"Tiyatro ve sinema gibi gösteri dünyasında oyuncuların bireysel bir iş yaptığı yanılgısı o kadar yaygın ki! Örgütlenmenin önünde ciddi bir engel oluşturuyor, halbuki hiç de bireysel bir iş yapmıyoruz. Örgütsüzlük, bir arada duramama, kadın alanını da boş bıraktırıyor. Ben eminim, desteklenilse, yarı uykuda olan yönetmenin, dramaturgun, sahne tasarımcısının, ışıkçının söyleyecek çok sözleri olacak.
"Seslendirme, sahne, tiyatro, sinema gibi her alanda fiziksel, cinsel, duygusal istismar ve baskının çok yoğun yaşandığını biliyorum. Bir rol oynamak istediğinizde bunun ‘belli koşullarla’ gerçekleşebileceği sezdiriliyor. Yani düşünsenize, ’Rejisörün yatağından geçmeden şu rol oynanmaz’ diye bir laf var ve bunun zaman zaman ne kadar doğru olabileceğini maalesef biliyoruz."
30’a yakın tiyatro oyununda oynayan Tilbe Saran aynı zamanda çok sayıda sinema filmi ve televizyon dizisinde rol aldı ve almaya devam ediyor. Kadir Has Üniversitesi’nde yedi yıldır öğretim görevlisi olarak çalışan Saran, aynı zamanda bir proje insanı. Henüz kamuoyu ile paylaşmak istemediği projeleri ise bireysel çıkarları için değil de; gözlemleri, sorgulamaları sonucu hayal ettiği, geliştirdiği ve hayata geçireceği, toplumsal gelişime yol açacak tarzda.
Toplumsal duyarlılığının getirdiği bilinç ile kendisine en yakın örgütlenme olan Oyuncular Sendikası’nın geçen dönem yönetim kurulundaydı, şimdi adı yönetim kurulunda olmasa da gözü, gönlü, kulağı sendikada. Kadın- erkek farklılığına ve eşitliğine inanan ve kendisini feminist olarak tanımlayan Saran, örgütlülüğe inanıyor. Hem oyunculuk hem de kadın sorunlarının, sendikanın güçlenmesiyle çözüleceğini düşünüyor ve “Kız kardeşlerime çok güveniyorum” diyor.
Tiyatroda cinsiyet ayrımının ortadan kalkması için kimin, ne yapması gerekiyor?
Keşke alt alta sıralayabileceğimiz maddeler olsa. Bir kere cinsiyet ayrımcılığı bu topraklara ait bir sorun değil. Dünyanın her yerinde eşitsizlik var. Shakespare bu topraklarda doğmadı; ama kadın, onun oyunlarında da ikinci plandaydı. Kadının, 1. Dünya Savaşı'ndan sonra iş hayatına girmek zorunda kalması sebebiyle başlamış bir siyasi, sosyal, kültürel değişimin sonucunda kafalar açılmaya başlıyor. Bu durum, bir takım eşitsizlikleri farkedilir hale getiriyor. Ama son zamanlarda ülkemize baktığımızda, kazanılmış olan alanlarda çok fazla geriye düştüğümüzü görüyoruz. Bu da tepedeki siyasi otoritenin kullandığı dille başlıyor.
"Oyuncuların örgütsüzlüğü kayıp yaşatıyor"
Geriye düşmeyi açabilir misiniz?
Siyasi iktidarın tercihleri doğrultusunda kadını eve hapseden bir dil var artık. Üç çocuk doğurmak, analığın tekrar kutsallığının gündemde tutulması, gelenekselleşme, muhafazakarlığın artmış olması, kadının kamusal alandan geride tutulmaya çalışılması, "çocuk gelin"leri onaylayan fetvalar, hamile kadının erotikleştirilmesi, kürtajın yasaklanmasına varacak uygulamalar... Bir yandan daha önce kimlikleri nedeniyle kamusal alana giremeyenlere alan açılmaya çalışılırken bir yandan da o açılımın tam tersi bir kuvvetle kadını eve kapatan bir dil önermesi var.
Bu topyekûn eşitsizlik durumu değişmediği sürece, tiyatroda kadın konusunda kendini ifade etmeye çalışacak kadınlar, erkekler, insanlar ne yapabilirler ki. Tiyatrocular da bunlardan bağımsız hareket edemiyor. Ama her zaman olduğu gibi sıkıştırılan bir yerde tersine bir patlama da oluyor. Bu kadar yok sayılmaya çalışılan, susturulan, geride tutulmaya çalışılan kadınlar, görüyoruz ki bir yerlerde sokağa çıkıyorlar, başlarına gelenleri konuşmak istiyorlar, dayatılan toplumsal cinsiyet rollerine sığmıyorlar ve örgütlenmeye başlıyorlar.
Oyuncular yeterince örgütlü mü?
Tiyatro ve sinema gibi gösteri dünyasında oyuncuların bireysel bir iş yaptığı yanılgısı o kadar yaygın ki! Örgütlenmenin önünde ciddi bir engel oluşturuyor, halbuki hiç de bireysel bir iş yapmıyoruz. Örgütsüzlük, bir arada duramama, kadın alanını da boş bıraktırıyor. Ben eminim, desteklenilse, yarı uykuda olan yönetmenin, dramaturgun, sahne tasarımcısının, ışıkçının söyleyecek çok sözleri olacak.
Ancak bıçak kemiğe dayandığında ses çıkmaya başlıyor; kadın cinayetleri, çocuk istirmarı gibi… İnsanlar canları yandığı için biraraya gelip “Bir dakika” diyorlar.
Özel olarak kadın alanında ne yapılır; elbetteki bu bir devlet politikası olarak benimsenebilir. Her alanda pozitif ayrımcılık ve eşitlik ilkesi gözetilebilir. Ne yazık ki şimdiye kadar yapılan uygulamalarda bunun tam tersini gözlemliyoruz.
“Eril dil ve düşünde birbirini besler”
Nereden başlanması gerekiyor?
Her şeyden önce kadınların böyle bir farkındalığı edinebilmesi gerekiyor. Bu farkındalık için mesela önce dil taraması gerekiyor, dildeki eril söylemin okul öncesi kitaplardan başlayarak yok edilmesi gerekiyor; çünkü dil demek söyleme biçimi demek, düşündüğümüz biçimde konuşuyor, konuştuğumuz biçimde de düşünüyoruz, tavuk-yumurta gibi. Bu dil değişmedikçe, değişmesi gerekliliği farkedilmedikçe, böyle konuşmayı sürdürdükçe bizim düşünce yapımızda böyle kalacak. Bu çok kapsamlı bir iş.
Oyuncular Sendikasi cinsiyet ayrımına çözüm bulabilir mi?
Sendika cinsiyet ayrımı yapmaksızın; çünkü bizim LGBTİ üyelerimiz de var, buna çözüm arayabilir. Ama henüz emekleme çağındaki sendikamızın çalışma koşulları ile ilgili bir yaptırımı yok; yani iyi niyetli önerilerden başka sendikanın bu konuda yaptırım uygulayabilecek bir gücü yok . Sadece farkındalık yaratmak için bunu dile getirebilir, görünür olmasında, bu alanı ilgilendiren kamuoyunda farkındalık yaratılması için bir gayret sarf edebilir ama sendikanın da gerçekten o kadar temel, başat sorunlarla uğraşması gerekiyor ki, her şeyden önce oyuncuların çalışma koşulları o kadar kötü vaziyette ki, sendikanın onlarla uğraşmaktan başka bir şeye nefesi kalmıyor.
Bir de devlet bundan epey bir zaman önce, sendikaların sendikal kimliklerini elinden alacak birçok uygulama yaptı. Örneğin insanları sadece E-devlet üzerinden üye yapmaya zorluyor yani işçi olmayan hiç kimse (bağlı çalışan 4A statüsünde çalışan) sendikalı olamıyor. Biz hala işverenlerimize oyuncuların bağlı çalışan olduğunu anlatmaya uğraşıyoruz! Bu kadar başat şeylerle de uğraşmak zorunda kalınınca, kadın konusu ile ilgili ayrı bir komisyon kurulmasına soluğumuz yetmiyor!
Oyunculuk hayatınızda kadın olmaktan kaynaklı sorun yaşadınız mı?
Hep oynamak istediğim rolleri oynadım. Hiçbir kurumda uzun süre kalmadım ama başka sebeplerden dolayı. Kendi projelerimi kendim ürettim dolayısıyla kadın olduğum için bir şey yapamamakla ilgili bir sıkıntı yaşamadım. Ama bu benim sadece çok şanslı olduğumu gösterir.
Nedeni sadece şans mıydı?
Ben karnımı doyurmak için tiyatro, dizi yapmak zorunda değildim, bu çok önemli bir şey. Yani benim kafama uymayan bir şey olduğunda şapkamı alıp gidebildim. Başka alanlardan para kazanabildiğim ve ailem bana destek olduğu için rahattım. Hatta başka alanlardan da her zaman hayatınızı devam ettirecek kadar para kazanamayabiliyorsunuz, ailemin desteği olmasa gönlümün razı gelmediği projelere mahkum olabilirdim. Birçok oyuncunun tam da bu nedenle istemediği bir çok projede yer aldığını biliyorum. Ben kendi istediklerimi yapabilme konusunda direnebildim. Hatta kendi istediklerimi yapabildim. Brecht'in dediği gibi ne yazık ki: “Önce ekmek, sonra ahlak”.
Kadınlar ne tür sorun ve engellerle karşılaşıyorlar?
Sendikanın yaptığı bir alan çalışması var. Bu çalışma 49 (21 kadın 28 erkek) kadın – erkek üye ile görüşmelerle yapıldı. 49 üyeden 22’si cinsiyet nedeniyle meslekte ayrımcılık yaşamış. Bu insanların ortak görüşleri, “Kadınlar daha çok ayrımcılığa maruz kalıyor”, “Kadınsan, eşcinselsen dikkat çekici hareketlere maruz kalıyorsun. Ya rahatsız etme ya da bundan faydalanma söz konusu olabiliyor”, “Genelde erkek egemen işler yapılıyor” şeklinde. Mesela yine katılımcılardan 11 kadın, göğüs bedenleri ile ilgili deneyimlerini şöyle aktarıyorlar; “Seni bu şekilde çalıştıramayız, ancak silikon yaptırırsan”, “Dişiliğin dozunu gösteren bir ölçü olarak kabul ediliyor”.
Ayrıca 9 kişi mesleki eğitime hazırlanırken, “Fortçuluğa maruz kaldım”, “Kursun müdürü tarafından cinsel tacize uğradım” diyor ve bunun sonucu maddi zarara uğradıklarını beyan ediyorlar.
Cinsiyet ayrımcılığına maruz kalanlara hiç tanıklık ettiniz mi?
Kadınların eğitimden başlayarak, her alanda her an mağdur duruma düşürülebilme durumları var. Bedenlerine istenilmeden dokunulmasından, sadece fiziksel özellikleriyle anılmalarına kadar… Profesyonel hayatta bu eril anlayışın güzellik kavramını da belirlediğini ve nice gencecik insanı estetik cerrahlara yönlendirdiğini veya spor salonlarında protein yüklemelerine maruz bıraktığını görüyoruz. Tabii daha sonra profesyonel hayata geçince karşılaşılan olaylar var. Yani mesleğe daha adım atmadan piyasa ölçüleri sizi sıkıştırmaya başlıyor, bir de işin içine girdikten sonra yaşanan duygusal, fiziksel baskı, taciz olayları var.
Mesela...
Bizim işimiz bedenimizle, sesimizle. Enstrümanımız içimizde, bedenimizde, kaplumbağa gibiyiz. Dolayısıyla oyunculuk veya dans hatta müzik eğitimlerinde eğitmenlerin bedeni kontrol edebilmek, öğrenciyi olası yanlışlardan koruyabilmek için öğrencisine dokunması sıradan bir hadisedir . Özellikle eski kuşaktan gelenlerin nefes, beden, oyunculuk çalışmaları yapılırken istismara, duygusal şiddete uğradıklarına dair çok hikaye dinledim. Seslendirme, sahne, tiyatro, sinema gibi her alanda fiziksel, cinsel, duygusal istismar ve baskının çok yoğun yaşandığını biliyorum. Bir rol oynamak istediğinizde bunun ‘belli koşullarla’ gerçekleşebileceği sezdiriliyor. Yani düşünsenize, "Rejisörün yatağından geçmeden şu rol oynanmaz" diye bir laf var ve bunun zaman zaman ne kadar doğru olabileceğini maalesef biliyoruz.
Kadınlar bunları yaşadığında hukuki girişimde bulunurken yalnız mı kalıyorlar?
Ben bu zamana kadar hukuka başvurmuş kimseyi pek hatırlamıyorum ne yazık ki. Sosyal medyaya yansıyanlar oldu ama ne kadarı yasal bir süreç başlattı ve neticelendirebildi bilemiyorum.
Neden?
Çünkü bence buradaki en vahim durum bunun normalleştirilmiş olması.
Bunları yaşayanlar mı normalleştiriyor? Yoksa adalet sistemi gerekeni yapmadığı için olaylar adalet sistemine taşınmıyor mu?
Bu yine tavuk- yumurta olayına dönüyor; ama bu toplumda en küçüğünden en büyüğüne kadar hepsinde bu şiddet normalize ediliyor. Eskiden öğretmenlere "Eti senin kemiği benim", "Öğretmenin vurduğu yerde gül biter" denilen bir anlayışla başlayan yapılanma, başka yapılarda da normal algılanıyor. Bizim sektörde de, "Aa bu böyle bir sektör şikayet edilmez" deniliyor. İnsanlar buna itiraz etme hakları olduğunu çok sonra farkediyorlar. Sanki mesleğin doğasında varmış gibi bir algı ...
Tacizi şikayet etmek, mobinge ve işsizliğe sebep
Kadınlar şiddete karşı dava açıyor, çocuk istismarı konuşuluyor, oyuncuların da istismarlara karşı harekete geçmesi gerekmez mi? Üstelik oyuncular genellikle eğitimli ve bilgiye daha kolay ulaşabilir durumda.
Hollywood’daki sektör ve kurumlaşma bizimle kıyaslandığında 100 yıl ileride diyebiliriz ve orada daha yeni konuşuluyor çünkü artık toplumdan olumlu karşılık geleceğini biliyorlar, "Ya olur canım böyle şeyler, siz de ne tantana ediyorsunuz?” demiyor artık kimse. Canları yanan birileri artık bangır bangır söylüyorlar. Türkiye’de yaşadığı olayı ifade etmeye ya da mahkemeye taşımaya kalkıştığında, mobing uygulanan ve işsiz bırakılmakla gözü korkutulan pek çok insan var.
Toplumdan da destek alamıyorlar...
Tabii toplumdan da destek bulacağından emin olamadığı için sineye çekme olayı çok yüksek.
Bir kadın oyuncunun mağduriyetini adalete taşıması daha mı zor ?
Evet çünkü işsiz bırakılma, yok edilme, lince uğrayabilme ihtimali zaten insanı soluksuz, nefessiz bırakıyor. Bunların hepsine karşı direnip, “Bir dakika” deyip, o savaşa başlarken iş hayatına da “Buraya kadar” diyebilmek çok kolay birşey değil.
“Bir dakika” demeye nasıl başlanacak?
Hak, hukuk, adaleti iyi bilmek çok önemli bir şey. Bildiğiniz zaman eksiklikleri farkediyorsunuz, o farkındalık olduğu zaman da mücadelesine başlıyorsunuz. Yoksa her şeye, “Aa ne şahane” derseniz, oradaki eksikliği görmezseniz, böyle bir içgörü, farkındalık geliştirmezseniz, “Zaten böyle gelmiş, böyle gidecek” gibi bir algıyla yaşarsanız, oradaki eksikliği farketmek mümkün olmaz. Önce bu farkındalığa sahip olmak gerekiyor diye düşünüyorum.
Yeniden sendika yönetiminde olmayı düşünüyor musunuz?
Zaten yeni devrettik; ama sürekli takip ediyorum. Sendika çok yeni; ama güçlendiğinde bu sektörün de güçleneceğine, sorunlara daha kolay çözüm bulunacağına inanıyorum.
Sendikada kadın komisyonu ya da çalışması düşünülüyor mu?
Yok ama sendikanın ilk günden beri hedefi kadına pozitif ayrımcılık uygulamak. Yönetimde kadın ağırlığı var. Kadın üye daha fazla. Biz devrederken de başkanın kadın olması konusunda çok ısrarcı olduk. Kadına pozitif ayrımcılık konusunda topyekün uğraşıyoruz, o da Mehmet Ali Alabora’nın tüzüğe tavsiye mahiyetinde koydurduğu kadın kotası sayesinde sağlandı.
Konuşmalarınızdan kadın-erkek ayırmamaya çalıştığınızı, sorunların daha çok kapitalizm hatta emperyalizmle mücadele etmekle çözüleceği mesajı algılıyorum…
Çok doğru algılıyorsunuz ama bu kadar büyük bir hedef koyarsak başlamadan kaybedeceğimiz bir şey olabilir. Eşit, insani, sosyal bir devlette yaşamanın koşullarının en küçük birimle aile, apartman, mahalle gibi örgütlenmelerle olması gerektiğine, değişimin buralardan başlayacağına inanıyorum.
Ben kendi okulumuzda ‘sınırlarımızla’ ilgili bir klinik psikolog uzmanın konuşma yapması ihtiyacı duydum. Yüksek bir öğrenci profilimiz var ama onların bile, “Bir dakika sen bana bu biçimde dokunamazsın” deme hakkının pek de farkında olmadıklarını gözlemledim. Çünkü doğu toplumuyuz, adetlerimizde çocuklara dokunmak, öpmek, sarılmak, cinsel organlarını mıncıklamak çok normal karşılanıyor, ne anne-babadan ne de çocuktan izin alınıyor. Çocuklukta bunun yapılmasının doğal olduğu algısı yaratılıyor. Bu çocuklar büyüdüğünde, okulda, iş hayatında, tiyatro ya da sinema oyunculuğunda kendisine dokunulması için izin alınması gerektiğini düşünemiyorlar, kişisel alanlarına bodoslama dalınamıyacağına dair bir öngörü geliştirmemiş oluyorlar, karşısındaki kişiye nerede, “Dur, rahatsız oluyorum, yapamazsın” demesi gerektiğini bilemez yetişkinler oluyor. Kişisel sınır belirleme refleksimiz gelişmemiş oluyor. Rahatsız olsa bile, “Kabahat bende herhalde, bir şey söylememeliyim, kimse itiraz etmiyor” diye düşünüyor. Bu büyük bir kuyu, korkunç bir karanlık orası.
Kadınlara mesajınız var mı?
İlginç olan hem en geleneği kuvvetle bir nesilden öbürüne aktaran hem de değişimi başlatan kadınlar oluyor. Onun için kadınlar çok önemliler ve çok çalışkanlar; bir şeyi değiştirmek, dönüştürmek, iyileştirmek, önünü açmak için kız kardeşlerime çok güveniyorum. (LA/ÇT)
Yarın bianet'te: Selen Korad Birkiye: Konservatuvar Okuyan Kadın Çok Ama İş Yok