Türkiye’de son günlerde erkek siyasetçisinden bürokratına, AKP'li kadın milletvekilinden sokaktaki "mağdur babalara" kadar belli bir kesim, İstanbul Sözleşmesi’nden söz ediyor ya da direkt hedef alıyor.
TIKLAYIN - 7 Soru, 7 Yanıt: İstanbul Sözleşmesi Nedir, Ne Getiriyor?
Sözünü ettiğim bu kesim “İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılmasın”dan yana.
Türkiye Kadın Hareketi, TCK 103 Kadın Platformu ve platformu destekleyen 300’e yakın kurum, feministler sözleşmeden geri adım atmamak konusunda hemfikir.
Havle Kadın Derneği’nin araştırmasına göre, toplumun sadece yüzde 1’lik kısmı erken yaşta evlilikleri onaylıyor, yine Konda’nın araştırmasına göre toplumun büyük bir kısmı kadınların şiddet görmesini desteklemiyor, nafaka hakkını savunuyor.
Yani araştırmalar, iktidar ve muhafazakâr çevresinin iddia ettiğinin tam aksini söylüyor.
bianet erkek şiddeti çetelelerine göre de her ay en az 20 kadının erkeklerce öldürüldüğü, en az 60 kadının yaralandığı Türkiye’de İstanbul Sözleşmesi’ni kaldırmak hangi sorunları çözecek?
Üstelik, Türkiye’nin ilk imzacısı olduğu ve Türkiye Kadın Hareketi’nin çabasıyla hazırlanan Sözleşme’den “vazgeçmek” mümkün mü? Bu kadar kolay mı?
Koç Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı ve anayasa hukukunda uzman Prof. Dr. Bertil Emrah Oder’e sorduk.
Kadının insan hakları üzerine çalışan, doğa, basın ve anayasa hukuku alanında dersler veren, bu konularda çok sayıda makalesi olan Oder, her yıl dünya çapında verilen Chicago Kent Karşılaştırmalı Hukuk ve Uluslararası Hukuk ödülü sahibi.
Dünya Hukuk Fakülteleri Derneği (LSGL) Başkanlığı'na, Bilim Akademisi asli üyeliğine ve Tüm Avrupa Bilim Akademileri (ALLEA) Etik ve İnsan Hakları Kurulu'na seçilmiş isimlerden olan Oder, Sözleşme karşıtlarına karşı sivil toplum kurumlarından güçlü bir ses yükseldiğini vurguluyor. Buna rağmen parlamento içinden birleşik güçlü bir ses gelmediği saptamasını yapıyor.
Prof. Dr. Bertil Emrah Oder'i dinliyoruz..
İstanbul Sözleşmesi’nden hukuki olarak çıkmak, “Ben iptal ettim, sözleşmeyi feshettim” demek mümkün mü? Yani hukuken mümkün mü?
İstanbul Sözleşmesi'nin 80. maddesinde taraf devletin sözleşmeden geri çekilmesine ilişkin bildirim usulü ve bildirimin ne zaman yürürlüğe gireceği ayrıca düzenlenmiş durumda.
Ancak bu durum, İstanbul Sözleşmesi'nden hükümetin tek yanlı politik açıklamasıyla ve sadece yürütmenin işlemiyle çekilmesinin mümkün olduğu anlamına gelmiyor.
Çok taraflı bir uluslararası anlaşma iç hukukta nasıl yürürlüğe girdiyse buna paralel bir usülle geri alınmalı. Ardından ayrıca uluslararası hukuk bakımından öngörülen geri çekilme usülleri ne ise o (İstanbul Sözleşmesi madde 80) tamamlanmalı.
Bu yüzden, önce iç hukuk açısından, Anayasa gereği (madde 90) TBMM tarafından onaylanması bir kanun ile uygun bulunan İstanbul Sözleşmesi yine bir kanunla geri alınmalı.
Ardından onaylamayı yapan Cumhurbaşkanı, onaylama işlemini bir karşı işlemle geri almalı.
Cumhurbaşkanının, Türkiye'nin İstanbul Sözleşmesi'ne bağlılığını, parlamentonun işlemi olmaksızın tek yanlı işlemiyle sonlandırması mümkün değildir.
Cumhurbaşkanının sona erdirme işlemi, tıpkı onaylamada olduğu gibi benzer usülle gerçekleşecek bir sonlanma işlemi olmak zorundadır.
Sözleşme’ye taraf olunsun ya da olunmasın sonuçta Avrupa Konseyi ülkelerini bağlıyor mu?
İstanbul Sözleşmesi, Avrupa Konseyi'ne taraf devletler bakımından bir temel uzlaşı metni olduğu ve şiddetle mücadelede Sözleşme'ye taraf olunsun ya da olunmasın kararlılığı gösterdiği için önem taşıyor.
"Faili kollayıcı tutumlar halen en büyük sorun"
Sözleşmeyi ilk imzalayan, meclisinde ilk onaylayan ülke Türkiye, sizce Sözleşme’yi hakikaten uyguladı mı?
İstanbul Sözleşmesi'nin uygulanması kapsamında kadına yönelik şiddetin önlenmesini konu alan 6284 sayılı kanun ve ikincil mevzuat düzeyinde, özellikle Şiddet Önleme Merkezlerinin (ŞÖNİM) kurulmasında önemli ilerlemeler kaydedildi.
Yargı ve kolluğun kurumsal kapasitesinin, bilgi düzeyinin artırılması, toplumsal bilinç ve sivil toplumun şiddet sorununu sahiplenmesi, sivil toplumun şiddet karşıtlığı ve mağdur koruma konusunda güçlenmesi ile İstanbul Sözleşmesi arasında birbirini besleyen bir ilişki oldu.
Özellikle yargı bakımından eksiklikler, fail kollayıcı tutumlar, şiddeti önlememe konusunda direnç, özensizlikler halen en büyük ve temel sorun.
Mağdur suçlayıcılık ve bunu cinsiyetçiliği dayanak olarak kullanarak gerçekleştirme, yargıda yaygın bir örüntü olarak karşımızda duruyor.
İstanbul Sözleşmesi'nin öngördüğü şiddetle mücadele için hukuksal ve kurumsal çerçeve oluşsa da bu pekişmedi. Pekiştirilmesi için gerekli kararlı siyasal ve idari tutum takınılmadı.
Oysa Türkiye, kadına yönelik şiddetle etkili mücadelede öncü ve iyi örnek olabilirdi.
Türkiye'de bu alanda idari, kurumsal ve sivil toplum kapasitesine sahip. Buna rağmen, siyasal irade konuyu tam tersi bir zemine sürüklüyor.
"Siyasal anlamda yaptrım olabilir"
Türkiye iddia edildiği gibi Sözleşmeyi iptal ederse, böyle bir durum olursa bunun Türkiye’ye bir yaptırımı olur mu?
Burada, siyasal açından Avrupa Konseyi bünyesinde Türkiye'nin de temsil ettiği insan haklarına dayalı müktesebattan ciddi bir kopuş yaşayacağız.
Türkiye, insani değerlere dayalı bir uzlaşıyı önce benimseyen ve hatta şekillendiren umut vaad eden bir örnek iken, geri çekilme halinde şiddete karşı uzlaşıyı reddeden bir örnek olacak.
Aslında kendi kendine yaptırım uygulayacak. Şiddet karşısında kadınların insan onurunu gözetmeyen bir düzeyde kendini konumlandıracak.
İnsan hakları alanında gerilemenin, güven vermeyen tutumların ciddi ve somut bir örneği olmak siyasal alanda yeterince büyük bir yaptırım sayılabilir.
Sözleşme’nin, kadına yönelik şiddetin önlenmesi (prevention), mağdurun korunması (protection), şiddet uygulayanın cezalandırılması (prosecution) ve konuya ilişkin bütüncül devlet politikalarının geliştirilmesi (policy) başlıklarından oluşan 4 P yaklaşımını içerdiğini biliyoruz.. Bu 4P’nin hangi yönleri “kaldırılmasını” isteyenleri rahatsız etsin ki? Neden rahatsız oldular?
Şiddete ilişkin Sözleşme olsun olmasın, toplumsal gelişme ile kaçınılmaz olarak uyanan eşitlik bilinci ayrımcı, kadınları kontrol edilen, nesneleştiren ve bağımlı kılmaya çalışan yaklaşımlarla bağdaşmıyor.
Bu tür erkek egemen, kadınları ve kız çocuklarını baskılayıcı, sömürücü, saldırgan ve eşitlik anlayışına karşıt bir yaklaşım, Türkiye dâhil dünyanın çeşitli yerlerinde sesini artık daha sık duyuruyor.
Türkiye hem iç hem de dış politikada eşitlikçi bir anlayışı, uygulamadaki ciddi sorunlarına karşın uzun yıllardır savunan bir modeldi. Bugünse bu yaklaşımdan, kendi anayasası ve mevzuatına, siyasal söylemine sinmiş bir eşitlik davranışından kopuş gözlemliyoruz.
Sorun, aslında değişik biçimlerde de dile getirilen kadınların eşitliğine karşı çıkışla bağlantılı.
Kadınların şiddet karşısında korumasında özel bir düzenleme, özel güvenceler, özel kurumsal yapılar gerçek eşitliği sağlamada çok önemli ve güçlendirici. Bunlar olmaksızın, sorunu genel ya da belirsiz hukuksal normlara bırakıyorsunuz.
Böylece aslında cinsiyetçi kalıplara, siyasal boş söylemelere ya da hukukun öz amacından kopmuş yargıçlara teslim ediyorsunuz. Sorunun sürmesine ve pekişmesine üstü kapalı olarak devam ediyorsunuz.
Oysa bu durum, Anayasa'da 2004 yılında yapılan değişiklikle benimsenen ve devletin "kadın-erkek eşitliğini yaşama geçirme" yükümlülüğünü içeren hükümle de bağdaşmıyor (Anayasa madde 10).
Bu yönüyle İstanbul Sözleşmesi'nin kamusal makamlara şiddetle etkin mücadele için yükümlülük yükleyen ve somut araçlar, mekanizmalar ve normlar belirleyen yapısı aslında Anayasa'nın gerçek eşitlik, sonuç eşitliği ya da eylemli eşitlik dediğimiz anlayışını içeriyor. İstanbul Sözleşmesi ve Anayasa birbirini tamamlıyor.
"İstanbul Sözleşmesi aslında bir yüzleşme metni"
Sözleşme ilk kez “toplumsal cinsiyet eşitliği” kavramını dillendirmesi bakımından uluslararası Sözleşmeler arasında ilk. Bu yönü ile kadın erkek eşitliği yasalara da yansıyor. Acaba bunu da kaldırmak istiyorlar?
İstanbul Sözleşmesi, toplumsal olarak kadın ve erkek arasındaki eşitsizlikleri teslim eden, cinsiyet hiyerarşisinin şiddetle bağlantısını kabul eden, kadınlar ve kız çocuklarının toplumsal cinsiyete bağlı önyargılar nedeniyle daha fazla şiddet gördüğünü açıkça vurgulayan bir hukuksal metin.
Şiddet sorununa toplumsal gerçeklik ve toplumsal cinsiyete dayalı eşitsizlikler gözünden bakan bir yapısı var.
Bunun yanında, mağduriyetin boyutlarını, özellikle başvuru ve yargı süreçlerinde yaşanan olumsuzlar nedeniyle doğabilecek ikincil mağduriyeti, hem önleme hem de koruma önlemlerini, şiddet eylemlerinin kategorilerini çok detaylı biçimde ortaya koyan bir yükümlülük belgesi.
İstanbul Sözleşmesi aslında bir yüzleşme metni. Kadına yönelik şiddet konusunda devletlerin cinsiyetçilikle yapamadığı yüzleşmeyi yapıyor.
Mücadelenin gerçek ve etkili olması için yapılması gerekenleri siyasal dilekler olarak sıralamıyor. Yeni bir kavramsallaştırma, en önemlisi cinsiyetçiliği hedefleyen etkili ve uygulanabilir bir hukuksallaştırma yapıyor.
Sözleşme'nin gereğini yapmamak, şiddet gibi en temel ayrımcılığı kabul etmek, üstü örtmek anlamına gelir. Bu da toplumsal cinsiyete dayalı kökleşmiş eşitsizliği sürdürme iradesini yansıtır.
Sözleşme'yi iptal etmek zihinde olan “kadın erkek eşit değildir” algısını yasalara yansıtmak anlamına gelmez mi?
Evet.
“Cinsiyete dayalı şiddet hukuken kabul görmez”
Sözleşme'nin “eşcinselliği meşrulaştırdığını” iddia ediyorlar. Bunu hangi maddeden kaynaklı diyorlar?
Sözleşme, zaman zaman belirtildiği gibi eşcinselliğe ilişkin bir dayatma içermiyor. Sözleşmenin ana ve merkezi konusu kadına yönelik toplumsal cinsiyet temelli şiddet.
Ev içi şiddet de Sözleşme'de yasaklandığı için eş cinsel birlikteliklerdeki şiddetin bu kapsamda önlenmesi gündeme gelebilir. Ev içi şiddet kapsamı da kuşkusuz eş cinsel birlikteliklerle sınırlı değil, daha farklı ev içi kişileri de kapsayabilir.
Türkiye'de olduğu gibi, Bulgaristan'daki Sözleşme karşıtları tarafından da söylenen eşcinsel evlilikleri gerekli görme, cinsiyet ideolojisi dikte etme gibi nitelikleri konusu itibariyle taşıyamaz.
Sözleşme, esas olarak kadına yönelik şiddete odaklanıyor ve ev içi şiddeti de konu alıyor diyebiliriz. Cinsiyet dayalı her türlü şiddetin de yasaklanması gereği, bu kapsamda cinsel yönelim ya da cinsiyet kimliğine dayalı şiddetin de kabul görmemesi gereği ayrıca hukuken çok açık.
Sözleşme kaldırılırsa kadın, çocuk ve LGBTİ+’lara yansıması nasıl olur?
Bu süreci, 6284 sayılı İstanbul Sözleşmesi'nin uygulayıcısı nitelikteki ve kadın yönelik şiddeti konu alan kanunu dikkate alarak yorumlamak gerekecektir.
Çünkü iç hukuktaki uygulamaların dayanağı özellikle tedbir hukuku ve kurumsallaşma yönünden (ŞÖNİM’ler) büyük çapta bu kanundur.
Eğer 6284 sayılı kanunda tazyik hapsi, uzaklaştırma kararları ve diğer koruma ve önleme tedbirleri açısından geriletici değişimler olursa bu ciddi bir hak kaybı ve korumasızlık yaratacaktır.
Ceza Kanunu bakımından da ayrıca değerlendirme yapmak zorunlu. Ceza yargısının mevcut halde özellikle cinsel saldırı suçları bakımından cezasızlık, fail kollama, mağdur suçlama tutumundaki ciddi sorunlar İstanbul Sözleşmesi'ne rağmen karşımızdadır.
Bunlar daha da artan biçimde mi seyreder, yoksa aynı durum mu devam eder, takip edilmeli. Ayrıca Ceza Kanunu'nda çocuk istismarını, tecavüzcüyle evlendirmeyi, çocuk yaşta zorla evlendirmeyi cezasız kılacak değişiklik önerilerini de takip etmek gerekiyor.
"Siyaset soruna dair yeterince bilgili değil"
Kadınların ve çocukların haklarını bu şekilde tırpanlamak Türkiye siyasetine nasıl yansır? Siyaset içindeki kadınların daha çok ortaklaştığını görebilir miyiz?
Kadına yönelik şiddet konusu kadın grupları ve siyaset bakımından uzun bir süre bir ortaklaşma alanı oldu. Bu denli temel ve tartışmasız bir konuya yapılan geriletici, kazanımları zayıflatıcı düzenleme nedeniyle yeniden ortaklaşmalar olabilir.
Sözleşme karşıtı cepheye karşı sözleşmeyi savunan yeni ve daha güçlü bir cephe kurulur mu?
Bunun kurulması özellikle sivil toplum tarafında daha büyük olasılık gibi duruyor. Kadın örgütleri seslerini yükseltiyorlar, ancak parlamento içi siyasetin bu konuda yeterince aktif olduğunu söylemek mümkün değil.
Oysa kadına yönelik şiddet konusu, toplumsal araştırmalarda toplumun büyük kesimlerinde son yıllarda duyarlığın ve bilincin yükseldiği, kabul edilemez bulunan konulardan birisi.
Siyasetin sorunun boyutları ve toplumsal tepki hakkında yeterince bilgili ve bilinçli olmadığı söylenebilir. İlerleyen günlerde tepkiler artabilir.
Bertil Emrah Oder hakkında Anayasa hukukçusu İzmir Özel Türk Koleji'ni ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni üstün başarı ile bitirdi. Yüksek lisansını Marmara Üniversitesi Avrupa Topluluğu Enstitüsü'nde "The Direct Effect of Community Law as Interpreted and Applied by the European Court of Justice" teziyle bitirdi. Köln Üniversitesi'nde Der spezifische Gegenstand des geistigen Eigentums im Europäischen Gemeinschaftsrecht çalışmasıyla 2000 yılında Doktor unvanını aldı. İstanbul Üniversitesi, Galatasaray Üniversitesi, Yeditepe Üniversitesi ve Silahlı Kuvvetler Akademisi'nde ders verdi. 2007 yılı itibarıyla girdiği Koç Üniversitesi'nde Eylül 2011 itibarıyla Hukuk Fakültesi dekanlığı görevini yürütüyor. Ulusal ve uluslararası alanda önemli bir anayasa profesörü olduğu gibi, üyeliğinin bulunduğu çok sayıda kuruluş var. Bazı çalışmaları • Topluluk Hukukunun Temel Doktrinleri, in Avrupa Birliği Hukuku , Tekinalp/Tekinalp, Beta Yayınevi, 1997, İstanbul, 99-141. |
(EMK)
*Fotoğraflar: Sosyal Medya/Eylem Nazlıer, Zeynep Kuray, Toplumsal Özgürlük ve Kadın Dayanışması