Haberin İngilizcesi / Kürtçesi için tıklayın
Evvela dürüstlük adına şunu söylemeliyim. Erkeklerin ‘yüzleşmesi’ fikrine inanmıyorum. Zaten bunca gürültüyü üreten, kadınlar hakkında politika yapmayı kendine hak gören, ‘kadın’ başlıklı açık oturumlarda bile kadınlara yer vermeyip kendileri konuşan erkeklerin samimiyetsizliğinin ve bencilliğinin ‘yüzleşerek’ düzeleceğini düşünmüyorum.
Şiddetin bizatihi failiyken, mağdurların zaten az çıkan sesinin yanına “Ben de ben de” diyerek kaynak yapmak haksızlık değil midir?
Herkes bu fikre katılmayabilir elbette ama ben erkeklerin ikide bir konuşmamasını, tam aksine susmasını öneriyorum. Durup düşünmesini ve destek vermesini…
Sebebini kendi mesleğim olan gazetecilik açısından açıklamaya çalışacağım. Çünkü mevcut biçimiyle ülkedeki gazeteciliğin, birçok başka sıkıntının yanında kendi karar mekanizmalarında kadın-erkek eşitsizliğini üreterek, ‘erkek’ şiddetinin teşhirini de engellediğini düşünüyorum.
Okuyacaklarınızı o gözle okumanızı isterim.
***
Taze bir bilgiyle başlayayım: Yakın bir süre önce, bu senenin en popüler dizilerinden ‘Bodyguard’ın ilk bölümünü seyrettim. Ekran başına oturduğumda şu kadarını biliyordum: Seyredeceğim, bir ‘kadın’ içişleri bakanı ve onun ‘erkek’ korumasının hikâyesiydi. Öyleymiş sahiden de.
Hikâye aktı gitti. Her sahnesinde hikâyenin ana ekseni dışında bir sürprizi açık ederek… Burada o sürprizlerden bahsetmek isterim. Merak etmeyin, yazacaklarım ‘spoiler’ içermeyecek.
Dizi, Londra’ya giden bir trendeki intihar bombacısı sahnesiyle açılıyor… ‘Erkek’ polisimiz olayı fark ediyor ve müdahale ediyor.
İlkin şu: Trendeki intihar bombacısı bir kadın. Kocasının bu işe zorladığı bir kadın…
Polisimiz, gidip tren şefine konuyu anlatıyor. Tren şefi bir kadın…
Trene özel tim operasyon yapıyor. Özel timin başında bir kadın var.
Bir keskin nişancı, bombacıyı vurmak için hazır. Tetikte bekleyen bir kadının parmağı.
Bomba imha ekibi geliyor. Ecel terleri dökerek bombayı etkisiz hale getiren yine bir kadın.
Başroldeki kahraman polis, başarısı sayesinde terfi alıyor. Onu terfi ettiren şefi, bir kadın.
Polisimizin yeni işi, İçişleri Bakanı’nın korumalığını yapmak. Yazının başında değindiğim üzere; bakan, bir kadın.
Tek mevki makam sahibi kadın İçişleri Bakanı da değil üstelik. Teröristleri tam zamanlı takip edip operasyon düzenleyen kontra-terör şefi de bir kadın…
***
Kadın veya erkek, fark eder mi? İş iştir; hem bu işleri herkes yapar, ne olacak, değil mi? Kazın ayağı öyle değil işte.
Kendi adıma, ben kadın keskin nişancı ilk defa görüyorum; kadın özel tim şefi hakeza… Arasam zorlasam, kimisi ‘siyaseten doğruculuk’ adına tek tek, çok sayıda örnek bulurum da, bunca kadını operasyonel ve ‘eyleyen’ rollerde bir arada görmek sanırım sadece benim için değil herkes adına bir ilk.
Diziyi seyrettikten sonra bu konu hakkında konuşulup konuşulmadığını merak ettim. İngiltere’de epey söz edilmiş bundan.
Hatta bazı seyirciler (çoğu erkek) epey sızlanmış. Bu pozisyonların kadınlara verilmesini inandırıcılıktan uzak bulmuşlar.
Üstelik hem kendi ülkelerini hem de bu aralar kurtulmaya çalıştıkları Avrupa’nın bir numaralı ekonomisini birer kadın yönetirken… (Bu arada diziyi yayınlayan BBC’nin, yakın zamanda, aynı işi yapan kadın ve erkek çalışanları arasında erkeklerin lehine ücret uçurumu skandalıyla sarsıldığını hatırlayalım.)
Gelelim zurnanın zırt dediği yere: Dizi boyunca bütün bu saydığım rolleri erkekler oynasa, o pozisyonlarda erkekler otursa, zerre şaşıracak mıydım? Hayır.
İyi de neden?
Neden bir kadının da erkeğin de yapabileceği işleri (yani hemen hemen tüm işleri) hep bir erkeğin yapmasına şaşırmıyorum?
Birinci tekil şahısla yazıyorum ama bu ‘hayretsizlikte’ hiç de yalnız olmadığımı biliyorum. Bunu normal karşılıyoruz.
O halde çoğula geçeyim burada: Bu ‘normal’ bizi neden şaşırtmıyor peki? Onca mürekkep yalamış, okumuş, yazmış, bir yerlere gelmiş bizleri? Neden? Şaşırtmıyor?
***
Madem ‘yüzleşmek’ isteniyor, devlet yöneticilerine, polis teşkilâtına ya da televizyon dizilerine falan değil de esas bildiğim yere, gazetelere geleyim.
İşte size basit, dümdüz bir soru: Neden memleket basınında, gazetelerin tepe mekânizmalarında, karar organlarında kadınlar yok?
Merkez medyada birçok gazetede çalıştım. Çalışmadığım gazeteleri de üç aşağı beş yukarı bilirim. Kapısından adımımı dahi atmadığım gazetelerde arkadaşlarım vardı. (Şimdi çoğunda yok; birçok arkadaşım işsiz.)
Gördüğüm, duyduğum, bildiğim şudur: Gazetelerin karar mekânizmalarında, yazı işleri masalarında çok çok az kadın gazeteci bulunur. Belki on erkeğe bir kadın düşer. Bazen iki. Bazılarında bu oranı bile tutturamazsınız. Çünkü bir yazı işleri masasında kadın yoksa, erkek oranı sonsuza gider.
Yayın müdürlüğü yapmış bir iki kadın vardır; antik çağlardaki efsaneler gibi anlatılırlar. Mitolojik kahramanlarmış gibi. Bölüm şefliği yapan kadınlarıysa, iyi ararsanız, bir iki gazetede bulursunuz.
O kadar.
Peki neden?
On numara kadın muhabirler var.
Tiraj konusunda bel bağlanan kadın röportajcılar var.
Hızıyla, dikkatiyle, öngörüsüyle, bakış açısıyla müthiş işler çıkaran kadın editörler var.
Sözün özü, bu işlerde iyi olan ne kadar erkek varsa en az o kadar da kadın var. Zaten kadını erkeği yok bu işin. Gazetecilik, kesinlikle ve tamamen cinsiyetsizdir.
Peki, bu kadınlar bir noktada buhar olup uçuyor mu; plazaların boşluklarına mı düşüyorlar? Niye bir üst seviyeye çıkamıyorlar?
Gazete yöneticiliği, devlet başkanlığından, içişleri bakanlığından daha mı yüksek bir makamdır? Bomba imha uzmanlığından, polis şefliğinden daha mı zordur? Neden kadınların gazeteler içinde yükselmemesine biz erkekler şaşırmıyoruz? Neden bunu yadırgamıyoruz?
Niye kadınıyla erkeğiyle tüm toplumu ilgilendiren (beri yandan bazen öncelikle kadınları ilgilendiren) haberlere, bu haberlerin seçimine, sunumuna, nasıl ve kimler tarafından hazırlanacağına, bunların hangi dozda ve ne uzunlukta verileceğine, kısacası tüm bir yazı işleri faaliyetine erkekler karar veriyor?
Yoksa bunun sebebi zaten biz erkekler miyiz?
***
Şimdi bunun neye yol açtığına bakalım.
Başka çok unsur var da, en can alıcısını söyleyeyim. Erkek şiddetine ilişkin haberlerin ne büyüklükte görülmesi gerektiğine, o haberde kaç gün ısrar edilmesi gerektiğine kimin karar verdiği önemlidir. ‘Erkeklerin’ çıkardığı gazetelerle, kadın-erkek dengesi güçlü gazetenin tercihleri farklı olacaktır.
Ne kadar samimi olursa olsunlar, erkek gazete yöneticilerinin, bu konuda bir kadın gazeteci kadar dertlendiğini, konuyu önemsediğini düşünmüyorum.
Toplumu sarsan ve çok konuşulan vakaların dışında, erkek şiddetinin üçüncü sayfa haberlerine sıkışmasını bu söylediklerime kanıt olarak alabilirsiniz.
Kadın karar vericilerle bu oranın çok daha farklı olacağına eminim.
Dahası var.
Kadınların karar verme faaliyetinin içinde olmaması, yönetici pozisyonlara gelmemesi, kadın-erkek eşitsizliğini ulusal düzeyde daha da büyütüyor. Bir gazete içinde kadın yönetici olmaması da takdir edersiniz, o gazete içindeki dengeyi alaşağı ediyor.
Her iki eşitsizlik de sesini kısıyor kadınların. Şu anda en çok ses lazım. Kendi sesleri. Sadece merkez medyada da değil elbette.
Merkez medyada çalıştığımı, oraları bildiğimi söylemiştim. O halde bilmediklerimi, bilenlere sorayım.
Solcu gazeteler farklı mı?
Sağcı gazeteler farklı mı?
Entelektüel gazeteler farklı mı?
Bulvar gazeteleri farklı mı?
İnternet gazeteleri, yayın platformları farklı mı?
Sendikalar, meslek örgütleri farklı mı?
Nerede gazeteleri yöneten kadınlar?
Neden ortada yoklar?
***
Şimdi en başta açık ettiğim meseleye geleyim. Neden bu yüzleşmeye inanmadığıma yani… Bunca pozisyonu işgal eden, bu kadar haksızlığa neden olan ve göz yuman, bu düzenin sürüp gitmesi için parmağını kımıldatmayan erkekler olarak, bir zahmet susalım ya. Bir dizide kilit görevdeki herkesin kadın olmasına şaşıran erkekler olarak susalım.
Neden mi susalım? Bugüne kadar da sustuğumuz için. Bu söylediğim karar organlarındaki ‘erkekler’ bugünlere kadar bu sorunları hiç mi bilmiyordu yani? Bugünler diyorum ama vaziyet zaten bugün de değişmiş değil ki.
Kendimi de katarak söyleyeyim, bu mevzulara dair okuduğumuz kitabı, seyrettiğimiz filmi, duyduğumuz, şahit olduğumuz mağduriyeti üst üste koysak buradan köye yol olur.
Buna rağmen, içinde çalıştığımız gazetelerde, televizyonlarda, üniversitelerde, kısacası hemen her yerde, bugüne kadar kadınların erkeklerle eşit olmadığını dillendirmemişiz, sorgulamamışız, dert etmemişiz.
Bu durumu nedense normal kabul etmişiz. Vaziyet işimize de gelmiş üstelik. Bir BBC dizisinin normalin, rutinin dışına çıktığı kadar bile çıkmamışız kabuğumuzdan, güvenli alanlarımızdan dışarı. Kadın keskin nişancı, istihbarat şefi olur mu? Kadın gazete yöneticisi olur mu?
Şaşırmamışız yahu, işimiz merak etmek güya ama şaşırmamışız.
Kadın vatman, kadın taksi şoförü haberi yapmışız çok şaşırarak ama kendi halimize şaşırmamışız.
Şimdi oturup da günah falan çıkarmayalım. Bırakalım onlar konuşsun.
Yeri geldiğinde kadınlara omuz verelim, seslerini bastırmamaya çalışalım, ayaklarına basmadan mücadelelerine destek olalım.
Ama biz çekilelim, kadınlar konuşsun.
Bizim gürültümüz azalsın.
Onların sesleri büyüsün.
En büyük destek artık susmaktır bence. (YB/ŞA/APA)