Haberin İngilizcesi / Kürtçesi için tıklayın
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın yeni hazırlamış olduğu kamu spotu, “Kültürümüzde kadına şiddet yoktur” cümlesiyle bitiyor. Reklamın başlangıcında ise ülkenin farklı bölgelerinden orta yaş üstü çiftler en muhabbetli halleri ile kamera karşısına geçmiş.
Karadeniz, Ege, Doğu Anadolu bölgelerinden insanlar, genellikle yöresel kıyafetleri ve şiveleriyle bir memleket panoraması oluşturuyorlar. Erkeklerin dillerinde ise kadını yücelten cümleler.
Kısacası bakanlığın hazırladığı kamu spotu, gerçeği tersyüz eden bir söylemi gerçek diye sunuyor. Olanı değil de olması gerekeni sanki öyleymiş gibi pazarlıyor.
İşin içinde iyi niyetin kırıntısını dahi görsek belki de razı olabilirdik böylesi beyaz bir yalana. Ancak bu beyaz yalandan çok bir inkâr söylemi.
Aile Bakanlığı, “Müslümanlar soykırım yapmaz” veya “Türk askeri tecavüz etmez” gibi asılsız ve temelsiz örneklerini sıkça duyduğumuz sistematik inkâr söylemlerine bir yenisini ekliyor.
Coğrafyamızda kadına yönelik şiddet, kimi zaman kadın aklı ve eliyle içselleştirilmiş, kültürümüze nakşedilmiş, dinsel referanslarla pekiştirilmiş bir olgudur.
Esasen de genel olarak şiddeti kutsayan bir algı dünyasından ayrı değerlendirilmemesi gereken bir olgu…
Erkekliğin yüceltilmesi kadına şiddete yol açan çarpık zihniyetin başlangıç noktasını oluşturuyor. Bazen de, aile içinde annenin biçimlendirdiği bir değerler hiyerarşisi ile erkeğin öncelikli bir konuma sahip olduğunu görüyoruz.
Kız çocukları aile terbiyesi ile toplum içindeki ikincil konumlarını kabullenerek, buna zorlanarak, nihayetinde de razı olarak, kadına şiddet kültürünün ilk harcını karmış oluyorlar.
Dinlerin kadına şiddetteki rolü
İşin daha da ilginç tarafı, bu şartlarda yetiştirilen erkeğin, kadına nazaran hem aklî hem de fizikî yeteneklerinin gözle görülür derecede daha zayıf olması…
Kadına kıyasla çok daha yeteneksiz bir cins olarak erkeğin kendini var edebileceği alanlar bir hayli kısıtlı. Örneğin günlük yaşamda, hayatın doğal seyrinde kadının gerisinde kalan erkek, kas gücünün belirleyici olduğu askerlik alanında kadınsız bir dünya tahayyülünü hayata geçirme imkânı buldu.
Aynı şekilde mitolojideki tanrı ve tanrıçalar inancından, soyut bir tanrı/Allah kavramına geçildiği semavi dinlerde de kadın önemli bir mevzi kaybına uğradı. Musa, İsa, Muhammed isimlerinin yanı sıra bir feminen peygamber figürünün yokluğu hemen göze çarpar.
Keza Solomon, Abraham, Pavlus, Petrus, Yohanna, Ömer Ali, Ebubekir, Hasan, Hüseyin gibi şerikler arasında da kadın ismine rastlamayız.
Burada Meryem Ana figürü de gerçek anlamda kadın sayılamaz, zira bilindiği gibi çiçek koklayarak gebe kalmak gibi gerçeküstü bir yeteneğe sahip.
Günümüzde, kilisede mihraba çıkması yasaklanan kadına camide de saf tutmak yasak.
Dahası, Tevrat’ta anlatılan ve daha sonra yaygınlaşarak Hıristiyanlık ve İslam dinlerince de benimsenen yaradılış anlatısına göre Havva anamız, Hazreti Âdem’in kaburgasından yaratıldı. Şeytana uyarak Âdem’in aklını çeldi ve insan soyunun cennetten kovulmasına sebep oldu.
Kısacası üç kutsal kitabın da anlatısına göre, ‘yaşadığımız çileli hayatın baş sorumlusu günaha eğilimli kadındır’. Kendi başına bu anlatı dahi kadına yönelik şiddette dinin rolü hakkında fikir verebilir.
Ortaçağ karanlığında cadılık veya büyücülükle suçlanıp diri diri yakılanlar, kadınlardı. İslamiyet de recm cezasıyla kadınları hedef alıyor. Şeriat hukukunun kısas ilkesi hırsızın elini, katilin başını kılıçla keserken, kadınlar için işkence ile ve toplumsal katılımlı bir öldürme şeklini benimsemiş.
Müslümanlar kutsal hac farizasını yerine getirirken şeytanı, sivil yaşamda da kadını taşlarlar sadece.
Genel olarak dinsel referanslarla örülen ve ‘töre’ tanımı ile insanların toplum içi yaşamını şekillendiren uygulamalarda da kadının yeri aşağılanır, erkeklik ise alabildiğince yüceltilir.
Bu alabildiğince yüceltme hali doğal olarak hastalıklı bir özgüven inşa eder. Bu durum da paradoksal bir sarmal olarak yeniden kadın düşmanlığını, buna bağlı olarak da kadına karşı şiddeti üretir. Kaynağını aile içi eğitimden alan bu şiddet türü akademik eğitimle aşılamaz.
Feminizm hepimizin ilacı
Kadına şiddet üreten değerler sistemi toplumsal bir ön kabulle şekillendiğine göre, karşıt değerler de yeni bir ön kabulü oluşturmaya yönelik olmak zorunda. Bu da öncelikle inkârcılıkla, yalanla, aldatmacayla mücadele etmeyi gerektiriyor.
Bu anlamda feminist kadınlar ellerindeki mor bayrağı daha da yukarı taşımak için amansız bir tırmanıştalar.
Görünüşe göre bu tırmanışın amacı, bağnaz din anlayışına karşı çok tanrılı inançların ilahları, tanrıçaları Hera’yı, Afrodit’i, Anahid’i yeniden putlaştırmak değil, kadının özgürleşmesi ile insanlığın yücelmesini sağlamak.
İşte bu yüzden feminist hareket salt bir kadın hareketi değil, topyekûn insanlık hareketi olarak görülmeli. (PE/ŞA/APA)
52 HAFTA 52 ERKEK
1 Delirmiş Olmalıyım - Murat Çelikkan
3 Sur-Karşıyaka-Cebeci-Babıali - Tuğrul Eryılmaz
5 Acı Var Rocky - Hakan Bıçakcı
6 Yüzleşmekten Korkuyorum! - Yekta Kopan
7 Taşrada Bir Akşam - Tayfun Pirselimoğlu
8 Erkek Şiddetinin Üç Hali - Murat Yetkin
9 Biz Erkekler Kadınlar Konusunda Çok Samimiyetsiziz - Atilla Taş
10 Muhteşem Erkeklik! - Şener Özmen
11 Oğlum Tanımalı Babasını - Korkut Akın
12 Haberi Yapan Muhabir Kadının da Durumu Farklı Değil - Gökhan Durmuş
13 Benim Adım Hatun - Ahmet Ümit
14 'Biz' Orada Yoktuk, Ama 'Biz' Daha Çoktuk! - Volkar Ağır
15 Erkek Olmanın Laneti... - Alper Hasanoğlu
Bu kampanya Sivil Düşün AB Programı kapsamında Avrupa Birliği desteği ile hazırlanmıştır. Bu kampanya içeriğinin sorumluluğu tamamıyla İPS İletişim Vakfı/bianet’a aittir ve AB'nin görüşlerini yansıtmamaktadır. |