“…Tiyatro yapmak gittikçe tehlikeli bir uğraş haline de gelmeye başladı … Hem kadınsanız hem politik olarak kendinizi ifade etmeye çalışıyorsanız hem de feministseniz o zaman zaten yatacak yeriniz yok demektir.”
Selen Korad Birkiye, dramaturg ve akademisyen. 2001’den beri çeşitli tiyatrolarda 30’un üzerinde oyunda prodüksiyon dramaturgluğu yaptı. LBGTİ Onur Yürüyüşü’nün yapılabilmesi için change.org’a imza verdiği için Akit gazetesi tarafından çalıştığı kurumlara işten atılması için iki kez hedef gösterilen ve dönemin İstanbul Devlet Tiyatrosu yöneticileri tarafından kurumun itibarını zedelediği için soruşturmalar açılan, 15 Temmuz sürecinde çalıştığı özel üniversitede görevine son verilen Birkiye, Türkiye’nin sayılı dramaturglarından biri. Tiyatro dünyasında kime bir soru sorsanız, sohbet etseniz, panele gitseniz yolun sonu Doç. Dr. Selen Korad Birkiye’ye çıkıyor.
Birkiye’ye göre tiyatroda kadını nitelik ve nicelik olarak yukarı çekmenin çözüm yolları: Oyunlarda cinsiyet değişimi, atılganlık eğitimi, kadın yazar gruplarının oluşturulması, kararlara uyan değil kararları uygulayan kadın yönetmen, yönetici kadınların artması ve kadınların evliliği B planı olmaktan tamamen çıkarmaları.
Dünya tarihinde tiyatroda kadın rollerinin ağırlığı nedir?
Dünya tarihine baktığımızda kadın rollerinin ağırlığı 3’te 1 oranında bile değildir. Mesela Shakespeare’in oyunlarına bakın. Kaç tanesinin başrolü kadın? Komedileri dışında kadınlar genellikle yardımcı rollerdedir, günümüze kadar gelen süreçte kadın rollerinin ağırlığı hem sayısal hem de rolün ağırlığı olarak yüzde 30-35 civarındadır. Kadın karakterlerin sayılarının metinlerde azlığı, rol dağılımı çalışmalarında kadınların istenilen nicelikte ve nitelikte rol alamamalarına sebep olan bir durum. Babam Asuman Korad da Haccettepe Konservatuvarı’nda hoca olarak ve yıllarca Devlet Tiyatroları'nda (DT) çalıştığı için, uzun vadede onun ve oyuncu arkadaşlarımın deneyimlerini referans aldığımda, 1970-1990 arasında 10 kişilik bir sınıfta 6 kız 4 erkek öğrenci gibi bir oranın yaygın olduğunu söyleyebilirim.
Erkekler belki kızacaklar ama çoğunlukla konservetuvarda kadınların daha başarılı ve yetenekli olduklarından söz ediliyordu. Ama iş profesyonel hayata gelince, tiyatro literatüründe yer alan oyunlardaki kadın sayısının azlığından dolayı, erkeklerin şansı kadınlara göre daha yüksek oluyor. Doğrudan konservatuvardan mezun olanların kadroya girmesi uygulaması, sınav açılmaya başlayınca sıradan niteliklere sahip bir erkek oyuncunun bir ödenekli tiyatronunun kadrosuna alınması, aynı düzeydeki bir kadına, hatta daha yeteneklisine göre bile daha kolay oluyor.
Günümüzde konservatuvarlar ve tiyatroda kadın-erkek oranı nedir?
Günümüzde DT ve rastgele seçilmiş bazı tiyatro okullarına baktığımızda yaklaşık yüzde 53 erkek, yüzde 47 kadın oyuncu gibi bir orandan söz edebiliriz. Birbirine çok yakın, kadınlar açısından büyük sorun yaratmayacak bir oran gibi görünüyor; ama rol dağılımına gelindiğinde kadınlar dezavantajlı konumlarını koruyorlar.
Kadın rolleri az yazıldığı için, yazılanlar da küçük roller ya da yardımcı roller olduğu için DT’de temel sorun kadın oyuncuların tamamını oynatacak yeterli oyun bulunamaması.
Bir sürü DT sanatçısı için “Neden oynamıyorlar? Bankamatik sanatçıları bunlar!” denir ya, işte tam da bu yüzden boşta kalan oyuncu sayısı fazla olabiliyor. Hele bir de 40 yaşınızı aşmış bir kadın oyuncuysanız, çoğunlukla anne rolleri ya da yardımcı roller oynayacaksınız demektir. Böyle olunca kadınlar tiyatro literatüründe kendilerine uygun rollerle buluşmakta çok zorlanıyorlar.
Kadın yazarların sayısı artarsa, sahnede rol alan kadın sayısı da artacak demektir. Neden kadın yazarların sayısı daha az? Dünyada durum nedir?
Son 100 yılı düşündüğümüzde, kadın yazarların oranı yüzde 10 civarında diyebilirim.
Bin yıllardır erkekler kamusal alanda rahatça kendilerini ifade edebiliyorlar. Kadınlara toplumca uygun görülen öğretmenlik, hemşirelik gibi meslekler var olduğu gibi, yazarlıkta da kadınlara daha uygun görünen alanlardan söz edebiliriz. Kadınlar şiir, öykü, roman gibi daha içe dönük alanlarda pek çok ürün veriyorlar. Ama tiyatro bu sayılan yazın sanatlarından oldukça farklı. Teknik bilgi, sadece özel alanlarda değil kamusal alanlarda da gözlem yaparak insanı tanımak çok önemli. Bütün bunlara açık olmanız, eğitsel olarak donanımınızın sağlanmış, desteğinizin tam olması gerekiyor. Zaten toplum tarafından kadına biçilen tüm görev ve sorumluluklara baktığımızda, kadınlar çoğunlukla aile içi sorumluluklarından azade olabildikleri boş vakitlerinde ya da emekli olunca yazabilir hale dönüşüyor. Oyun yazarlığı sanki bir meslek değil de bir hobi gibi algılanıyor pek çoklarınca. Öte yandan son yıllarda profesyonel kadın yazarları daha çok film ve dizi senaryosu yazımında görüyoruz.
Kadın ve erkek yazarların oyunlarını karşılaştırdığımda, erkeklerin biraz daha fazla üretici olabildiklerini, kanallarını biraz daha dünyadan yana açtıklarını söyleyebilirim. Yani büyük, global ölçekli, topluma dair oyunların erkekler tarafından daha çok yazıldığını; kadınlar tarafından yazılanların hâlâ daha çok ev içi olaylar ve drama şeklinde kaldığını ya da feminist bir oyun yazılmaya çalışılıyorsa da son derece dar bir çerçeve içinde yazıldığını çok net bir şekilde söyleyebilirim.
Erkeklerin doğdukları andan itibaren hayatlarının yarısı kadınlarla geçtiği halde neden kadın konulu oyunları ya da kadın karakterleri daha etkin bir şekilde yazamıyorlar?
Zaman zaman bir iki tane güçlü kadın karakter konulduğu oluyor ama kadınların toplumdaki temsiliyet oranlarının düşüklüğü de buna sebep olabilir. Yani nasıl mecliste kadın oranı düşükse oyunda da o kadar temsil ediliyor. Ama bir yandan da, oyuna konulan güçlü kadın karakterlerin, toplumsal çeşitliliği yansıtmak adına konulduğunu da düşünüyorum. Mesela, Amerika’da çok kültürlülükten kaynaklı “Ya bir de siyah koyalım” denilir ya, onun gibi! Ya da kadın karakterin oyun içinde organik olarak yer alması gerekliliğinden değil de, “Tamamı erkek olan oyun da çok sıkıcı olur” fikrinden doğabiliyor bu düşünce. Kadın karakter, seyredilebilirliği etkileyen, bir süsleme faktörü olarak eklenebiliyor.
Öte yandan pek çok erkek yazarın, Ibsen’in, Çehov’un kadınları gibi unutulmaz kadın karakterler yazdıklarını da göz ardı etmemek lazım.
Kadın oyun yazarlarını nitelik ve nicelik olarak yukarı çekmek için ne yapılabilir?
Oyun yazarının bir vizyon geliştirmesi gerekiyor. Aslında bu ideolojik bir duruş. “Bu toplumda kadınlar için ne yapılması gerekiyor?” üzerine ciddiyetle düşünülmeli. Hatta bu çok güzel bir oyun konusu bile olabilir. Ama bunu yaparken hamaset, didaktizm ve idealizm tuzaklarına düşmeden bir bakış geliştirmek gerekir. Eski usül acındırma, melodrama kayma, televizyon dizisi mantığında boyutsuz kişileştirmelerle, sorunların özünü kavramayan dramatik bakışlar üzerinden yazılan oyunların Türk tiyatrosu için bir anlamı olmayacaktır.
“Bu toplum içinde kadınlar da var ve kanıyla, canıyla, dişiyle, tırnağıyla çalışarak bu toplumun ilerlemesinde ya da gerilemesinde katkıda bulunan varlıklardır” üzerinden oyunlar yapılmalı. Bu tip oyunlarla çok sayıda kadın karaktere de derinlikli olarak yer verilebilir. Böylece farklı toplumsal sınıf ve katmanlardan kadınların varoluşları, sosyopolitik ve ekonomik kıstırılmışlıkları, iç dünyaları ile toplumsal roller arasındaki kimlik çatışmalarının günümüz Türkiyesinde oluşturduğu kadın öykülerine bakılabilir.
“Kadınlar için evlilik bir B planı”
Tiyatroda kadınlar neyi eksik yaptı? Yeterince mücadele edilmedi mi?
Önyargı olabilir ama kadınların hala çok duygusal davrandığını düşünüyorum. Hele bir de oyunculuğu düşünecek olursak, duyguların yoğun ve uçlarda yaşandığı bir meslek. Oyuncular hassas bireylerden oluşan bir topluluk. Belli noktalarda yıpranmalar, yok sayılmalar, bir türlü istenilen noktaya gelinememeler, muhtemelen kadınlara “Madem bu işi yapamıyorum, -mesela-drama öğretmenliği yapayım” dedirtebiliyor. Babamın döneminde oyunculuk bu döneme göre daha garanti bir meslek olmasına rağmen, birçok kadının evlilik için sahneyi terkettiğini de biliyorum. Erkeğin böyle bir şansı yok, erkek seçtiği meslekte dişiyle tırnağıyla kalmak durumunda hissediyor. Şu an belki fazla bir oranda değil, ama bence kadın çok zorda kaldığında evlilik bir B planı olarak orada duruyor.
Kadınlar mücadele ediyor, ama belki de çok zorda kaldıklarında oyunculuk yapmaktan vazgeçmeleri erkeklere göre daha kolay oluyor. Kırılma ya da bitme noktası vardır ya, o kadınlar için daha kısa sürede olabiliyor ama erkek o noktada da olduğu yerde devam ediyor. Ama tabii bu kişilik meselesi de olabiliyor, yani hırsla, koşullarla, kendinize neyi yakıştırdığınızla, neyi idealize ettiğinizle, kimliğinizi nasıl kurguladığınızla da alakalı ama erkeklerin bu konuda daha hırslı ve yırtıcı olduğunu görüyorum.
Atılganlık eğitimi
Kadınların tiyatroda etkilerinin arttırılması nasıl sağlanabilir?
Dünyanın pek çok ülkesinde kadınlara atılganlık eğitimi verilir. Bu eğitimin özü, kadınların kendi istemedikleri bir şeyi kolaylıkla kabul etmeleri eğilimi ya da fazla direnememeleriyle bağlantılıdır. Hayır, dememiz gereken bir şeye, “Ayıp olmasın, kırmayayım” diye “Hayır” diyememeyi aşmakla ilgili bir eğitimdir bu.
Ama erkekler bunu çok rahat yaparlar, sınırlarını daha iyi kurar ve korurlar, ne istediklerini de daha net olarak ortaya koyarlar. Kadınlar bu noktada her zaman daha dolaylıdır. Bu belki onların kırılganlıklarıyla, belki zekalarının toplumsal yaşam içinde daha dolaylı şekilde isteklerine ulaşacakları şekilde gelişmesiyle bağlantılı olabilir. Kanımca birey olmaya çalışan her kadına atılganlık eğitiminin verilmesi gerekir.
Türkiye’de bu nasıl hayata geçecek? Okullarda mı? Tiyatroda mı? Müfredata mı girmeli?
Atılganlık eğitimi psiko-dramaya yakındır. Ama bununla başa çıkacak eğitmen sayısı sınırlı ve örgün ya da yaygın eğitim içinde gerçekleştirebilmek bir hayalden öteye gitmiyor. Oyuncular için bu biraz daha kolay çünkü aldıkları eğitim bu handikapları aşmalarına daha yardımcı oluyor. Öte yandan tiyatronun diğer alanlarında çalışan kadınlar için durum pek de böyle değil.
Bu genel bir çözüm, peki kadın oyun yazarlarının artması için net bir çözüm öneriniz var mı? “Hadi bunu yapın” diyebileceğiniz bir yol var mı?
İngiltere’de pek çok toplulukta uygulanan bir yöntem vardır: Feminist eğilimli olarak tanımlanabilecek kadın oyuncuların çoğunlukta olduğu gruplar, kadınların durumlarından ya da kendi hayatlarının orta yerinde duran sorunlardan yola çıkarlar ve hep birlikte hem oyunu oluşturup yazarlar hem de oynarlar. İlla kadın yazarların, sosyalist, feminist yada radikal kadınlar olması gerekli değildir. Hatta yazarların toplumdaki gibi, farklı geçmiş, görüş, eğilim ve dertlere sahip olmaları, kadının tiyatrodaki temsiliyetinin çeşitliliği açısından da önemlidir.
Tiyatronun görevi bence seyircinin kafasında soru işareti bırakmaktır. Ama çıkıp şimdi “Kadın tiyatrosu yapıyoruz” dersek, Türkiye’deki seyirci potansiyelinin yüzde 90’ını kaybederiz. Ama alt metin olarak, görünürde herhangi bir başka derdi ya da olguyu anlatırken, kadınlık durumunun ya da temsiliyetinin oyunun güçlü eksenlerinden birisi olarak olay dizisinin ve karakterlerin içini doldurması, düğümleri beslemesi seyircinin kafasında kadına dair pek çok hoş soru işaretinin açılmasına neden olabilir.
Çözüm önerinize bakarsak kadın yazar sayısı artarsa kadın karakter sayısı ve etkisi artacak. Ancak epey uzun bir yol bu. Kadın rollerinin sayısının arttırılması için başka önerileriniz var mı?
Dünyada örneklerini gördüğümüz yaygın bir dramaturji çözümü, cinsiyetlerin değiştirilerek oynanmasıdır; kadın rolünü erkek, erkek rolünü kadın oynayabiliyor. Bunun için özellikle belli bir cins olması gerekmeyen kişiler, farklı bir cinsiyette oynanabilir.
Örneğin Faust’ta Mefistotales’i hep erkek olarak düşünüyoruz. Neden onu bir kadın oyuncu oynamasın? Kaldı ki bu oyunun yorumunu da çok daha fazla katmanlandırabilir. Ama sırf laf olsun ya da ilginçlik olsun diye bir oyun kişisinin cinsiyetinin değiştirilmesi de çoğunlukla oyunun içinde son derece eklektik durabilir. Bu noktadaki seçimleri son derece titiz yapmak lazım. Bu şekilde tiyatrodaki kadın rollerinin çok güzel bir şekilde artırılabileceğini, hatta kadın karakterin yan karakterden eksen bir karaktere geçebileceğini düşünüyorum.
Yönetmenlik alanında durum nedir?
6-7 yıl önce kadın konulu bir repartuvar hazırlarken, bu konuya duyarlı yönetmenlerle çalışmak istedik, ki erkeklerin zaten bu konuda bir duyarlılığı olmadığı gibi “kadın hakkında oyun yapıp bunu erkeklere yönettirmek iki yüzlü bir seçim olur” diye düşündük. Kadın yönetmen arayışına girdik, ama buna talip olan kadın yönetmen sayısı çok azdı. Öte yandan bilindik kadın yönetmeler kendi muadili erkeklerle karşılaştırıldığında, çok daha çalışkan ve titiz bir yöntemle iş yapıyorlar.
Sanırım kadınlar yönetmenlik alanında inisiyatif almakta çekinceli davranıyorlar. Ama oyuncu olarak var olmakta bir sorunları yok. Tiyatro yöneticiliğine soyunan kadın sayısı da çok az. Karar mekanizmasında olmaları gereken noktalarda var olup, karar verip stratejiyi çizen yerine, alınan kararlara uyan, uygulayan pozisyonlarda yer alıyorlar çoğunlukla. Tabii bu kişiden kişiye değişebiliyor.
“Hem kadınsınız hem de çok şey biliyorsunuz!”
Dramaturg kadın-erkek sayısı ve kadının etkisi nedir?
DT’ye girdiğimde 1990 yılıydı, 3 erkek ve 5 kadın dramaturgumuz vardı. Şu anda 19 dramaturgdan sadece 7’si erkek.
Ödenekli tiyatrolarda kadın dramaturgların sayıları her zaman ağırlıklıdır. Okuyup yazmasına rağmen, görece pasif, geri planda, ama entellektüel bir uzmanlaşma gerektiren bir işte olmaları da belki de kadınların bu mesleğe eğiliminde bir etkendir, bilemeyeceğim. Öte yandan genel olarak kadının rejisör olmasındansa, dramaturg olması daha kolay kabul görüyor pekçokları tarafından.
Aslında dramaturgun ne olduğunun anlaşılması da Türkiye’de uzun zaman aldı. Yönetmenlerin birçoğu dramaturgları, işlerine müdahale eden, ukala insanlar olarak gördüler. Hala da mesleğimiz zor bir süreçten geçiyor. Aynı zamanda biz dramaturgların antipatik görünmesinde, yöneticilerin de etkisi büyük oldu. Yakın zamanlardaki eski genel müdürlerimizden, teknik elemanlara, memurlardan kimi oyunculara dek somut olarak ne yaptığını anlayamadıkları ve işi düşünce üretmek olan bu meslek grubuna oldukça olumsuz yaklaşıldığını söyleyebillirim. Dramaturgların itibarsızlaştırılma çalışmasından çok çektik.
Mesleğin doğasını çok iyi anlayan ve bu itibarsızlaştırılmanın önüne geçmeye çalışan bir sanat yönetmeni dostumuzun ironiyle söyledikleri, bence çok önemli bir tespitti: “Ee tabii ki sizden hoşlanmazlar, hem kadınsınız hem de çok şey biliyorsunuz. Bilen kadından kimse hoşlanmaz!”
“Durum büyük resmin bir parçası”
Tiyatroda kadın-erkek eşitsizliği ülkenin genel durumuyla ne kadar bağlantılı?
Ülkedeki büyük resimle direkt bağlantılı görüyorum. Türkiye’nin içinde bulunduğu toplumsal, ekonomik, sosyolojik, politik sorunların hepsiyle bağlantılı. Hatta bu kadar sorun içinde tiyatrodaki durumu iyi bile görüyorum.
İnsanlar ısrarla tiyatro yapmaya çalışıyor. Üstelik tiyatro yapmak gittikçe tehlikeli bir uğraş haline de gelmeye başladı. Kamusal alanda sesini yükseltme potansiyelini taşıyan, halkla doğrudan iletişim kurabilen hemen her meslek grubu gibi, tiyatro da tehlikeli bir hale gelmeye başladı. Dolayısıyla mesleğin kendisi, aynı gazetecilikte olduğu gibi bir risk alanı.
Hem kadınsanız hem politik olarak kendinizi ifade etmeye çalışıyorsanız hem de feministseniz, o zaman zaten yatacak yeriniz yok demektir. Birçok arkadaşımızın başına geldiği gibi, dizilerde, oyunlarda dışlanmalarla hatta iş bulamamalarla karşı karşıya kalmak artık vaka-ı adiyeden sayılıyor. Dolayısıyla tiyatrodaki durum da büyük resmin bir parçası. (LA/ÇT)