Haberin İngilizcesi için tıklayın
“Temmuz denilince ruhuma sadece acı ve öfke geliyor. Beş yıldır çocuğumuzun acısını hissetmediğim tek bir gün yok. Oğlum Vatan… Suruç’ta canlı bomba saldırısıyla öldürüldü. Sadece Kobanêli çocuklara oyuncak götürmek istiyordu. Oğlum gibi 33 canı öldürdüler. Nasıl acı olmasın yüreğimde?”
Murat Budak, 20 Temmuz 2015’te canlı bomba saldırısı sonucu Suruç’ta ölen oğlu Vatan’a dair hislerini böyle paylaşıyor.
Bundan beş yıl önceydi, tam da bugün.
Üniversite öğrencisi Aydan Ezgi Şalcı, “Gelin yarını hep birlikte ilmek ilmek örelim” dedi, Samsun’dan Suruç’a gitti. 19 yaşındaydı.
İnşaat işçisi İsmet Şeker, oğlu Mustafa Kobanê'de yaşamını kaybetmişti, Kobanê'nin bir avuç toprağını oğlunun mezarına serpmek ve Kobanê’ye hastane yapmak niyetiyle İstanbul’dan Suruç’a gitti. 65 yaşındaydı.
CHP üyesi Nazegül Boyraz, “Gençlere kek börek yaparım” dedi, İstanbul’dan Suruç' a gitti. 55 yaşındaydı.
Polen Ünlü, Hatice Ezgi Saadet, Çağdaş Aydın, Murat Yurtgül, Duygu Tuna... Tam 33 kişi…
“Hiçbir düş yarım kalmayacak” dediler, Kobanêli çocuklara oyuncak götürmek için Suruç’a gittiler.
Amara Kültür Merkezi’nin önünde basın açıklaması yapmak için toplandıllar, açıklamayı yaptılar ki canlı bomba saldırısı gerçekleşti.. Çoğunluğu Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu (SGDF) üyesi, 33 kişi yaşamını kaybetti.
Katliam, “IŞİD”in saldırılarından biri olarak Türkiye’nin “karanlık” tarihindeki yerini aldı. Suruç’ta yaşamını kaybedenler “33 düş yolcusu” olarak anılmaya başlandı.
“33 düş yolcusu”nun Kobanêli çocuklara götürmek istediği oyuncaklar Kobanê'ye ulaştırılırken, yakınları Suruç Aileleri İnisiyafiti’ni kurdu.
“Azad Welat….”
İnisiyatif’ten Murat Budak'la oğlu Vatan'a dair konuşmak için İstiklal Caddesi'nde bir araya geliyoruz. Katliamla oğlunu kaybetmiş bir babaya ne ben soru sorabiliyorum ne o konuşabiliyor. Havada derin bir yas asılı.
Söyleşiye, "Sizi tanıyalım" diye başlıyorum...
"Biz, İstanbul’da Gaziosmanpaşa’da oturuyoruz. Ben sosyalist bir kişiyim. Çocuklarımızı da öyle yetiştirdik. Aslında çocuklarımız da kendilerini öyle yetiştirdi. İki oğlum var. Vatan ilk, Özgür ikinci oğlum. Vatan doğduğunda adını 'Welat' koymak istedik.
"Bir çocuğumuz da olursa adını 'Azad' koyacaktık. Bizim sloganımızdı; 'Azad Welat*' Zamanın koşulları uygun olmadı. Welat ismini yazdırmak için Nüfus Müdürlüğü’ne gittiğimde, görevli, 'Çocuğun adını Welat koymayın, okulda ve hayatta çok sorun yaşar' dedi. Biz de ilk oğlumun adını Vatan koyduk. 93 yılıydı. O günden bugüne pek bir şey değişmedi. Welat diyemediğimiz oğlum Vatan, Suruç’ta katledildi...."
Suruç Katliamı
"Temmuz ayını hiç sevmiyorum. Bir an önce bitsin istiyorum" diyor derin bir nefes alıyor. Gözlerine bakmak istemiyorum, sorularımı nasıl formüle edebilirim de gencecik bir evladını çok korkunç bir saldırı ile kaybetmiş babaya doğru soruları iletebilirim diye düşünüyorum.
Sanki beni anlıyor, anlatmaya devam ediyor:
"Acı ve öfke hissediyorum sadece. Beş yıldır acımız aynı. Acı bir tarafa, bize onur da veriyor. İnsanlar doğar, yaşar, ölür. Önemli olan yüz yıl yaşamak değil, onurlu bir şekilde ölmek. Benim oğlum çocuklara oyuncak götürmek isterken öldürüldü. Vatan bize bir onur bıraktı; 33 çocuğumuz da hepsi aynıydı..."
Vatan, Welat…
"Vatan'ı merak ediyorum, nasıl bir insandı?" diye soruyorum. Önce gülümsüyor, uzaklara dalıyor:
"Vatan değerli bir insandı" diyor. Vatan'ın başka çocuklara yardım etmek için hayatlarını ortaya koyan bir genç olduğunu söylüyor ve bunun herkesin harcı olmadığı vurgusu yapıyor birkaç kez...
Vatan'ın insani yönlerini de kendi aralarında bir espriye dönen bir anıyla anlatıyor:
"Bolu İzzet Baysal Üniversitesi elektrik-elektronik bölümünü kazanmıştı. Bolu Ülkücülerin, cemaatin yoğun olduğu bir il. Başka şansımız yoktu, onu cemaatin yurtlarından birine gönderdik. İkinci dönem yurda alınmadı, kapıda kaldı. Ben gittim, müdürle konuştum. Bana şöyle dedi: (Bizim yurdumuzdaki kurallara uymuyor, camiye gelmiyor, biz onu hiçbir şekilde değiştiremiyoruz, o beş genci daha da bulmuş, değiştirmiş. Biz kendi düşüncemize göre insan yetiştirmek istiyoruz, onu alamayız.”
"Aslında Suruç’a gitmemesi için çok nedeni vardı" dediğinde Vatan'a dair özlemini hissediyorum, çünkü aslında hep ondan söz etmek istiyor.
"Bir kere resmi dairede çalışıyordu. Hatta döndüklerinde dikey geçiş sınavına girecekti, yetişemezsin diye uyardığımda 'Ben yaparım' dedi. Öyle bir insandı, çocuklar ve adalet-eşitlik mücadelesi onun için her şeyden önce geliyordu..."
Fotoğraf çektirmeyi hiç sevmediğini anlattığı Vatan'la en çok da birlikte çok fotoğrafı olmadığı için kızgın, yaşanamayanlara..
“Telefon etseydim belki hayatta olacaktı”
Belli ki kafasında hep 20 Temmuz 2015 günü var. O güne gidiyor..
"Suruç’la ilgili kafamda olan ve içimi acıtan şey şu: 20 Temmuz günü 11.45 gibi telefonu elime aldım, onu arayacaktım. Arkadaşlarıyladır rahatsız etmeyeyim diye aramadım. Zaten basın açıklaması için Amara Kültür Merkezi’in önündelermiş. Arasaydım belki de telefonla konuşmak için oradan uzaklaşacaktı, patlamadan hafif kurtulabilecekti" diyor. "Belki.." diyor, "belki..."
Dava süreci
"Gerçek bir dava süreci işliyor mu sizce?" diye soruyorum. Madımak Katliamı'nı, Ankara Katliamı'nı hatırlatıyor, adalete umudu yok ama adalet için mücadele etme gücüne umudu tam. "Ben bu ülkede bu adalet anlayışından hiçbir şey çıkmasını beklemiyorum" diyor.
"Tabii biz adalet mücadelesini sonuna kadar vereceğiz. Katillerin yargılanması önemli ama esas tepedekilerin de hesap vermesi gerekiyor. Dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu 'Kasım 2015-Haziran 2015 arasında olanları açıklarsam yer yerinden oynar' gibi bir cümle kurdu. Onun da yargılanmasını ve konuşmasını istiyorum.
"Patlamanın ardından MİT’çi Mahir Kaynak ne dedi, 'Bu tür eylemler devletin bilgisi olmadan yapılmaz' dedi. Ben daha ne diyebilirim?
Vatan’dan sonrası
Konu yine oğlu Vatan'a geliyor. Vatan'dan sonra hayatı "bitti" olarak tanımlıyor. Özellikle Vatan'ın 17 yaşında olan kardeşi Özgür'ü hayatta tutundurmaya çalıştıklarını, birbirininden hiç ayrılmayan iki kardeşten Özgür'e güç vermeye çalıştıklarını anlatıyor.
"Bizim için çok büyük acı, kardeşi de çok fazla etkilendi. 17 yaşında, düşünsenize, hiç ayrılmazlardı. Onu hayata tutundurmaya çalışıyoruz; çok zor yani. Bizi ayakta tutan Vatan’ın verdiği onur. Annesi ilk zamanlar çok dağınıktı ama Vatan’ın arkadaşlarını görünce kendisine geliyor. Gençler umudumuz..."
“Onlar bizim düş yolcularımız”
Ölüme öfkesi var ama hayata dair umudu da bitmiş değil.. Son olarak şöyle diyor:
"Ben öleceğim belki bir sene sonra kimse hatırlamayacak, 33 düş yolcusu dünya döndükçe hatırlanacak.. Suruç Türkiye’nin daha iyi bir yere gitmesine vesile olacaktı, onun önüne geçtiler maalesef.
"Vatan ve diğer çocuklarımızın hepsinin oraya gitmesinin bir amacı vardı. Hepsi insanlık için gittiler.. Onları anlatmaya devam edeceğiz, unutmayacağız…"
Ne olmuştu? |
20 Temmuz 2015’te, Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu’nun (SGDF) çağrısıyla, Kobanê’ye oyuncak ve insani yardım malzemeleri götürmek için Suruç’ta olan 300 genç, konakladıkları Amara Kültür Merkezi’nde basın açıklaması yaptıkları sırada intihar saldırısı gerçekleşti. Meydana gelen patlamada 33 kişi ve saldırgan hayatını kaybetti. Saldırıda ölenlerin isimleri: Koray Çapoğlu, Cebrail Günebakan, Hatice Ezgi Sadet, Uğur Özkan, Nartan Kılıç, Veysel Özdemir, Nazegül Boyraz, Kasım Deprem, Alper Sapan, Cemil Yıldız, Okan Pirinç, Ferdane Kılıç, Yunus Emre Şen, Çağdaş Aydın, Alican Vural, Osman Çiçek, Mücahit Erol, Medali Barutçu, Aydan Ezgi Salcı, Nazlı Akyürek, Serhat Devrim, Ece Dinç, Emrullah Akhamur, Murat Yurtgül, Erdal Bozkurt, İsmet Şeker, Süleyman Aksu, Büşra Mete, Duygu Tuna, Polen Ünlü, Nuray Koçan, Vatan Budak, Mert Cömert. Bombalı saldırıyı gerçekleştiren kişinin, Şeyh Abdurrahman Alagöz olduğu belirlendi. Saldırıyla ilgili soruşturmaya 23 Temmuz 2015’te “dosya içerisinde bulunulan belgelerin incelenmesinin soruşturmanın amacını tehlikeye düşüreceği” gerekçesiyle gizlilik kararı getirildi. Dava süreci Urfa Cumhuriyet Başsavcılığı'nın katliamın üzerinden 18 ay geçtikten sonra hazırladığı iddianamede, biri tutuklu üç sanık hakkında 104'er kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istendi. Sanıklardan Yakup Şahin, Ankara Tren Garı patlaması şüphelisi olarak tutukluydu. Diğer sanıklar Deniz Büyükçelebi ve İlhami Ballı ise iddianameye göre, Suriye'de. Suruç Katliamı'yla ilgili dava, olaydan 21 ay sonra, 4 Mayıs 2017'de Hilvan'daki Urfa Ceza İnfaz Kurumları Kampüsü'nün içerisindeki Urfa 5. Ağır Ceza Mahkemesi'nde başladı. Firari olmayan tek sanık duruşmaya katılmadı. Katliama ilişkin, 9 Ocak 2017'de görülen kamu görevlilerinin yargılandığı davada, dönemin ilçe emniyet müdürü Mehmet Yapalıal'a "görevi ihmal ve kötüye kullanma" suçundan 7 bin 500 TL para cezası verildi, ceza 12 takside bölündü. Kamu görevlilerinin yargılandığı ikinci davada ise sanık olarak iki polis var. Polisler Suruç Asliye Ceza Mahkemesin'de "görevi kötüye kullanma" suçundan yargılanıyor. |
(EMK)
Fotoğraflar: Gazete Karınca, ETHA, Evrim Kepenek/bianet
*Özgür Vatan