*Görsel: Pete Linforth/ Dijital sanatçı/ Pixabay.
İran Cumhurbaşkanı Ruhani, dün İran'ın, 2015'te imzalanan nükleer anlaşmanın öncesindeki oranların da üzerinde uranyum zenginleştirdiklerini açıkladı.
Peki İran bugünlere nasıl geldi?
İran Nükleer Programı ilk olarak 1953'teki CIA destekli darbe ve ardından Şah Rıza Pehlevi'nin iktidarı sonrası ABD yardımıyla "Barış için Atom" programı parçası olarak başlatıldı.
ABD, Sovyetler'e karşı nükleer güç arayışındaydı, İran, Türkiye ve Pakistan'da bunun için adaylardı.
8 Aralık 1953'te dönemin ABD Başkanı Dwight D. Eisenhower, Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu'na uluslararası bir sistemin kurulmasını önerdi.
Kısaca "Barış için Atom" adıyla anılan söz konusu öneri, Uluslararası Atom Enerji Ajansı'nın (UAEA) kurulmasıyla sonuçlandı.
UAEA'nın misyonu, atom enerjisinin dünya barışına, sağlığa ve refaha katkısını arttırmak ve hızlandırma olarak açıklandı.
1967'de Tahran Nükleer Araştırma Merkezi (TNAM) kuruldu. İdare mekanizması İran Atom Enerjisi Kurumu (İAEK) idi.
Merkez, yine ABD desteğiyle 5-megawatlık nükleer araştırma reaktörü ile ilk çalışmalarını başlattı.
Bu çalışmalar sonucu yüksek oranda zenginleştirilmiş uranyum sağlandı.
1968'te Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması (NSYÖA) İran tarafından da imzalandı, 1970'te ise onayladı.
Şah Pehlevi, 2000 yılı için ABD yardımıyla 23 nükleer santralin yapılmasını içeren planlara onay verdi.
Batı Avrupalı ülkeler ve ABD 1979'da Şah rejiminin devrilmesi ve İran İslam Devrimi'nin ardından program İran hükümeti tarafından durduruldu.
Ancak çok geçmeden program, devrim öncesi döneme göre daha düşük bir bütçeyle tekrar harekete geçirildi.
Devrim sonrası İran ve ABD ilişkileri bozulurken, ABD'nin en yakın müttefiklerinden İsrail de programını canlandırmasını tehdit olarak algıladı.
2002 yılında, ABD ve Avrupa Birliği'nin "terörist grup" olarak ilan ettiği Ulusal Direniş Konseyi'nin eski bir üyesi Alirıza Caferzade, İran rejimi içinden elde ettiğini söylediği bilgilerle Natanz ve Arak'ta iki "gizli nükleer tesisi" açıkladı.
Bu açıklama, İran'ın bölgede güçlenmesini istemeyen ABD ile nükleer kriz sürecinin de başlangıcı oldu.
Avrupa Birliği bu noktada inisiyatif aldı ve İran ile görüşmeleri başlattı.
ABD ve İsrail başta olmak üzere bazı ülkeler, İran'ın nükleer silah üretme kapasitesine çok yaklaştığını ileri sürdü.
Krizli yıllarda Birleşmiş Milletler (BM) ile çok sayıda ülke İran'ın nükleer programını kısıtlamak için ekonomik yaptırımlara başvurdu.
Yaptırımlardan etkilenen İran yönetimi ile P5+1 ülkeleri olarak adlandırılan BM Güvenlik Konseyinin daimi üyeleri ABD, Rusya, Çin, İngiltere ve Fransa ile Almanya'nın yanı sıra Avrupa Birliği arasında yaklaşık üç yıl süren müzakerelerden sonra Temmuz 2015'te anlaşmaya varıldı.
ABD Başkanı Donald Trump, 2015'te başkanlık yarışına başladığında İran ile yapılan anlaşmaya itirazını hemen dile getirdi.
Trump, seçim kampanyası sırasında Obama'yı eleştirirken "dünyanın en kötü anlaşması" olarak nitelediği anlaşmadan çekildi.
2020'ye İran-ABD gerilimiyle giren dünya, General Kasım Süleymani'nin öldürülmesi hemen ardından İran'ın ABD üslerini vurmasına tanık oldu.
Trump, yaptığı ilk basın açıklamasında İran'ı yeni bir anlaşma için masaya oturtmayı teklif etti.
İngiltere Başbakanı Boris Johnson da "Gelin anlaşmayı değiştirmek için birlikte çalışalım ve yerine bir Trump anlaşması koyalım" çağrısı yaptı.
(PT)
*Kaynak: World Nuclear Association, Wikipedia, AA, www.world-nuclear.org