Diyarbakırspor çok özel bir kulüp. Temsil ettiği taraftarın kimliği, beslendiği coğrafya ve kültürüyle dikkatle izlenmesi ve incelenmesi gereken bir futbol takımı. Simon Kuper'e hürmet ve selam olsun, "Diyarbakırspor, asla sadece bir futbol takımı değildir."
Sporun siyasetle birlikte anıldığı ülkemizde, iktidarlar ya da iktidara aday partiler, gün geliyor imajlarını sporla temize çekiyor.
Spor siyaset ilişkisi ara sıcak-ana yemek ilişkisine benziyor. Siyasi liderler gittikleri ilin spor takımının atkısını boyunlarına sararken halka verilen mesaj çiğ bir tat bıraksa da aynı şeyler her yerde ve hep tekrarlanıyor. Yetmiyor, siyasetin s'sinden anlamayan Hakan Şükür önce vitrine, oradan Meclis'e taşınabiliyor.
Hal böyle olunca halk Meclis'ten kovulmuş oluyor. Meclis'ten kovulanlara futbolcuların geldiği statlar adres gösteriliyor. Böylece statlar garip bir hesaplaşma ya da duruşma salonuna dönüşüyor. İzleyici sandalyelerinde taraftarlar, sanık sandalyesinde rakip takım ve ilk düdüğü beklemeden ifadeler alınıyor.
Tribün tezahürat bir savunma, belki de bir saldırı... Atılan slogan bir duruşu, bir başka dili, kültürü ya da resti oluyor stat meclisindeki halkın.
Bursa'da "Ne mutlu Türküm diyene" demek makbulken, Diyarbakır'da enstrümantal olarak okunan "Herne Peş", kulaktan kulağa bir itirazı dokuyor tribünlerde.
İstanbul'da galibiyette de mağlubiyette de milliyetçilik alkışlanırken; Diyarbakır'da galibiyet sonrası atılan, "Bijî Diyarbakırspor" sloganı terörist bir uygulamayla karşılaşıyor. Taraftar çocuklar coplanıyor.
Tevazudan yoksun Kızılay, Taksim ve Konak meydanları, taraftarın sırtındaki haki üniformalarla kibirleşirken; Gevran, Ekinciler ve İstasyon caddelerinde, Hakkari'den, Muş'tan, Van'dan, Siirt'ten, Şırnak'tan gelen çatışma haberleriyle birlikte dağlarda yükselen yanık ceset kokusu yayılıyor.
İçkale'de sahada yer alacak iki takımı bulurken 'JİTEM uygarlığı'na ait kemikler, Diyarbakırspor taraftarıyla hep itiraz ediyor... Geri bırakılmışlığa, "bilinmeyen dil" ithamlarına, dağ başlarındaki savaşa ve Ankara'nın baskısına...
Hal böyle olunca silahlar sustuğunda talibi artan, kurnaz siyasilerin öncülüğünde damatlık giydirilen Diyarbakırspor, zor günlerinde terk edilip sahipsiz bırakılıyor. Böylesi dönemlerde kefen giydirilmiş Diyarbakırspor'un taziyesi, haliyle kimsesiz ve haddinden fazla hüzünlü geçiyor.
Evet, Diyarbakırspor şu an bir taziye yaşıyor.
Erkene alınmış kendi taziyesinde, "Yeşil... Kırmızı... Şarkın Yıldızı..."
Ankara, şikeydi, yasaydı, küme düşmeydi, puan silmeydi diyerek futbolunu kurtarmaya çalışa dursun,
Diyarbakırspor kendi acısını artık içine gömüyor. Kapılara vurulacak kilitler bileyleniyor.
Diyarbakırspor kan ağlıyor. Şikenin büyüğüne yine Ankara diyor.
Bank Asya 2. Lig Beyaz Grup'ta mücadele veren takımda sorunlar bitmiyor. 2009-2010 futbol mevsiminde Süper Lig'de mücadele ederken deplasmanda karşılaştığı ve tarihinin en ırkçı saldırısını yaşadığı Bursaspor maçıyla başlayan çöküş devam ediyor.
Kulübün şu an kasasında tek bir kuruş parası yok. Teknik direktörleri istifa etti. FİFA tarafından iki dönem transfer yasağı var.
Bu gidişle 2012 Ağustos ayında kalkacak transfer yasağından sonra bile kulübe futbolcu kazandırmak zor olacak. Kulübün tüm gelirlerine haciz konulmuş durumda. 13 ayrı borçlu tarafından haciz konulan Pirinçlik'teki arsasını satışa çıkardı. Personele maaşlar ödenemiyor.
Geçen hafta yapılan genel kurulda takıma kimse talip olmadı. Şu anki Başkan Nurullah Edemen, mecburen başkanlık koltuğunda kaldığını söylüyor.
Şehir, kulübün yaşadığı huzursuzlukla boğuşuyor. Üstüne, sahalarda alınan başarısız sonuçlar taraftarları isyan noktasına getirdi.
Diyarbakırspor son olarak haftasonu oynanan maçta sahasında Bugsaş Spor'a 1-0 yenildi. Şu an ligde sondan 4. sırada. Takım 3. Lig'e düşebileceği gibi, her an kapanması noktasında.
Sivil yönetim ve çıkarsızca destek gerek
Diyarbakırspor kurtulabilir.
Evet, istenirse kurtulabilir.
En büyük sorumluluk başta Diyarbakır olmak üzere bölgenin vefalı işadamlarında. Şu an çok acil Diyarbakırspor'a nakit bir kuvvet lazım.
Diyarbakırspor 1968'in zor şartlarında bir avuç sorumluluk sahibi memleket sevdalısının, inanç ve şehri temsil etmedeki büyük arzusuyla kurulmuş. Defalarca çıktığı Türkiye futbolunun zirve liginde tutunamadı. Dış saha maçlarında sürekli ırkçı saldırılara maruz kaldı.
İstikrarsız bir profil çizdi, yükselirken yalnız şehirdeki taraftarını değil kendisini destekleyen muhalifleri, devrimcileri, solcuları, Kürtleri mutlu etti. Düşerken üzdü.
Başarıda sahiplenildi, başarısızlıkta kimsesiz bırakıldı. Silahlar patladığında kapısına uğrayanı olmadı. Silahlar sustuğunda devlet erkanı öncülüğünde ve desteğinde sahipleri çoğaltıldı. Kimliği hep böyle olmuş Diyarbakırspor'un.
2012 yılına gelindiğinde sportif başarı anlamında 1977'ye, kurumsal anlamda ise 1980'li yılların ortasına geri döndü.
Şehirde ve yöresinde işlenmeyen ve yeşil sahalara profesyonel özenle aktarılmayan bir futbol mutfağının varlığı söz konusu. Brezilya'da bu mutfak neyse, Diyarbakır'da da odur.
İşsizlik, yoksulluk ve genç nüfus gibi rahatlıkta futbolda çıkışa neden sayılacak somut koşullara sahip olmasına ve bölge çocuklarının özgür bir ortamda futbol isteğine rağmen, bir türlü başlatılmayan tesis inşaası ve alt-yapı okullarına el atılması gerekiyor. Kalıcı kurtuluş reçetesi budur.
Endüstriyel futbolda dünyanın vardığı yere karşın, yüzünü halkın öz gücüne ve arzusundan uzak tutan Diyarbakırspor'a iş dünyasının, çıkarsızca, şov ve reklam kaygısından uzak, işin uzmanlarıyla el birliğiyle yeniden ve spor ahlakına sığan ilkelerle el atması gerekiyor.
Zaman azalıyor.
Diyarbakırspor komada.
Ya fişi çekilecek ya da son bir hamleyle ayağa kaldırılacak.
Her bijî * Diyarbakırspor...
* Çok yaşa