Tüm bunların arasında, yine bir öykü kitabı çıkardı Neşe Cehiz; kitabının adı, "Beni Odana Götür".
Kitap on bir erkeğin, kadınlarla kurduğu ilişkilerde düştüğü durumları trajikomik bir dille anlatıyor. O öykülerini, tanıdığı insanlardan, tanıklıklarından hareketle kaleme alıyor; "Yalnızca düşleyerek, kurgulayarak, anlatılar yazmak istemiyorum" diyor.
Kahramanlarım, erkek egemen dünyanın maçoluklarını taşımıyor
Öncelikle sizi tanıyarak başlayalım, kimdir Neşe Cehiz?
12 Ocak 1958 Ordu doğumluyum; çocukluğum ve gençliğim Ankara'da geçti; eczacılık eğitimi aldım. Erken yaşlarda evlendim, biyokimyacı olarak çalışmaya başladım.. Seksenli yılların sonunda İstanbul'a geldim, Taksim Hastanesi'nde mesleğimi sürdürdüm. Bu arada evliliğimi yürütemedim, boşandım. Bir oğlum var bu beraberlikten.
Yazı serüvenim doksanlı yılların başına uzanıyor. Önce şiirler yazıyordum, arkadaşım Enver Ercan, öykü yazmamı önerdi, öğüdünü dinledim onun, öyküler, romanlar, radyo oyunları yazdım. Doksanların ikinci yarısında televizyon dizilerine bulaştım, Baba Evi ile. Bugüne kadar sürdü bu etkinlikler, aynı hızda devam ediyorum.
Eczacılık eğitimi almış biri olarak ve hala bir hastanede biyokimya uzmanı olarak çalışırken yazma serüveniniz ve senaryo yazarlığı nasıl başladı?
Yazma isteği hep vardı bende, ama öğrencilik yıllarımda fazlasıyla siyasetle haşır neşir olduğum için yeterince odaklanamıyordum yazmaya. Evliliğim bitince gereken ortam kendiliğinden varoldu ve ben önce daktilo, sonra da bilgisayarlarla boğuşmaya başlayabildim.
Elde ettiğim alçak gönüllü başarılar da, arkadaşlarımın sırtımı okşamaları, yayıncıların azıcık ilgisi gibi, yazma serüvenimde ivme kazandırdı bana. Senaryo yazarlığı aslında rastlantıyla başladı gibi gözüküyor ama değil. Baba Evi ile başlamasam, bende bu yazma isteği varken başka bir diziyle de başlayabilirdim.
"Bakire Kızlar ve Ötekiler"de, kadınların cinselliğine dair kaleminizi oynatırken, "Beni Odana Götür"le bu kez kaleminizi erkeklerin cinselliğine doğru çevirdiniz. İkisi arasında nasıl bir fark var sizce?
Bakire Kızlar ve Ötekiler ile Beni Odana Götür'deki öyküler arasındaki fark aslında kahramanların erkek ya da kadın oluşlarıyla sınırlı değil.
Bakire Kızlar'ın öyküleri daha uzun, kendi içlerinde bir yığın ortak payda barındırıyor. Yani bütün olarak bakarsanız bu öykülere, bir roman tadı verdiğini göreceksiniz. Çünkü bütün bir coşkuyla başlayıp da nedense bitiremediğim, bitirmeyi başaramadığım bir romanın parçalanmasıyla oluşmuş hikayeler toplamı bu kitap.
Biri tutuk, biri de fırlama iki kadın kahramanın serüvenleri oluşturuyor anlatıyı. Arada farklı sınıflardan başka kadınlara da yer ayırdım ama geneli böyle.
Beni Odana Götür ise çoğu tutuk, farklı sınıflara, farklı yaş kümelerine ait erkeklerin hem çok komik, hem de çok acıklı öykülerini anlatıyor.
Ben yazarken öykü olarak düşünmüştüm hepsini, bu nedenle Bakire Kızlar'daki bölme, parçalama olmadı bu kitabımda. Beni Odana Götür'deki on bir öykü de çok farklı birbirinden. Yazı da çok farklı bu kitabımda. Uzun tümceler, betimlemelerle dolu anlatılarla, daha Sait Faik, ya da Tarık Dursun'u anımsatan yaşamın çok içinden öyküler. Ama ben bunu bir dağınıklık değil, zenginlik olarak tanımlıyorum.
"Beni Odana Götür"ü yazmaya başladığınızda nasıl bir süreç izlediniz? Erkeklerin dünyasına girmek ve onların ağzından, onların duygu dünyasına dair yazmak, onların cinselliklerini kaleme almak... Bir kadın olarak yazarken neler yaşadınız?
Beni Odana Götür'ün yazma süreci aşağı yukarı bir yıl sürdü. Yoğun bir süreç değildi tamamı. Bir öykü yazıyor bırakıyor, sonra başka birine başlıyor, yoğunlaşıyor, sonra yine ara veriyordum.
Ancak bu yapıtımın toplamı yazdıklarımın tamamını yansıtmıyor. Kara mizah tarzında kaleme aldığım yığınla öykü farklı bir anlayışta olduğu için -Kanlıca Ahalisi başlığını verdim onlara-, farklı bir kitapta yayınlayacağım bu toplamı. Bir arkadaşım, "zifiri mizah" yakıştırması yapmıştı bunlara, belki kullanırım bu alt başlığı.
Ayrıca yazılmasına karşın farklı nedenlerle -müstehcenlik, yakınlarımızı kırmama, vb- dört öyküyü de almadım kitaba. Erkek ya da kadını yazmak arasında büyük bir fark olduğunu düşünmüyorum ben.
Erkekler, "düzmek" derken, kadınlar "vermek" diyor. Birinde hafife alınan bir bakış açısı, diğerindeyse kutsallaştırma görüyoruz. Siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Erkeklerin tamamı cinsel eyleme "düzmek" olarak mı bakıyor? Kuşkuluyum bundan, kahramanlarımın bazıları da bunu böyle görüyor, tamam, örneğin Kudret ya da yalnızlığını cinsel deneyimlerle unutmaya çalışan Fredi ya da hala ağzı süt kokan berber çırağı.
Ama hepsi bu kadar hafife alamıyor yaşamı. Örnek mi istiyorsunuz; işte felsefeci Tamer Turan ya da onun öyküsünü anlatan aydın genç ya da kadınlara elini süremeyen Tati, ya da kel karısının yaşamdan bezdirdiği Ahmet Bey.
Erkek egemen bir toplumda yaşadığımız için yaptığınız ayırımın büyük önemi var, ama benim öykülerimin erkek kahramanları yaşadığımız maço toplumun değerlerini bire bir yansıtmıyor galiba.
Cinsellik, edebiyatın her zaman beslendiği bir kaynak; ama çoğu zaman erotize edilerek ve özellikle erkeklerin mahremiyeti korunarak yansıtılmış metinlerle karşılaşıyoruz. Sizse doğrudan bir anlatımla ele alıyorsunuz erkeklerin cinselliklerini...
Ben cinselliği doğrudan ele alan metinler yazmıyorum, teşhircilik yapmıyorum yani. Yaşamda cinsellik ne kadar varsa, benim yapıtlarımda da o kadar var ya da çok daha azı var.
Ben sözgelimi Fredi'yi anlatırken, ülkesinden uzakta bir kara derilinin, aramızda nasıl yaşadığını sergiliyorum. Yani bu adam okulda nasıl eğitim alıyor, mahallesinde nasıl yaşıyor, evinde kaçta kalkıyor, neler yapıyor, giyinip kuşanıp barlara gittiğinde kadınlara nasıl sarkıyor gibi...
Fredi'nin yaşadığı deneyimleri saklamadan, denetime gitmeden olanca çıplaklığıyla yazıyorum. Öteki kahramanlar için de geçerli bu. Cinsellik davranışlarımızın temelinde yer alıyor çünkü. Bir yığın sakatlık ve dengesizlik bu en derinde yer alan yaşantımızdan kaynaklanıyor.
Kitabınızda bir kadın olarak, erkeklerin dilini, argoyu kullanıyorsunuz. Argo olmadan erkeklerin hayatı anlatılamaz mıydı?
Anlatılarda argonun yeri, kahramanların kullandığıyla sınırlı. Ama yine de ben argonun kitapta yoğun şekilde kullanılmadığını sanıyorum. Sözgelimi Tati, Muzaffer Turan, alt kültürlerden gelmesine karşın Şeytan anlatılarında kaba sözcüklerin nerdeyse sıfır olduğunu kesinleyebilirim.
Öykülerimdeki dilin müstehcen olmadığını, tam tersi zaman zaman gündelik dile yaklaştığını (Beni Odana Götür, Üzgünüm Hülya, Nişanlım Beni Neden Terk etti) ya da uzun ve tumturaklı, nerdeyse sıkıcı diyebileceğim bir biçemi tutturduğunu (Şeytan, Kadınların Sevmediği Felsefeci) düşünüyorum.
"Beni Odana Götür"deki tüm öykülerin sonu hazin bitiyor, trajikomik hikayeler diyebiliriz. Burada erkeklerin dünyasına, cinselliği algılayışına karşı bir kasıt mı var?
Bu gözleminiz çok hoşuma gitti, ama ben böyle düşünmedim öyküleri yazarken. Her anlatı sahici yaşamda nasıl bittiyse ya da kurgusal düzleme taşındığında nasıl bitmesi gerekiyorsa öyle sonlandı. Yani öykü bitimlerinde felsefe ya da dünya görüşlerinden çok yazının kendi yasaları ağır bastı. Ama sizin yaklaşımınız gülümsetti beni, acaba bilinçaltından dediğiniz gibi yapmış olabilir miyim diye düşünmeye başladım şu an!
Erkeklerin bir hayli komik, hüzünlü dünyaları olduğunu görüyoruz sizin öykülerinizi okurken. "Beni Odana Götür"de anlattığınız on bir öyküde de onların cinselliklerini anlatırken, hayatın içindeki çıkmazlarını, karmaşalarını, kararsızlıklarını da aktarıyorsunuz okuyucuya. Bu sizi zorlamadı mı?
Öykülerini anlattığım erkeklerin çoğu hüzün veriyor, haklısınız. Dokunaklı deneyimler bu yaşadıkları. Ama benim tanıklık ettiğim öykülerdi bunlar. Yani bildiğim için yazdım bu erkekleri. Başka deneyimler daha eğlenceli, daha şiddet içeren, daha sevimsiz de olabilir.
Ben hangi öyküleri yazabilirim diye oturdum ak kağıdın başına. Hüzünlü erkek öyküleri anlatmak diye bir niyetim yoktu. Yani erkeklerin karmaşalarını, kararsızlıklarını anlatmak amacı gütmedim. Ama bu kez yazdıklarımdan bu çıkmış, gülümsüyorum buna. Ama unutmayın, başka bir sefere, tam tersi de çıkabilir.
Beni Odana Götür, dediğim gibi, belirli bir felsefeyi, dünya görüşünü dayatmak, vurgulamak için yazılmış bir toplam değil. Çok farklı yaşam deneyimlerini yansıtıyor.
Toplumsal roller açısından değerlendirdiğimizde, kadınların mı yoksa erkeklerin mi hayatı daha zor sizce?
Cinsiyet ayrımı güden biri değilim, ama azgelişmiş ve erkek egemen her toplumda kadının sırtına binen yükün çok daha ağır olduğu kesin tabii.
Çevrenizdeki erkek ve kadınlardan nasıl tepkiler aldınız?
Yumuşak karnıma dokunuyorsunuz şu anda. Arkadaşlarım beni pek okumuyor çünkü. Çaktırmıyorum ama onlara epey bozuluyorum. Ama az da olsa iyi tepkiler aldım diyeyim, örneğin sevgili Macide Tanır, Beni Odana Götür öyküsünün çok başarılı olduğunu belirtmişti. Doktor arkadaşlarımdan da tek tük olumlu şeyler duydum ama galiba hiçbiri sonuna kadar okumayı sabredememişlerdi.
Peki bizi önümüzdeki günlerde Neşe Cehiz'in kaleminden neler bekliyor?
Beni Odana Götür'ü yazdım, Kanlıca Ahalisi'ni yayına hazırlayacağım yakında, ekler yapacağım bu kara gülmece örneklerine. Büyük bir kısmını yazıp tamamladığım ve kendi biyokimyacı deneyimlerimi de yansıttığım bir romanım var, uzun süredir bırakmıştım. Birkaç televizyon filmi senaryosu var. Bir de iki eski oyunumu yeniden ele alacağım, geçenlerde okudum ve çok ama çok ama çok acemice buldum onları, hatta utandım diyebilirim. Böyle kalmalarına içim elvermiyor. Aslında aşırı sayıda tasarı var kafamda, yazma isteğim de öyle. Hayırlısı!!! (AO/BB)