"Gün gelir anılar da değiştirir sözcüklerini."
Cemal Süreya/Sevda Sözleri
Ne güzel demiş Cemal Süreya. Yüksek Lisans Tezimin bir bölümünü bu dizeye adamıştım desem yeridir. Güzel demiş üstat ama bazı anılar öylece kalıyorlar yerli yerinde. Boğazda aynı düğümü bıraktıktan sonra kelimelerin yerini değiştirsen ne yazar.
Bir yıl kadar önce Fatma Tokmak'ın hikâyesini anlatan belgeselim için Eren Keskin, Leman Yurtsever, Azat ve Fatma Tokmak'ın teyzesi ile çekim yapmıştım. Maddi imkânsızlıklar ama en çok da araç tedarik etme peşinde koşturmaktan bıktığımdan biraz da belgesel çekme işine bir süre ara vermem gerektiğini düşündüğümden bir türlü montaj masasına oturamadım.
Eh tabi biraz da hayat girdi araya. Harala güreleydi derken ihmale terk ettim Azat'ı ve Fatma'yı. İtiraf edeyim, bu bir yılda bir düzine saçma sapan "şeye" savrula savrula "enine boyuna" vakit de ayırdım. Neyse, vicdanımı aklama çabamı bırakıp hikâyeyi tekrar hatırlayalım, hatırlayayım.
Fatma Tokmak'ın eşi 1996 yılında PKK'ye katılır. Bir yıl sonra Fatma, oğlu Azat'la birlikte Amed'den Kocaeli'ne gelir. Misafir olarak kaldığı evde yaşanan cinayetin ardından gözaltına alınır. Fatma Tokmak'ın ablası yanlış hatırlamıyorsam o tarihlerde Azat'ın 2,5 yaşında olduğunu söylemişti. İstanbul Terörle Mücadele Şubesi'ne getirilen Fatma ve Azat 15 gün boyunca işkenceye maruz kalır. Fatma'yı konuşturmak isteyen işkenceciler, Azat'ın elinde ve sırtında sigara söndürmeye gidecek kadar zalimin zalimi olabilmişlerdir. Hala da izleri durur. İşkenceyi anlatmak özel hayata gösterilmesi gereken saygı kadar özen gerektirir gibi gelir bana. Titiz cümleler kurmak gerekir. Hele ki bunu basınla paylaşıyorsan. Utanması, kahrolması gereken işkencecilerin kötü kalpleri iç hesaplaşmayı hiç bilmedikleri için tüm bunların kamuoyuyla paylaşılması gerekir bir yandan. Mümkünse adları, sanlarıyla birlikte. Kötü namdarlıkları duyulana kadar.
"15 gün boyunca işkence gören Fatma ve Azat için resmi bilirkişilik kurumu olan Adli Tıp'ın verdiği ve belirsizlik taşıyan raporlara dayanarak işkenceciler hakkında dava açmaya gerek duymadı. Oysa Azat'ın gördüğü işkence hem İstanbul Tabip Odası, hem de İnsan Hakları Vakfı'nın verdiği raporlarla çok net bir biçimde tespit edilmişti. Bu arada Fatma Tokmak, okuma-yazma ve Türkçe bilmediği halde, içeriğini hiç anlamadan bir ifadeye parmak bastırılarak yıllarca yargılandı. Cezaevi koşulları nedeniyle kalp hastası oldu ve hastalığı ilerledi. Fatma tutukluğunun 9. yılında tahliye edildi. dört yıl boyunca oğluyla birlikte yaşadılar. Bu süreç içinde Fatma çalışarak evini geçindirdi. Dört yıl engelli insanlara hizmet vermeye çalıştı. Süreç içinde, dava bitti. Fatma, adil yargılanma ilkelerini altüst eden bir kararla müebbet hapis cezasına mahkûm oldu." (1)
Hikâyeyi Eren Keskin'den duymamızın üstünden bir yılı aşkın bir süre geçmiş. Dün (29. 08. 2011) bu sefer devam eden çilenin bir başka yerinden Fatma Tokmak'ı bir kez daha hatırladık. Eren, Fatma'nın hikâyesini acı acı tazeledi yeniden. "Fatma Tokmak'ın ağır kalp hastalığı nedeniyle infazının ertelenmesine ilişkin yaptığımız başvuru Bakırköy Savcılığı tarafından ele alınmış ve Fatma Tokmak İstanbul Adli Tıp kurumuna sevkedilmiştir. Bir yıldan uzun bir süredir hastalığı giderek ilerliyor olmasına rağmen Adli Tıp Kurumunun raporu hala açıklanmamıştır. (...) Ölümcül nitelikte olan ve bazen "bir dakikanın" bile önemli olduğu bir hastalığın tespitinde bir yıldan uzun bir süredir Adli Tıp Raporunun verilmemiş olması ayrı bir ihlal konusudur." (2)
Keskin'in yazısı, demokratik kamuoyunu ve özellikle de kadın örgütlerini dayanışmaya çağırmayla sonlanıyor. Mahcubiyetten ne diyeceğimi bilemiyorum. Çok da zor oturdum bu yazının başına. Önce Fatma'dan sonra Azat'tan sonra da bu ülkede olana bitene sırtlarını çevirmeyi hiç haz etmeyen, yükü sırtlanmaktan kendilerini hiç geri almayan iki güzel yürekli kadından özür diliyorum. Eren gibi tekrardan "Kamuoyunu ve özellikle de kadın örgütleri dayanışmaya" çağırıyorum. (FG/IC)