Değişimin kaçınılmazlığı karşısında ortaya konan direnç giderek büyük tahribatlara yol açabilmektedir. En önemlisi de meydanlarımız, sokaklarımız ve dağlarımız hala kanamayı sürdürüyor. Bu kanamayı durduracak demokratik, özgürlükçü bir siyasal iradenin olmaması, devlet dediğimiz olguyu çok daha yıkıcı bir niteliğe büründürmektedir.
29 Mart seçimleri öncesinde hükümetin bazı "sözde" açılımları ve geleceğe dair vaatleri kamuoyunda iyimser bir hava yarattı. Özelikle de aydınların seçimlerden sonrası için yaklaşım ve öngörülerinden bu iyimserliği izlemek mümkündü. PKK'nin 1 Haziran'a kadar ilan ettiği ateşkesin kalıcılaşması ve giderek devletin eskimiş söylem ve argümanları terk ederek demokratik bazı adımlarla bu süreci desteklemesi ihtimali vardı. Ne yazık ki gelişmeler tersi bir yönde gerçekleşti. Süreci yeniden geren adımlar peş peşe geldi. Bunların başında da seçimlerin hemen ertesi denilebilecek bir dönemde DTP'nin saldırıya uğraması geliyor. Onlarca DTP üye ve yöneticisi eşzamanlı operasyonlarla gözaltına alındı, tutuklandı. Bunlar içerisinde belediye başkanı ve belediye başkan yardımcıları da var
Seçimlerde DTP'nin kazandığı başarı, devlet Kürt sorununu çözmek isteyen bir iradenin sahibi olsaydı, bir "şans" olarak görülmeliydi. Oysa bu durumu bir "şans" değil, "tehlike" olarak gördüler. Nitekim hükümet sözcüsü Cemil Çiçek, "Iğdır'ı da aldılar, Ermenistan sınırına dayandılar" diyerek, nasıl bir zihniyete sahip olduklarını çok açık bir şekilde ortaya koydu.
DTP'nin engellemelere rağmen elde ettiği başarı, ciddi bir siyasi mesaj anlamı da taşıyor. Bu mesaj, öncelikle inkarcı zihniyetin iflas ettiğidir. Başbakan Erdoğan ve AKP, seçimlerde özellikle Kürtlerin yoğun yaşadığı illere önem ve öncelik verdi. Sonuç ortadadır. Bu başarı ve mesajı "kimlik politikası yapıyorlar" şeklinde boş sözlerle karartmak mümkün değildir. Kaldı ki inkarcılıkta ısrar etmek, kime ne yarar sağlar? Bu soru üzerine herkesin bir kez daha şapkasını önüne koyup düşünmesinin zamanı geldi de geçiyor
DTP'ye yönelik saldırının bir diğer anlamı da, AKP'nin devletleştiğinin ilanı olmasıdır. Devletleşmek; Kürt sorunu söz konusu olduğunda hiç kuşkusuz inkâr ve ret yaklaşımını inatla sürdürmek anlamına gelmektedir. Bu yaklaşımın şiddet ve acı doğurduğunu artık herkes çok iyi bilmektedir. Kürt sorununu şiddete dayalı politikalarla çözmeye çalışmak, bunda ısrar etmek, şiddet üzerinden kendini "güç" haline getirmek, halklarımıza sadece ve sadece acı vermekte, çözüm imkanlarını zora sokmaktadır. Askeri çözüm ve şiddet mantığı, bir "çözüm" şekli değildir. Bunun ne tür çeteleşmelere yol açtığı, Ergenekon davasında da görüldü, gözler önüne serildi.
Operasyonlar, baskı ve şiddet politikalarıyla bu ülkenin otuz yılı heba edildi. Ergenekon davası, bu kanlı, çözümsüzlükten beslenen zihniyetten vazgeçildiği yönünde bir umut da doğurmadı değil. Ne var ki bir yandan Ergenekon davası sürerken, bir yandan da çözümsüzlükte ısrar eden politikadan vazgeçilmediğini görüyoruz. Eğer Ergenekon davası devletin kendi kirli geçmişiyle hesaplaşması ise, bu politikada ısrar edilmesinin anlamı nedir?
Dolayısıyla DTP ve kurumlarına yönelik ortaya çıkan son saldırılar bu sürecin daha sağlıklı ve inandırıcı bir şekilde ilerlemesini engellemektedir. Bugün parlamentoda grubu bulunan DTP'li milletvekillerini Diyarbakır'da binlerce partiliyle birlikte açlık grevine zorlayan nedenleri görmek zor olmasa gerek. Keyfi bir şekilde tutuklanan DTP'li yöneticilerin zaman yitirilmeden serbest bırakılması sağlanmadığı takdirde sürecin daha zorlu bir nitelik kazanacağı bellidir. Demokratik ve barışçıl çözüm imkanları hala vardır. İstek ve beklentimiz, bu yönde daha fazla zaman kaybedilmeden adımlar atılmasıdır...
Herkesin görmesi gereken gerçek şudur: Dünya artık eski dünya değildir. Dolayısıyla Kürtler de bu dünyanın köklü bir halkı olarak kültürüyle, dili ve inancıyla özgürce yaşamak istemektedirler. Bu, bütün halkların olduğu gibi Kürtlerin de en temel haklarıdır. Kürt halkı aynı topraklar üzerinde bin yıllardır birlikte yaşadığı diğer halklarla eşit şartlarda bir yaşamı istemekte, özlemektedir. Meselenin özü bu kadar açık ve nettir. Kürt çocuklarına yönelik uygulanan "vahşet" yöntemleriyle, dipçiklerle onların kafalarını parçalamaya çalışmakla kimse hiçbir sorunu çözemez. Kürt halkını mutsuz ederek Türk halkını mutlu edemezsiniz. Bu ülkenin sivil demokratik güçlerini korkutarak, sindirerek demokrasiyi getiremezsiniz.
* * *
Yeni bir albümü bitirmiş ve sizlerle buluşturmanın çabası ve heyecanı içindeyken biraz karamsar denilebilecek bir yazı yazdım. Aslında bu yazımda "Çığlıklar Ülkesi" adını verdiğim yeni albümümden bahsetmek istiyordum. Fakat gelişmeler nedeniyle bunu daha sonraya ertelemek gereği duydum. Ne var ki, "Çığlıklar Ülkesi" biraz da bu konuştuğumuz konuların dile gelmesidir...
Ve bir kez daha bahar... Bahar yenilenmenin, dirilişin mevsimidir. Karamsarlık dayatan, umutlarımızı karartmak isteyen bütün bu gelişmelere inat, bahar dolu yaşamların özlemlerini her daim canlı tutalım... (FT/EK)