Hasan Bülent Kahraman, Sabah gazetesindeki köşesinde, Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP)-Burjuvazi ilişkisini analiz ettikten sonra, bu yazılar üzerine yapılan eleştirileri (benim, Umur Talu’nun ve Deniz Kavukçuoğlu’nun) değerlendirdiği yeni yazılarla (24-25 Eylül) görüşlerine açıklık getirdi.
Kahraman’ın konu ile ilgili beş yazısından çıkardığım sonuç, Türkiye’de hem burjuvaziyi hem de çalışan sınıfları tahlil etmede bir dizi yanlış ön kabulden hareket ettiği, kategorilerinin hiçbir ampirik bulguya dayanmadığı ve eldeki ampirik verilerin, Kahraman’ın tezlerini doğrulamadığı şeklinde.
Sonda söyleyeceğimi en baştan söyleyeyim: Kahraman’ın tezleri abartılı bir “Anadolu sermayesi” ve abartılı bir “emek-dışı” sınıf tanımları üzerine inşa ediliyor. Bu iki tanımlamanın, Türkiye gerçeklerinde neden abartılı olduğunu satırbaşlarıyla özetleyelim;
Gelelim, Kahraman’ın emek kesimi ile ilgili tahliline. Burada da hem kent yoksullarına, kent çevrelerine sığınmış işsiz, eksik istihdamlı nüfusa atfedilen önem, hem de bu kesime dönük AKP-burjuvazi gizli ittifakı gibi tezler çok abartılı…
Diyor ki Kahraman;
“Bugün emekçi kesimlerin önemli bir nitelik değiştirdiği kanısındayım. Emekçi kesim daha önceki dönemlerin "geleneksel" özelliklerini taşımıyor. Bugün Türkiye'nin sorunu emek çevresini yitirmesidir… Türkiye, bugün emek dışı yaşayan alt gelir gruplarının ağırlığı altındadır…”
Bu iddiadan başlayalım; Kahraman bu “ağırlığı” nasıl ölçmüş, bilmiyoruz. Ama işgücü istatistikleri kabaca şunu ortaya koyuyor:
70 milyonluk Türkiye’de 22,5 milyonun işi-gücü var; 2,5 milyon da işsiz var. İşi olanların yüzde 60’a yakını yani 13 milyonu ücretli nüfus. Ücretlilerin de 3 milyonu kayıt dışı..
Yani özetlersek; 2,5 milyon işsiz ve 3 milyon kayıt-dışı ücretli ile birlikte 5,5 milyonluk bir nüfus var ki, Kahraman’ın “emek-dışı yaşayan gelir grupları” dediği bunlar olmalı.. Kahraman, bunların, AKP tarafından sadaka politikalarıyla taban yapıldığını ve başka şartlarda sol bir siyasetin “vurucu gücü” olabilecek bu yoksulların AKP tarafından uyuşturularak aslında burjuvaziye büyük bir iyilik yapıldığını öne sürüyor.
AKP’nin burjuvaziye emek karşıtı servisi bundan mı ibarettir? Bu “emek-dışı” 5,5 milyona karşılık ücretli 10 milyon nüfus var. Peki bunlar ne oluyor? Bunlar için AKP burjuvaziye bir servis sunmuyor mu ? Söyleyelim; AKP, bütün demokrat ambalajlı söylemlerine karşın çalışan sınıfların sendikal-siyasal örgütlenmesi sözkonusu olduğunda emsallerinden daha otoriter ve anti-demokrat bir oluşum.
Sadece son 1 Mayıs’ı ve biber gazlarını anımsayın. AKP, örgütlenmenin önündeki bütün engellere sahip çıkıyor, yedek işsiz ordusunu büyütücü politikalarla ücretlileri sindiriyor, bu kesimi düşük ücret, aşırı iş yükü ve işsizlik korkusuyla sindiriyor, esnekleşme ile atomize ediyor, Türkiye’nin küresel piyasalarda rekabet gücünü ancak böyle tesis edebileceğini açıkça ifade ederek bu emek-karşıtı politikalarıyla burjuvaziye esas hizmeti burada veriyor.
Özet; işsizlerden ve yarı-işsizlerden oluşan “organize olmayan işgücü”nün varlığı ve artmakta oluşu, sermayenin, yeni birikim tarzı bağlamında emeğe karşı yürüttüğü savaşın bir sonucudur ve son tahlilde bir emek-sermaye çatışması ürünüdür. Bu marjinalleştirilen, kent varoşlarında depolanan ve AKP eliyle de uyuşturulan, afyonlanan bu işgücünün varlığı önemli olmakla birlikte, bugünün emek-sermaye çatışmasının asli meselesi değildir. Sermayenin insafsızca sömürdüğü ve sayıları 10 milyonu bulan “organize işgücü” nün sermaye ile olan çelişkileri bugünün Türkiye’sinde çok daha günceldir ve diğerinin gölgesinde değildir.
AKP’nin burjuvaziyle gizli-açık anlaşmasının çerçevesinde, sadece “emek-dışı kesimleri” uyuşturmak yok, onun uzantısı ve daha önemlisi olarak, örgütlü-örgütsüz 10 milyon ücretli sınıfı, burjuvazinin istediği bir anti-sendikal rejimde, cenderede tutmak var.
Sonuç olarak, Kahraman’ın “emek-dışı” diye nitelediği kent yoksulları ve yedek sanayi ordusu ile birlikte irili-ufaklı işyerlerinde, örgütlü-örgütsüz çalışan işçi sınıfı, eninde sonunda sermaye ile olan çelişkisiyle yüz yüze geliyor.
Öte yandan, yeni bir dünya kriziyle birlikte içine girilen konjonktürün rüzgarında sapla saman da iyice ayrışacak. Ve biz sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada daha çok emek-sermaye çatışmalarını, sınıfsal arınmaları, saflaşmaları yaşayarak göreceğiz. (MS/EÜ)