Geçtiğimiz hafta Hatay’da bir polis memurunun ölümünün, ailesine kameralar eşiliğinde haber verilmesi ve Karaman Devlet Hastanesi’nde ağır yaralı bir kız çocuğunun ailesine, yine kameralar önünde, sert bir uslüple “Kurtaramayacağız. Burada geldiğinde de ölüydü” denilmesi kamuoyunda ciddi tepkiye yol açtı. İki gün once de Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan, PKK saldırılarında öldürülen güvenlik güçlerinin aileleriyle bayramlaşırken, “Bir adanış ve teslimiyet bayramı olan Kurban Bayramını sizler çoktan idrak ettiniz” demesi tepkiyle karşılandı.
Peki hayatını kaybeden birinin yakınlarıyla nasıl konuşulmalı? Ölüm haberi nasıl verilmeli? Yukarıdaki örneklerdeki gibi olduğunda yas sürecindeki kişi nasıl etkilenir?
Ruh sağlığı uzmanı Prof. Dr. Şahika Yüksel, bu soruları bianet için cevapladı.
“Bu kişiler nasıl haberdar edilir, tıp ahlakı açısından biz sağlıkçıları ilgilendiren ve üzerinde düşünülmüş, çalışılmış bir konudur” diyen Yüksel, ölenlerin yakınlarının daha fazla zarar görmemesi için ölüm haberi verilirken neyin yapılacağı ve neyin yapılmayacağına çok dikkat edilmesi gerektiğini belirtiyor.
“Aslında yerli olmayan dizilerde gördüğümüz gibi mahrem bir alan hazırlanması gerekir. Kişi, bu süreçte istediği gibi çığlık atabilmeli, soru sorabilmelidir. Sorular saçma olabilir. Açıklama yapıldığı halde tekrar tekrar inanamayıp, anlamayıp sorabilmelidir. Sabır ve şevkatle dinlemek ahlaki, etik, insani olarak gereklidir.
“Bu devrede ‘Daha beteri olabilirdi’ veya ‘Ben sizden çok üzüldüm’ gibi açıklamalar yapmak uygun değildir. Ölüm veya kaybın herkes için makbul bir modeli yoktur. Kayıptan uzun bir zaman sonra kişiler kendileri farklı yöntemler geliştirek kayıpla başa çıkmalarını hafifletmenin yolunu bulabilirler. Ama bu bir süreç işidir.”
Ölüm haberinn alındığı anın “inanmanın güç olduğu bir şok evresi” olduğunu belirten Yüksel, bu süreçte yaşananların yas sürecinin uzamasına ve çözülmesinin zorlaşmasına neden olabileceğinin altını çiziyor.
Kişinin kırılganlığını ve uzamış yas olasılığını azaltmak için birkaç noktaya dikkat çekiyor:
“Örneğin, kadın cinayetlerinden sonra cenazeyi kadınların taşıması veya tabutun o kişinin ait olduğu grubun renklerinden örtülerle örtülmesi, çiçeklerin renkleri, veya bağış yapılan kuruluşun seçimi kişinin inanç ve ideolojisine ve onu paylaşan yakınlarınca belirlenmelidir.
"İlk haftalarda çok kere ölen kişiyle ilgili anılar aktarılır. Bunların anlatılmasına fırsat vermek ve o giden ve kalan kişi arasındaki ilişkinin hassasiyetine anlamaya çalışmak gerekir.”
Peki ölüm haberi verilirken, yakınlarının daha çok zarar görmesini engellemek için belirlenmiş prosedürler mevcut mu? Ölüm haberini kim vermeil?
Yüksel şöyle cevaplıyor:
“Ölümlerin önemli bir bölümü hastanede gerçekleşiyor. Her ölümden sonra doktorların muayene edip, durum tespiti yapması gerekiyor. Ama tıp eğitiminde ağırlık hastayı sağlığına kavuşturma ve yaşatma, yani tedavi ağırlıklıdır. Ölüm ve ölüm haberi verme üzerine zorunlu bir ders veya program yok.
“Ben bu konuya meslek hayatımının 20 yılına doğru önem verip üzerine düşünür oldum. Ruh sağlığı, psikiyatri alanında çalışanlar ve tıp etiği hocaları bu konuyu gündeme alıyor. Bu derste öğrencilerle rol yapma şeklinde uygulamalar yaparken kendi duygularımızı, düşüncemizi tanıma imkanı doğuyordu. Ama tüm fakültelerde konunun müfredatta yer aldığından emin değilim.”
Yüksel, ölüm haberi vermenin kişide öfkelendiren bir çaresizlik hissi yarattığının ve bu konunun bir dersi ya da yönetmeliği olmasa bile, kişinin sağduyulu ve empatik davranması gerektiğini vurguluyor:
“Ben 20’li yaşlarımda nöbetteyken. kendi yaşımda bir gencin öldüğü bilgisini ailesine verirken çok utandığımı hatırlıyorum. Yüzlerine bakmakta zorlanmıştım. Benim hatam yoktu. Beyin kanaması geçirmişti, beklenen bir durumdu. Ama ne diyeceğim, nasıl ifade edeceğim konusunda deneyimim yoktu. Ölüm karşısında kendimizi çaresiz ve güçsüz hissediyoruz. Bu güçsüzlük bizi öfkelendirebilir.
“Hastanelerde hep yer sıkıntısı var. Yakınlarla konuşlacak bir oda, masada bir bardak su olmalı, bu haber ayaküstü söylenemez. Büyük, geri dönüşü olmayan, zor bir konu aktarılıyor. Odanın mahremiyeti olmalı, o sırada telefon çalmamalı, giren çıkan olmamalı. Ayrıca, haberi yetkili kişiler vermeli. O sırada konuştukları, kaybı olan kişilerin yüzüne bakabilmeli, elini tutabilmeli. Doktor, hasta yakını ilişkisinde el sıkışmak dışında fiziksel yakınlık kural olarak yoktur. Tek istisna kötü bir haberi verirken daha uzun el tutulabilir, omuzuna dokunulabilir.
“Dersi, yönetmeliği, yönergesi olmasa da, yetişmiş ‘olgun’ insanların kötü bir haberi verme konusunda bir sağduyusu olur. Empati kurabilir. Vakit verebilir. Bir gösteri alanı olmadığını bilmelidir.” (ÇT)
"... Eve bir geldim ki apartmandaki komşular bize gelmişler. Kirada oturuyorum Batıkent’te. Ay, durup dururken hepiniz niye geldiniz, dedim. Biriniz geleydiniz hepiniz niye geldiniz. Yani hisseder gibi oluyorum. Niye geldiniz dedim. Yoo dediler, Şükran abla öylesine geldik. Yok dedim. Gelinim de var evde büyük gelinim. Niye dedim kızım, bunlar niye geldi. Senin rengin niye böyle oldu derken Ahmet’ime mi bir şey oldu dedim. Yok anne dedi, hemen telefona sarıldım Bingöl’ü arıyorum. Bingöl’ü arıyorum, diyorlar ki başınız sağ olsun oğlunuz şehit oldu. Telefonu fırlattım attım., Ahmet’im şehit olmuş. 15 gün 15 gün böyle kuşlar gibi bağırıyorum. Nasıl ama yemek içmek senin olsun, dünya umurumda değil. Ondan sonra oğlumun kara haberini getirdiler tekrar bana. Akşam bir astsubay geldi. Teyze üzülme dedi. Ona nasıl sarılıyorum biliyor musun, oğlumun kokusu var diye asker kokusu var. Nasıl sarılıyorum ama hiç unutmadım."* (Şükran K. Bir ‘’Şehit Annesi’’ Hikayesi, Esra Gedik, ‘’Öl Dediler Öldüm’’/ Türkiye’de Şehitlik Mitleri kitabı içinde, s. 279-280, Derleyen Serdar M. Değirmencioğlu, İletişim, 2014, 405 s. ) |