Haberin Kürtçesi / İngilizcesi için tıklayın
Giriş: Ayının Türküsü
Derler ki, “Ayının kırk türküsü varmış, kırkı da ahlat üstüne.” Bizimki de o hesap. Olan biten ve olup bitecek her şeyi (ya evet, kadınların durumunu da!) küresel iklim yıkımı tehdidi üzerinden konuşmak gerekiyor artık. Abartılı bir önerme mi? Valla pek sayılmaz.
Manzara-i umumiye: Greta – Chomsky - Atwood
15 yaşındaki aktivist İsveçli kız, “Grevci Greta” böyle diyor mesela: Greta Thunberg, üç hafta boyunca seçimlere kadar her Allah’ın günü İsveç parlamento binası nizamiyesi önündeki kaldırımda oturup okul kırarken, dağıttığı bildirilerde, “insanlığın tarihindeki en ağır, en keskin krizle yüz yüze olduğumuzu bildiğim halde kendimi nasıl güvende hissetmem bekleniyor? Şu an harekete geçmezsek pek yakında her şey için çok geç olacağını bildiğim halde nasıl güvende hissedebilirim ki kendimi?” diye soruyor. Greta daha 12 yaşındayken farketmiş felaket tehlikesini:
“Küresel ısınmayı ilk duyduğumda şöyle düşünmüştüm: Bu doğru olamaz; varlığımızın ta kendisini tehdit edecek kadar ciddi bir şey olması mümkün değil!”
Neden böyle düşünmüş peki? “Böyle düşünmüştüm çünkü aksi halde başka herhangi bir konudan bahsediyor olamazdık.”
Grevci Greta, seçimlerden sonra aktivitesine devam etti; Finlandiya’da görülmüş en büyük iklim eyleminde 10 bin kişi önünde halkı iklim kriziyle mücadeleye ve sivil itaatsizliğe çağırmayı ihmal etmedi. Dahası, Bu ay sonunda Avustralya’da ülke tarihinin gördüğü en çarpıcı kitle eylemini gerçekleştirmeyi planlayan orta okul ve lise öğrencilerinin de esin kaynağı durumunda.
Bu arada hemen ekleyelim ki, Avustralya’da gerçekleştirilmesi planlanan iklim eylemlerinde başı çekenlerin çoğunluğu da kızlar!
15 yaşındaki bu kız çocuğu yalnız değil: 90 yaşındaki önde gelen düşünür ve aktivist Noam Chomsky de tastamam öyle düşünüyor. Democracy Now radyo/tv’sine kısa süre önce verdiği sarsıcı mülakatta şöyle diyordu profesör:
“İnsanlığın tarihinde benzersiz bir an içinde yaşadığımız olgusunu ne kadar vurgulasak az. Aslında, 1945’ten beri bu ânın içindeyiz biz....1945’te sadece nükleer çağa değil, jeologların Antroposen (İnsançağı) dedikleri yeni bir jeolojik çağa girdiğimizi bilmiyorduk: şimdi altıncı yokoluş adı verilen döneme, türlerin hızlıca yok olduğu, yani 65 milyon yıl önce muazzam bir göktaşının yeryüzüne çarpınca yol açtığı beşinci yokoluşla kıyaslanabilecek döneme girdiğimizi biliyoruz...
“Yani, keskin bir tırmanma ve çevrenin yıkımı. Aynı zamanda okyanuslardaki plastik yoğunlaşması gibi – çok uzak olmayan bir gelecekte denizdeki balıkların ağırlığını aşacağı tahmin ediliyor plastiğin.
Uzun lafın kısası, örgütlü insan hayatı uğruna çevreyi yerle bir ediyoruz. ... İnsanı şoke edecek nitelikteki tarih kayıtlarına bir göz atan herhangi birimizin, bu kadar süre ayakta kalmış olmamızın tam bir mucize olduğuna kanaat getirmesi kaçınılmaz. Şu anda bu kuşak, tarihte ilk defa şunu sormak durumunda: ‘İnsan hayatı ayakta kalabilecek mi?’
“Çok uzak olmayan bir gelecekte örgütlü toplumlar olarak üzerinde durmamız gereken konular tam da bunlar işte. Bununla kıyaslandığında geri kalan her şey önemsiz kalır.
Evet. Geri kalan her şey, bununla kıyaslandığında, önemsiz kalır! İlk ihtarnameyi böylece ortaokul öğrencisi aktivist kız Greta çekmiş oldu. İkincisi 100’den fazla kitabın yazarı emeritus profesör ve aktivist Chomsky’den geldi. Şimdi de sıra şair-yazar-mucit ve aktivist Margaret Atwood’un canhıraş uyarısında.
78 yaşındaki Kanadalı yazar Margaret Atwood iklim gerçekliğini dile getiren ünlü romanı (ve aynı derecede ünlü TV dizisi) “Damızlık Kızın Kızın Öyküsü’nde (Handmaid’s Tale) kadınların tüm haklarından mahrum bırakılıp erkekler için “imal edilen” birer damızlık hayvana, hatta makineye nasıl dönüştüğünü anlatıyordu. Yazar, kıyamet-sonrası distopyadaki hikâyenin gerçekte bin beterinin ortaya çıkacağını da yıllardır açıkça söylüyordu zaten.
Kendisi bu can alıcı önemdeki uyarılarını geçen Haziran başında British Library’de düzenlenen 2 günlük bir etkinlikte bir kez daha etraflıca dile getirme – ve enine boyuna tartışma – fırsatı da buldu. Atwood’a göre durum çok açıktı. Genelde sanılanın aksine bu Sadece iklim değişikliği değildi – “Her şey Değişikliği” idi!
Peki kadınlar? Onlar iklim değişikliğinden “doğrudan doğruya ve fena etkilenecekler”di. Bu felaket “senaryosu”nu, edebiyatçının şairane dilinden çok, bilim insanın “soğuk”, kesin ve net diliyle açıklıyor Atwood:
“Kuraklıklar ve seller, yükselen deniz seviyelerinin mahvettiği ekilebilir araziler ve denizlerdeki hayatın yıkıma uğraması, gıdanın azalmasına yol açacak. Azalan gıda şimdi olduğundan daha da eşitsiz dağılacak. Dolayısıyla, kadınlara ve çocuklara şimdikinden daha da az pay düşecek.”
Atwood, ayrıca, iklim değişikliğinin toplumsal huzursuzluklara, savaşlara, iç savaşlara, ağır baskıcı rejimlere ve totaliter diktatörlüklerine yol açacağını yalın cümlelerle belirttikten sonra kadınların durumuna ilişkin şu temel tespitle bağlıyor sözünü: “Kadınlar savaşlarda kötü şartlara maruz kalır – barış zamanından çok daha kötüsüne.”
Under Her Eye: Women and Climate Change
Margaret Atwood: women will bear brunt of dystopian climate future
***
İklim değişikliği – Her şey değişikliği – Kader değişikliği
“Herşey değişikliği”, yeryüzünde yüzmilyonlarca genç kız için düpedüz “kader değişikliği” demek oluyor! Geçen yıl sonlarında Guardian gazetesinde Afrika’nın yoksul ülkelerinde" çocuk gelinler" hakkında müthiş bir röportaj yayımlayan araştırmacı gazeteci Gethin Chamberlain, daha yazının başlığında meseleyi yüzümüze bir tokat gibi çarpmaktaydı: “İklim değişikliği neden yeni bir çocuk gelinler kuşağı yaratıyor.”
Why climate change is creating a new generation of child brides in Africa
“İklim değişikliğinin neye benzediği konusunda herkesin kendine göre bir fikri var” diyordu Chamberlain. “Bazıları için bu, eriyen buz adacıklarında kendine bir yer kapmaya çalışan bir denizatı... Diğer bazıları için, dalgaların yutmak üzere olduğu şehirlerin kıyamet benzeri görüntüsü. Ama Afrika kıtasının birçok yerinde kızlar için iklim değişikliğinin en somut, elle tutulur göstergesi, kapılarının önünde oturup, okula giden arkadaşlarını seyrederken kucaklarında tuttukları bebek. Ve bu, gitgide daha daha çok sayıda kız çocuğu için geçerli bir gerçek.”
Birçok uzman bunun hem gerçek, hem de gittikçe büyüyen bir kriz olduğunu belirtiyor: İklim değişikliğinin doğrudan sonucu olarak bir "çocuk gelinler kuşağı" ortaya çıkmakta!
Avrupa Gazetecilik Merkezi’nin fon desteği sağladığı Güneşin Gelinleri adını taşıyan bir habercilik projesi bunun boyutlarını araştırmış: Çocuk gelinler ve aileleri, giderek âşina olduğumuz bir hikâyeyi anlatıyorlar. Hararet artıyor, yağmur mevsimleri belirsizleşiyor, yağmurlar gecikiyor, sel görmemiş yerleri artık zaman zaman seller basıyor, kuraklık ve kıtlık artıyor ve aileler kendilerini “içinden çıkılmaz bir durumda” buluyor. Gelirleri tepetaklak düşen aileler de kızlarını 13 yaşından itibaren evermekten başka çıkış yolu bulamıyor.
Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu, 2015 yılında dünyada 4 buçuk milyona yakın kız çocuğunun 15 yaşından önce evlendirildiğini, 18 yaş altındaki kız çocukların evlilik sayısının ise günde 37 bin olduğunu tahmin ediyordu! Her gün 37 bin "çocuk gelin"! Sadece bir ülkede (Malawi), çocuk evliliklerinin yüzde30 ile yüzde 40’ının iklim değişikliğinin sebep olduğu sellerle kuraklıklardan kaynaklandığı hesaplanıyor. (agy)
Dünya Bankası ve Çocukları Kurtaralım örgütlerinin hesabına göre, gelişme yolunda (yani gerçekte yoksul) ülkelerde her üç kız çocuğundan biri 18 yaşına gelmeden evlendirilmekteydi! Yeterince ürkütücü bir sayı, ama dahası da vardı: BM Çocuk Fonu UNICEF, 2015’te, mevcut trendlerin devamı halinde sadece Afrika’da "çocuk gelin" sayısının 2050’ye kadar en az ikiye katlanarak 310 milyona ulaşacağını tahmin ediyordu!
UNICEF’in 2018 raporu, daha önceki rakamların daha da kötüye gittiğini ortaya koyuyor: Çocuk evlilikleri sayısı mesela, şimdi 39 bine çıkmış! Rapora göre dünyada 18’inden önce evlendirilmiş 700 milyon kadın yaşamakta. Bu kadınlar yalnız çocukluklarından olmakla kalmamış, sosyal olarak tecrit edilmiş, aile ve arkadaş ilişkilerinden büyük ölçüde yoksun, maddi ve manevi kaynaklardan yoksun. Eğitim ve istihdam olanakları yok derecede. Dahası, şimdiki ve gelecekteki kuşakların durumu daha da vahim gözüküyor: Önümüzdeki 12 yıl içinde bu 700 milyonun, 950 milyona, yani neredeyse 1 milyara çıkacağı hesaplanıyor. 1 milyar çocuk gelin!
Gidişat, hiç de parlak gözükmüyor. Bir örnek verelim: Giderek keskinleşen iklim değişikliği krizi yüzünden kuraklık ve açlıktan kırılan, bütün bunlardan dolayı da iç savaş kâbusu içinde kahrolan Güney Sudan’da da “sığır muharebeleri” (battle for cattle) diye adlandırılan vahşi bir yıkım ortamı sürüp gitmekte. Kız çocukları da sığırlar uğruna okullarını bırakıp çocuk gelin olmaya zorlanıyor. Kız çocukların yarısından fazlası 18 yaşına varmadan, yüzde 10’u da 15 yaşından önce evlendiriliyor. Chamberlain’in yine bu konu üzerindeki bir başka röportajında konuştuğu aktivistler, bu oranların hızla artmakta olduğu konusunda dünyayı uyarıyor.
Bir kızın kaç sığır (mal) karşılığında gelin gittiği belirtilmiyor ama kızlardan biri yaklaşık bir rakam vermiş: 90. Ver 90 sığırı, al kızı. Okula giden kız çocuklarından biri 15 yaşındayken 29 yaşındaki bir adama verilmiş. Kızın babası silahlı çeteler tarafından katledilince kızın ailesi, varlığını sürdürebilmek için 90 sığırı alıp kızı vermiş. “Asıl sebep açlıktı”diye izah ediyor kız. “Şu sıralarda birçok arkadaşımın açlık yüzünden everildiğini görüyorum.”
Bu "çocuk gelin" artık 21 yaşında genç bir anne olmuş. Zamanı gelince kocasının küçük kızlarını mal karşılığı satmasını engellemek için kendisinin elinden hiçbir şey gelmeyeceğini söylüyor. Ve ardından, kadın erkek ilişkileri ve erkek şiddeti konusunu belirleyen sosyal, kültürel ve ekolojik çerçeveyi büyük bir bilgelikle üç küçük cümlede mükemmelen özetliyor:
“Bu, kocamın tercihidir. Kocamın evinde her şey zorla olur – rica minnet diye bir şey yoktur. Reddedersem, sıkıntı olur – kocam beni döver.”
“İklim değişikliği ve yeni çocuk gelinler kuşağı...” röportajına son bir kez dönelim. Yazıyı “süsleyen” çarpıcı, dokunaklı ve kimi iç burkucu fotoğraflardan birinde, yoksul kerpiç duvarlı evinin önüne yere oturmuş o rengârenk giysili kız çocuğu, kucağında kendisine kocaman gülerek bakan kızına mahçup mahçup gülümserken görülüyor. Fotoğraf altında şunlar yazılı:
“Majuma Julio, 17 yaşında. 15 yaşındayken evlendi. İki yaşına yaklaşan bir kızı var. ‘Kimseyi suçlamıyorum’ diyor. “Havalar değişiverdi işte.”
(Chamberlain, “Why climate change is creating a new generation of child brides”, agy)
***
Türkiye’nin çocuk gelinleri ve hamile göçmen çocukları
UNICEF’in 2018 raporunda “Çocuk Gelinler” konusunda yer alan istatistiklerden Türkiye’de durumun nasıl olduğuna bakılacak olursa, doğrusu durumun hiç de parlak görünmediği söylenebilir. Ülkede 18 yaşına gelmeden evlenen kız çocukların oranı: yüzde 15. Buna göre, dünyada mevcut 197 ülke arasında Türkiye’nin çocuk evlilikleri konusunda kendisine ancak 115. sırada yer bulabildiği, yani 114 dünya ülkesinin gerisinde kaldığı görülüyor. (Son bağımsız ülke Güney Sudan’dan iyi, ama Myanmar’dan kötü mesela.)
Child Marriages: 39,000 Every Day
"Çocuk gelinler" ve iklim değişikliği gibi spesifik ama belirleyici önem taşıyan bir mesele dışında kadın erkek eşitliğinin sağlanması, kadınların ve kız çocukların güçlendirilmesi, erkeklerle eşit fırsatlara kavuşturulması, her türlü ayrımcılığın ve şiddet kullanımının ortadan kaldırılması gibi genel ve hayati bir konuya bu yazıda yer verilmedi. Yalnızca, tek bir noktaya değinip geçersek:
BM’nin yıllık Sürdürülebilir Kalkınma Raporları’nın 2018 tarihli olanında kadınlara ve kızlara ayrımcılık biçimlerinin bazılarında azalma gözlendiği, ayrıca Güneydoğu Asya’da çocuk evliliklerinde de 2000-2017 arasında yüzde 40 civarında bir azalma gözlendiği tespit ediliyor. Bununla birlikte, yapısal değişikliklerde büyük bir yetersizliğin devam ettiği açık. Bundan daha önemli, hatta canalıcı diyebileceğimiz bir eksiklik ise, BM’nin Sürdürülebilir Kalkınma raporunda iklim değişikliğinin kadınların ve kız çocukların sosyal, kültürel ve ekonomik durumunu dramatik biçimde kötüleştirdiği konusuna hiç girilmemiş olması. Hele, Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin “İklim Alarmı” niteliğindeki raporunun (12 Yıl Kaldı”) yayınlanmasından sonra, bu eksiklik, doğrusu ciddi bir ihmal olarak değerlendirilebilir.
The Sustainable Development Goals Report 2018
Bu yazıda son olarak, çocuk evlilikleri değil, fakat hamile bırakılmış – ezici çoğunluğu Suriyeli göçmen – çocuklar konusunda Türkiye’nin durumuyla ilgili olarak 2018 Mayıs’ında medyada yer alan dramatik bir habere de kısaca değinmekte yarar olabilir: ODA TV'den Barış Terkoğlu'nun haberine göre, şikâyetle ortaya çıkan skandalda, İstanbul’da bir araştırma hastanesinde 2017 yılı boyunca 392 çocuk gebeliği vakası, adli makamlara bildirilmemiş, ilgili Başsavcılık skandalın ortaya çıkmasının ardından soruşturma açmıştı.
Ve, bu ikinci skandaldı! Daha önce, İstanbul’da başka bir hastaneye 5 ayda gelen 115 çocuğun hamile olduğu halde adli makamlara bildirilmediği de saptanmıştı! Birgün gazetesinin haberine göre, ilk hamile çocuk skandalını ortaya çıkaran sosyal hizmet uzmanı, “Ortaya çıkanlar buz dağının sadece görünen kısmı, ülkenin her yerinde durum aynı” demişti.
Hamile çocuk skandalını ortaya çıkaran uzman: Bunlar buz dağının görünen kısmı
Peki bunun da iklim krizi ile bir ilgisi mi var? Bu soruya da “Evet, hem de çok!” diye cevap vermeliyiz maalesef. Suriye nüfusunun yarısından fazlasını yerinden yurdundan eden o korkunç iç – ve bölgesel – savaşın temel sebeplerinden biri iklim değişikliğinden kaynaklanan kuraklık ve ondan kaynaklanan iç göç idi. Bitmek tükenmek bilmeyen kuraklıktan dolayı göç eden gençlerin hüsranı ve isyanı sonradan bütün bölgeyi saran bir savaş yangınına dönüştü.
***
Bir de öbür açıdan bakalım: Kaderi hâlâ değiştirebiliriz
Olağanüstü yıkıcı sonuçları gözle görülür hale gelmiş olan gelişmelere rağmen, umut verici önemli bazı gelişmeleri de gözden kaçırmamalı. The Rapid Transition Alliance (Hızlı Dönüşüm İttifakı) kampanyası etrafında iklim değişikliği ve onun getirdiği yıkımları engellemek üzere harekete geçen yazar, akademisyen ve aktivist Andrew Simms, acı kaderi değiştirmenin mümkün olduğunu düşünüyor.
Simms, geçen ay başında Guardian gazetesinde yayınlanan makalesinde dünyadaki değişim rüzgârlarını analiz ediyor. Birçok toplumda anomie’nin (norm/kural yokluğu) baskın çıktığı düşünülen şu günlerde aslında tersini de gözlemek mümkün diye yazıyor ve dünyada gayet hızlı ve derinlikli yeni toplumsal normların ortaya çıktığını, bu dönüşümün de cankurtaranımız olabileceğini söylüyor.
Bilim dünyasının son bulguları, iklim değişikliğinin getirdiği yıkımları önleyebilecek yegâne şeyin, gerek altyapıda gerekse davranış kalıplarında hızlı dönüşüm gerçekleştirmek olduğunu açıkça ortaya koymuş durumda. Yazar, sigara kullanımı ve alkollü araç kullanımı konusundaki büyük meydan okumalardan sonra, onlardan çok daha büyük bir tehlike olarak önümüze çıkan iklim değişikliğinin de sıkı bir mücadele ile alt edilebileceğini umut ediyor.
Toplumsal tavır ve davranışlarda hızlı kültürel değişiklikler gerçekleştirme çağında olduğumuzu gözleyen Simms’in gösterdiği en ilginç iki örnekten biri #MeToo (#BenDe) kadın hareketi. Müthiş bir hızla yaygınlık kazanan ve kısacık zaman dilimi içinde zengin & kudretli erkeklerin o küstah hegemonyasına çok ciddi “takoz koyan” hareket. (Öteki örnekse, bitki temelli –vegan– beslenme tarzının birçok ülkede önlenemeyen yükselişi.)
“#MeToo hareketinin hızı bana umut veriyor:” demiş Simms. “İklim değişikliğini hâlâ durdurabiliriz.”
The speed of #MeToo gives me hope – we can still stop climate change
***
Sonsöz
Yazar Margaret Atwood haklı: İklim Değişikliği değil bu – Her şey Değişikliği.
E, tamam o zaman – Biz de her şeyi değiştirelim! (ÖM/ŞA/APA)