Ali Nesin, Eylül 2007'de Uluslararası Hrant Dink Vakfı ile Kırmızı Yayınları'ndan çıkan "Hrant'a..." adlı derlemede yayınlanan yazısını öldürülüşünün 10. yılında yayınlıyoruz.
Hrant Dink'e yazılmış yazılarla oluşturulan kitabın editörlüğünü Arat Dink ve Fahri Özdemir yapmıştı ve 93 ismin* yazı, şiir, çizim ve fotoğraflarından oluşmuştu.
***
Paris'te öğrenciyim. Yaş 21. Bir yaz günü.
Genelde züğürdüm, hatta züğürtten de öteyim ama o gün her nasılsa elime üç beş kuruş geçmiş. Fırsat bu fırsat deyip akşam hovardalığa çıkmaya karar verdim. Bıktım odama tıkılmaktan, peynir ekmek yemekten. Paris kafelerinde bira içip matematik çalışacağım. Bizim hovardalığımız da bu kadar!
İlk ciddi araştırmalarımı yapıyorum. On beş günden beri kendimi kaptırmışım, gözüm başka bir şey görmüyor.
Geceyarısını buldum. Ancak çakır keyif olabildim, param o kadarına çıkıştı. Bunun bir de yarını var! Bir kafenin terasındayım. Önümde defterim, elimde kalemim, düşünüyorum, arada bir yazıp çiziyorum.
Bir iki masa ötede kalabalık bir grup var. Benden 10 yaş filan büyükler. Kadınlı erkekli. Kahkahaları sadece kafeyi değil sokağı da şenlendiriyor. İçlerinden biri sık sık bana bakıyor. Dost bir gülümsemesi var. Bize benziyor. Kara kaşlı, kara gözlü, kısa boylu, sıcak kanlı. Yeni tıraş olmuş ama yanaklarının gölgesi gitmemiş. Belli ki ilgisini çektim, elinde kalem kâğıt olan başka biri yok, benimle tanışmak, sohbet etmek, ne yaptığımı öğrenmek istiyor. Ama ben çalışmak istiyorum, hiç yüz vermiyorum. Bir ara gözgöze geliyoruz. “Beni de yaz!” diye laf atıyor. Anlaşılan yazar olduğumu, eserlerimi kafe köşelerinde yazdığımı sanıyor. “Olur, yazarım” anlamına başımı sallayıp defterime gömülüyorum. Pas vermiyorum yani. İşe yaramıyor. Bir müddet sonra yanıma geliyor. Oturtuyorum masama mecburen. Konuşuyoruz. Neşeli biri. O benden de sarhoş. Hiç sıkmıyor ama. On dakika filan sonra konuşmamdan Fransız olmadığımı anlıyor. “Nerelisin?” diye soruyor. Türk olduğumu söylüyorum. Söylemez olaydım! Ne oldu o neşeye, o sohbete birdenbire? Başını eğdi. Yere bakıyor. Suratı asık. Ne diyeceğini bilemiyor. Arada bir şeyler söylemek için yüzüme bakıyor, sözcüklerini toparlamaya çalışıyor, ağzını da açıyor hatta, ama sonra vazgeçip tekrar önüne bakıyor. Uzunca bir sessizlikten sonra gözlerimin içine nefretle dik dik bakarak, “Ben de Ermeni'yim” diyor. Belli ki bu söylediği alelade bir ifade değil, benden bir tepki bekliyor. Ne demem gerektiğini bilemiyorum. Onun Ermeni olması, benim Türk olmam ne demek olabilir ki, ne anlama gelebilir ki, ne dememi bekliyor ki? Uzaydan geldiğini söylese “aaa!” diye şaşkınlığımı ifade ederdim ama Ermeni olmasına nasıl bir tepki vermem gerektiğini anlayamıyorum. Türkiye'de bunca Ermeni tanıdım hiçbiri benden bir tepki beklemedi. Şaşkınlığımı hissediyor. Babaannesinden, ninesinden, büyükbabasından, komşularından duyduklarını anlatmaya başlıyor. Neler neler... Neler neler yapmışız... Sanki kendisi yaşamış gibi anlatıyor. Beşiğinden beri bu hikâyelerle büyümüş anlaşılan. Kazınmış beynine. Dinledikleri onu bulunduğu dünyadan koparıp bambaşka bir dünyaya sürüklemiş, gerçekliğine inanmaktan da öte, hayal âleminde de olsa bizzat yaşadığı kanlı, kötü, vahşi bir dünyaya. Çok şaşırıyorum. “Bunlar doğru değil, seni kandırmışlar” diyemiyorum, çünkü doğru olamaz anlattıkları, bugüne dek duymamışsam olmamıştır, ama o kadar inanarak söylüyor ki... Sesimi çıkaramıyorum. Bunlar geçmişte kalmış gibi bir şeyler geveliyorum. Bu korkunç yalanlara büyük bir içtenlikle inanan, kendinden hiç kuşku duymayan bu adamı ağzım açık ve üzülerek dinliyorum. Belli ki aradan yıllar geçtikçe, önemsiz bir trajedi, kuşaktan kuşağa geçe geçe korkunç boyutlar almış. “Ben senden nefret etmiyorum” diyor ama bakışları tam tersini söylüyor. O anda beni boğazlamamak için insanüstü bir gayret sarfettiğini anlıyorum.
İlk kez o gün duydum Ermeni katliamını. İnanmadım tabii. Savaş sırasında bazı trajediler yaşanmış olabilir ama bu anlatılanlar asla! Türkler o kadar kötü değiller ki! Baksana adamcağıza, eline sazını almış, gözlerini yummuş, yüreğinin ta en derininden gökyüzüne doğru bir türkü çığırıyor. Böyle biri çoluk çocuk demeden korunmasız insanları öldürebilir mi? Benimle ekmeğini suyunu paylaşan köylü amca da yapmış olamaz bu katliamı. Ya bana “kes sakalını da görelim şu güzel yüzünü” diye sitem eden sevgi dolu nine? Ya onun yetiştirdiği çocuklar? Onlar da yapamaz böyle bir kötülüğü. Her Türkiye'ye dönüşümde insanları inceliyordum. Hangimiz anlatılan o korkunç şeyleri yapmış olabilir ki? Göremiyordum. Evet cahil, evet akılsız, evet yoksul, evet hırsız, hatta belki de katil, ama savunmasız insanları bir kiliseye tıkıp yakacak kadar kötü değil bu halk.
Yakıştıramıyorum.
Gel zaman git zaman gerçekle yüzleşmek zorunda kaldım. Evet. “Çok kötü şeyler” yapmışız. “Çok kötü şeyler”den daha ağır bir sözü ağzıma ve Türklere yakıştıramıyorum.
Yıllar sonra Hrant Dink ifade etti o yaşlarda ve daha sonra uzun bir süre hissettiklerimi. Soydaşlarına, “Anlayın Türkleri, yaptıklarını kabullenemiyorlar, bunca kötülüğü sindiremiyorlar, reddediyorlar, bu gerçekle yaşayamıyorlar, onları anlamaya çalışın” demişti.
Gerçekle yüzleşme zamanı geldi. Lafı daha fazla dolandırmadan, “ama”lara sığınmadan, gerekeni yapmalıyım: Özür dilerim. (HK)
Kitapta yazıları bulunan isimler şöyle: Adalet Ağaoğlu, Ahmet Altan, Ahmet İnsel, Akın Birdal, Ali Bayramoğlu, Ali Nesin, Amberin Zaman, Ara Güler, Arat Dink, Aret Gıcır, Arif Damar, Aydın Engin, Ayla Çiringel, Ayşe Gül Altınay, Ayşe Önal, Banu Güven, Baskın Oran, Behiç Ak, Betül Tanbay, Cahit Koytak, Can Dündar, Cem Özdemir, Cengiz Aktar, Cengiz Çandar, Deniz Gürsoy, Deniz Kavukçuoğlu, Elif Şafak, Enis Batur, Erdoğan Aydın, Ertuğrul Kürkçü, Etyen Mahçupyan, Fahri Özdemir, Fethiye Çetin, Fikret İlkiz, Füsun Akatlı, Gülten Kaya, Gündüz Vassaf, Hasan Cemal, Hikmet Çetinkaya, İsabella Kortian, Işıl Kasaboğlu, İshak Alaton, Jean-Claude Kebabdjian, Jean Kehayan, Jerome Bastıon, Karin Karakaşlı, Ken Ando, Kenan Işık, Kürşat Bumin, Marc Semo, Mete Oral, Moris Farhi, Murathan Mungan, Musa Kart, Mustafa Karaalioğlu, Nihal Bengisu Karaca, Nilüfer Göle, Nuray Mert, Ohannes Şaşkal, Oral Çalışlar, Oşin Çilingir, Patrlek Kechichian, Perihan Mağden, Piyale Madra, Ragıp Duran, Ragıp Zarakolu, Rakel Dink, Refik Durbaş, Serge Avedikian, Server Tanilli, Sevan Nişanyan, Sezen Aksu, Şafak Pavey, Tan Oral, Taner Akçam, Tayfun Mater, Turgut Tarhanlı, Tülin Bumin, Uğur Hüküm, Ufuk Uras, Ülkü Tamer, Vartkes Yeghiayan, Vedat Türkali, Vivet Kanetti, Yıldırım Türker, Zafer Üskül, Zeynep Altıok.
HRANT'SIZ 10 YIL YAZI DİZİSİ
19 Ocak'ı Hatırlıyor musunuz Dizisi ve Hrant'sız 10 Yıl - Haluk Kalafat
Dink Cinayeti Kronolojisi: 10 Yıldır Çözülmeyen Dava, Gelmeyen Adalet
Karin Karakaşlı Hrant'lı Agos'u Anlattı
Her Dönemin Araç Suçu: Hrant Dink Cinayeti - Canan Coşkun
Devletin Gerçek Yüzünü Gösteren Pencere: Hrant Dink - Elif Akgül
10 Yıl Öncenin Manşetlerinde Hrant Dink Cinayeti
"Ermeniler Hrant'ın Yokluğu ve Boşluğuyla Başetmeye Çalışıyor"
Video ve Fotoğraflarla Agos'un Önünde 10 Yıl
10 Yıl Oldu, Özlüyoruz Ahparig! - Bülent Aydın
Bahri Belen: Ceza Ne Olursa Olsun Dink Davasında Mücadele Kazandı
Hrant Dink’in Ağrı Dağı’nın Diğer Tarafındaki Anısı - Harout Ekmenian
10 Yıl Öncenin Köşe Yazılarında Dink Cinayeti
Hrant'tan Sonra Hepimiz Bir Parça Değiştik - Sayat Tekir
Hrant Dink Cinayetini Sokağa Sorduk
Hrant'a... - Ali Nesin