliliği yoktur. Ama ülkemiz, termik santrallere uygun kömür potansiyeli açısından, alelacele birilerinin gözüne sokulmaya çalışılıyor! Pazara sürülüyor!
Uygulanan ve hedeflenen politikalar göz önüne alındığında, bırakın Soma gibi katliamların engellenebilmesini, tüm yaşam alanlarımızın olumsuz etkileneceği süreçlere doğru yol aldığımız acı bir gerçek. Ülkemiz bir termik santral cehennemine dönüştürülmek, geleceğimiz kömür karasına bulanmak isteniyor! Örneğin Aliağa’da dört termik santral daha yapılmak isteniyor. 15 Mayıs 2016’da Aliağa’dan yükselen çığlığın duyulması kadar, sahiplenilmesi de son derece önemli. Henüz her şey bitmemişken!..
Nazım Usta’dan: Toprak doyurası gözleri doymuyor |
(Şİ/HK)