Gurbetelli Ersöz 32 yıl yaşadı; 8 Ekim 1997’de Güney Kürdistan’da çatışmada veda etti. Gerillaydı. Dağlara gitmeden önce gazeteciydi, Özgür Gündem gazetesinin genel yayın yönetmeniydi.
Daha öncesinde de Çukurova Üniversitesi Kimya’da asistandı. Çernobil ve Halepçe tam da söylediği gibi, hakikaten hayatının dönüm noktası; hapishane, gazetecilik, tekrar hapishane, tekrar gazetecilik ve sonrasında dağlar...
"Çernobil ve Halepçe benim hayatımın dönüm noktası. Bu iki olayla en çok ilgilenmesi gereken kimyacılar beni çok şaşırttı, kendime 'ben neyim', 'ne yapacağım' diye sık sık sormaya başladım."
Gurbetelli’nin bu cümleleri bende hep kaldı. Ne zaman Halepçe ve Çernobil dense onu da düşünürüm. Hele de Çernobil’in yirmi sekizinci yıldönümü günlerinde aklıma daha sık düştü; bu kez henüz birkaç gündür kitapçı raflarında ikinci basımıyla yerini alan ‘’Gurbet’in güncesi/ Yüreğimi dağlara Nakşettim’’ kitabıyla birlikte.
Gurbetelli ile Özgür Gündem günlerinde tanıştık, görüştük. 9 Temmuz 1994’te o sıra temsilciliğini yaptığım Sınır Tanımayan Gazeteciler örgütünün bülteni La Lettre'de yayımlanmak üzere bir de söyleşi yapmıştım.
O sıra 29 yaşındaydı. Küçücük bir odada yönetmen koltuğu değil yönetmen sandalyesinde yıllardır gazete yönetmişçesine girip çıkan editörlerle, muhabirlerle son dakika gelen haberleri dinliyor, tartışıyor, öneriyordu; müthiş bir enerjiyle.
İnanılmazdı. Hayranlıkla seyretmiştim.
Gurbetelli’nin 27 Temmuz 1995 tarihini düştüğü ilk güncesi ‘’Güneş ülkesine yolculuk’’ başlıklı. Güneş ülkesine adım adım derken Omar Cabezas’ın sandinistaları anlattığı Dağdan Kopan Ateş’i hatırlıyor. Besbelli ki Dağdan Kopan Ateş’teki dağa tayini çıkan gençlik liderinin ilk andaki bata çıka tırmanışlarındaki beceriksizlikleri tanıdık gelmiş ona.
Son 8 Ekim 1997/ Zap-Sergele güncesinde ‘’Ne pahasına olursa olsun bu bölüğü geçireceğim. Eğer bu güç savaşın bu tarzda gitmesine nedense, bu savaşta az da olsa bir payımın olması için geçireceğim,'' diyor.
Başlıklardan biri de ‘’erkekle savaşmak kadar, kadını kendimden başlatarak güzelleştireceğim’’.
Devamla; ‘’Şu ana kadarki katılımlarda gözlemlediğim; kadın daha ilkeli ve tutarlı oluyor, kolay biçim alıyor, güçleniyor'’.
‘’Bir eyalet koordinesi şaka yoluyla da olsa ‘bu gidişle 2005 yılında erkekleri koruma derneği açacağız,’ diyor.’’
Ferda Çetin 6 Ocak 1998’de tarihli önsözüne şöyle başlamış: ‘’Bir kadının özlemleri nelerdir? Ne yapmak ister? Nasıl yaşar? Nasıl özgürleşir? Gurbetelli Ersöz bu soruların yanıtıdır.’'
Sonra, 8 Ekim’e, son güne geliyor, ‘’O gün akşama kadar birlikteydik. Ne şans!’’ diyor.
‘’Gurbet’i 8 Ekim günkü haliyle; yani umut ve coşku dolu, heyecanlı ve kocaman gülümseyişleriyle ve o günkü derin sohbetleriyle hafızama kaydettim. Halen gülüyor. ‘’
Günce Rozerin Amed, Ferda Çetin, Sıraç Bilgin, Sabri Agır, Burhan Karadeniz ve A. Haydar Kaytan’ın yazılarıyla sona eriyor. Tabii ki çocukluğundan gerillaya kadar birkaç da fotoğraf var.
Yayın yönetmeni Ersöz anlatıyor
Gurbetelli ile yaptığım söyleşi onu kaybettiğimizi duyunca eklerle 30 Kasım 1997’de Cumhuriyet Dergi’de yayımlandı. O günlerde bir gerillanın ölümünü ''format dışı'' yazmak neredeyse imkansızdı. Dergi'nin yayın yönetmeni arkadaşım İpek Çalışlar kısa bir giriş yazısıyla söyleşiyi yayınlarken Gurbetelli'ye selam yolluyor, onun gidişinden haberdar olanlarla da sessizce ''yas'' paylaşıyordu.
Şöyle yazmıştı:
''0 Bütün kadınların önünü açmak, değiştirmek ve dönüştürmek konusunda hem kararlı hem de yetenekliydi." Ya öfke? Yüzünün ortasındaki o incecik gülüş hangi öfkeleri gizledi? Özsökmenler [Özgür Gündem'de çalışma arkadaşı Gazeteci Yurdusev Özsökmeler, daha sonra Diyarbakır Bağlar Belediye Başkanı/ NM] yanıtlıyor: "lki şey vardı Gurbetelli'yi öfkelendiren. Biri, çıkan haberlerin yalanlanmaması, eğer yalansa kanıtlanmamasıydı. Bunun yerine gazetenin dağıtımının engellenmesini, muhabirlerin gözaltına alınmasını, 15-16 yaşında çocukların öldürülmesini kabullenemiyordu. Diğeri ise hastalıklarının elini kolunu bağlamasıydı. Ağır migren krizleri ya da mide spazmları yaşıyordu. Bu hastalıklar onu yatağa düşürdüğünde 'neden' diye öfkeleniyordu.''
En iyisi Gurbetelli Ersöz'ü kendinden dinlemek.
''Öyle çok işkence yaptılar ki, ya ölecek, ya da PKK'lı olmayı kabul edecektim. Ben yaşamayı seçtim.
"Değişen bir şey yok; kimya gibi, laboratuvardasın, oraya preparat inceler gibi bakacaksın. Her farklı objektifle preparatın başka bir özelliğini görmen gibi, haberde de, farklı objektiflerle farklı yanlar, farklı unsurlar ortaya çıkıyor, ki ancak bunların bir araya gelmesiyle haberin gerçeğe en yakın resmini çekersin."
İki yıllık hapisliğinden sonra, Gurbetelli üniversiteye kabul edilmeyince Özgür Gündem'in Adana bürosunda çalışmaya başlıyor.
Gazetenin kapatıldığı 15 Ocak 1993 günü İstanbul'a geliyor, 23 Nisan gününe kadar hızlı bir öğrencilik yaşıyor, yazı dizmekten haber getirmeye, önemli önemsiz demeden gazetecilikle ilgili her ayrıntıyı öğrenmeye çalışıyor.
"İnsanlara gazeteyle ulaşmak daha kolay. Her zaman çok iyi bir gazete okuruydum, haber yazmayı çok çabuk öğrendim. Her yere ulaşmak, ülkende ve dünyada olan biteni herkesten önce öğrenmek çok hoş!"
"Günlük gazeteleri okumadan önce, muhabirlerin ölüm, gözaltı ya da kaybolma, el konan, dağıtılmayan gazete haberleri geliyor."
"Bu yüzden gün avukatlarla toplantılar, telefonlarla bürolardaki gelişmeleri öğrenmek, basın açıklamaları yapmakla başlıyor; açılan ve süren davalar ve ifade vermeler... Yani, haber toplantılarına katılmak bile imkansızlaşıyor zaman zaman."
Kadın gazetecilerin hızla çoğaldığı, ama genel yayın yönetmenlerinin erkek olduğu basında bir kadının genel yayın yönetmeni olması görmezden geliniyor.
"Tabii ki, bir Kürt kadının genel yayın yönetmeni olması çok önemli, son yıllarda Kürt kadını erkekten çok daha fazla mesafe katetti. Benim bugün geldiğim yer kendi özel gayretimin yanı sıra bununla da bağlantılı."
Gurbetelli öteki genel yayın yönetmenleriyle hiç tanışmıyor, genelkurmay başkanlarının, cumhurbaşkanlarının, başbakanların genel yayın yönetmenleri için düzenledikleri toplantılara çağrılmıyor.
Değil başbakanların, bakanların onu sabahları telefonla araması, yerel muhabirlerin bildirdikleri herhangi bir haberle ilgili olarak telefon açtığında valiler ve belediye başkanlarına bile ulaşamıyor.
Söz, altı buçuk aylık tutukluluğuna geliyor. "Gazeteci değil, tam bir terörist muamelesi yapıldı, gazeteyle ilgili neredeyse hiçbir şey sormadılar," sözleriyle işkence ve açlık greviyle geçen 14 günlük gözaltısını özetliyor
"Kaba dayak atıldı. Saçlarımdan koridorlarda, merdivenlerde sürüklediler."
Söz cezaevine gelince, o anlık gerginliği gidiyor, "cezaevi rahattı tabii" diyor. "Günün koşuşturmasıyla geçen gazete günlerinden sonra bol bol okumak çok hoştu ve de düşünmek elbette."
"Özgür Gündem aykırı bir gazete, biz sorunlara farklı bakmaya çalıştık, bu cesaret istiyor. Mükemmel demiyorum, ama farklılığı kaba da olsa yakaladık, Kürt gazetesi olarak nitelendirildik."
"Kürt sorunu yok dendi, biz, 'bu bir gerçeklik' dedik, şimdi basın da 'Kürt sorunu var diyor. MGK basına brifing veriyor. Böyle bir şey hangi ülkede olabilir? Muhabirin iyi niyeti yetmiyor. Ortaya konan ürünün neye hizmet ettiği önemli. Basın gerçeği yazsaydı, bu kadar insan ölmezdi." İncecik gülüş, sevince dair inançla... Gerisi önemli değil... Bütün gazete çalışanlarıyla birlikte gözaltına alındığında eşlikçisi öfke değil, gazetenin çıkamayacağı korkusuydu.
Gayrettepe'ye kendisine giysi getiren Müessese Müdürü Zülküf Kışanak'a ilettiği kısacık not işte bu korkuyu anlatıyordu: "Biz çok iyiyiz. Gazetenin yayınını sürdürdüğünü öğrendik, gerisi önemli değil"
Tutuklanıp, Bayrampaşa Cezaevi'ne gönderildiğinde de aklı hâlâ gazetedeydi. Kapatma, bombalama, cinayet habercisi bölüyordu uykularını.
Duruşmalarda basın özgürlüğüne dair inancını savundu hep, bir de muhalif basın olmanın bedelini ödediğini. Altı ay sonra tahliye edildiğinde koğuş arkadaşlarına, "sıcak, özverili, birikimli bir insandı" sözcüklerini, o hiç bilinmedik Azeri türküsünü, Bingöl yöresinin halk oyunu şaxo'yu, bir de hamurdan yapılan yöre yemeği "zılfef'i bırakacaktı.
İkinci kapısının, gazeteciliğin de yüzüne kapanmak üzere olduğunun farkındaydı. Yasalar genel yayın yönetmenliği yapmasını engelleyecekti. Gazetenin mutfağında çalıştı bir süre. Sonra bir gün "Buralarda bir şey yapamıyorum artık" dedi.
"Üretemiyorum, yaratamıyorum." Açabileceği üçüncü kapının gitmek olduğunu düşündü ve gitti... Gitmek bir tercih miydi? Başka kapılarda başka geleceklere adım atamaz mıydı?
"Ben Türküm, Gurbetelli ise Kürttü. Bu önemli bir ayrım" diye yanıtlıyor bu soruyu Yurdusev Ozsökmenler.
"Köyünüzün boşaltıldığını, memleketinizden koparılmak istendiğinizi, kardeşinizin, akrabalarınızın öldürüldüğünü, dilinizin konuşturulmadığını, demokratik mücadelede yer alma çabanızın boşa çıktığını gördüğünüzde ne yapardınız? Orada olmak, o koşulları yaşamak lazım belki. Bazı insanlar vardır, her şeyi şiddettir, konuşması da. Gurbetelli asla böyle değildi. Gözleri gülen, incecik, hoş bir insanın bütün denemeleri boşa çıkınca kendisiyle bir kez daha yüzleşmesiyle ortaya çıkan bir son bu..."
Diyelim ki tercihti, doğru muydu? Bu soruyu yine çalışma arkadaşları yanıtlıyor: "İnsanların öldürüldüğü, kaybedildiği bir dönemde gazetecilik yaptı. Onun için demokratik bir ortamda bir şeyler yapmanın olanağı yoktu artık. Bir gazeteci olarak yalnız başına sokağa çıkıp dolaşamıyordu. Düşüncelerini açıklasa ve bundan dolayı ceza alsa ilk davasından on yıl hapis cezası aldığı için sekiz yıl daha cezaevinde kalacaktı. Artık bu tedirginliği taşımak istemiyordu. Tercihi doğru muydu? Bunun yanıtını ona bırakmalıyız."
Eğer o gün bir muhabir, bir bayi ya da dağıtıcı öldürülmediyse akşamları hafif de olsa bir sevinç yayılıyordu toplantı masasına. Genel Yayın Yönetmeni Gurbetelli Ersöz'ün yüzündeki incecik gülüş büyüyor, büyüyordu. Tercihten söz etmek ayıp kaçıyordu böyle zamanlarda. Bütün yeldeğirmenleri terkedildiğinde o haber düştü masaya: "Gurbetelli öldürüldü."
Gurbetelli kim? "Elazığ, Palu, Ziver Köyü'nde doğmuşum, bir dağ köyü, 1993'ten bu yana yok, çünkü..."
İlkokulu birincillikle bitiriyor, ortaokula gitme kararı köyde herkesin sorunu oluyor, kızlar okumaz diyenleri ikna etmek kolay değil. Bu ilk "imkansız"a karşı mücadelede yanında bir tek babası var; pes etmiyorlar Ortaokul için gidilen Adana'da ilk yıl çok sıkıntılı geçiyor.
Konuştukça (konuşamadıkça), okudukça (okuyamadıkça), öğrenmek adına yaşadığı şiddeti gördükçe arkadaşları gülüyor, o gözyaşlarını saklayarak ağlıyor.
"Durmadan okumaya başladım, okudum, okudum, okudum, yoruldukça radyo dinledim. İyi Türkçe okumayı, yazmayı, konuşmayı öğrendim sonunda."
Lise yıllarında "Hukuk" ya da "Uluslararası İlişkiler" okumayı istiyor, "Kimya"yı kazanınca çok seviniyor. Yüksek lisansını "Çevre ve Enerji" konusunda tamamlayan Gurbetelli, araştırma görevlisi olarak çalıştığı Çukurova Üniversitesi'nden bu duygularla ayrılıyor, birkaç ay sonra da PKK üyeliği iddiasıyla gözaltına alınıyor, tutuklanıyor ve iki yıl cezaevi. İşkencedeki elektrik izleri hâlâ dudak ve ellerinde.’’
Merhaba Gurbetelli! (NM)
* Gurbetelli Ersöz, Gurbet’in Güncesi/ Yüreğimi Dağlara Nakşettim, Aram Yayınları, Mart 2014, 301 sayfa.