Her yıl katıldığım 8 Mart yürüyüşlerinde hem çok mutlu oluyorum, - sınırsız, korkusuz, güçlü, güler yüzlü, coşkulu, kıpır kıpır, hatta içimde hava kabarcıkları hissi- hem de içimi buran bir eksiklik hissi yaşıyordum.
Bu his geçen yılki yürüyüşte erbane çalmaya çalışmakla hafiflese de elimi taşın altına daha sağlam koyma hissini de artırdı. “Ne yapabilirim” sorusunun cevabını bilsem de harekete geçmem için maddi - manevi koşullar nedeniyle beklemem gerekiyordu. Beklerken kadına dair ne varsa okumaya çalışıyordum. Bir gün Yale Üniversitesi’nden Prof. Timothy D. Snyder’in faşizm geliyorsa nasıl yaşanması gerektiğine dair öğütlerinden henüz ikincisi olan: “Elde kalan kurumları savun. Savunulacak kurum bir gazete, bir okul, bir üniversite, bir sivil toplum örgütü, bir dergi, bir sanat kurumu, bir dernek olabilir. O kurumlarda etkin olmaya çalış, hiç olmazsa varlığını hissettir” satırlarını okuduğumda, “İşte zamanı geldi” dedim. En iyi bildiğim konular olan kadın olmak, gazetecilik ve tiyatro üzerine yazılar yazabileceğimi düşündüm ve kolları sıvadım.
“Sahne tozu yutmak” deyimi sanırım gerçekten doğru. Amatörce olsa bile bir kere çıktınız mı o sahneye, takip eden yıllarda yapamasanız da içinizi coşturuyor izlerken bile. Ama bu işi profesyonelce yapmak için yıllarca okuyan, emek veren kadınların hak ettikleri gibi yapamaması hepten vahim bir durum. Bu yapamayanlar topyekün kadın-erkek- LGBTİ+ olsa konuyu sisteme havale edebilirdik ama pek de öyle değil. Selen Korad Birkiye'nin verilerine göre, günümüz Devlet Tiyatroları ve bazı tiyatro okullarındaki öğrencilerin yüzde 53’ünün erkek, yüzde 47’sinin kadınlardan oluştuğunu, yani neredeyse yarı yarıya olduğunu gösteriyor. Ancak bu durum, mesleğe girip, profesyonel hayata atılıp, etkin olmaya ve para kazanmaya gelince kadının sayısı bariz bir şekilde düşüyor. Aşağıda detaylı verileri görebilirsiniz. Kadın oranı sadece, pasif ve arka plandaki iş alanlarında artıyor. Mesela, “evden de yapılabilecek” çevirmenlik, oyunun çıtasını her alanda baştan sona en iyi seviyeye taşıyabilecek ancak Türkiye'de kendilerine yer verilmeyen hatta itibarsızlaştırılan dramaturgluk, yıllardır yüzde 90'ın üzerinde olan kadın oranıyla kostüm tasarım ve suflörlük gibi... Gördüğünüz gibi erkeklerde nispeten sorun yokken kadınlar ve LGBTİ+’lar yapamayınca ister istemez nedenine ilişkin sorular oluşuyor insanın kafasında.
Cevaplarınızı duyar gibi oluyorum. "Canım sen de, bu ülkede sadece 2017’de 290 kadın öldürülürken tiyatroda kadının sayısını ve etkisini mi sorguluyorsun?" diyorsunuz ama bu ülke iktidarından kimler geldi kimler geçti, kadının durumu üç aşağı beş yukarı pek de değişmedi. Mesela, bu ülkede cumhuriyetin ilk yıllarından bu yana kaç kadın oyuncu aklınızda, oyun yazarı, yönetmen? Afife Jale. Başka, yok. Adının korunabileceği binalar bile korunamamış. Yani Kadıköy'deki Rexx Sineması. Oysa o dönem Afife Jale, Muhsin Ertuğrul'dan daha çok bilinen ve daha çok para kazanan bir tiyatro insanı.
Kadının adının nasıl yok edildiğine kendi hayatımdan da minicik bir örnek vermek istiyorum. Şu an Türkiye'nin birçok il ve ilçesinde devam eden, ücretsiz bir film festivalini yıllar önce Londra'da hayata geçirmeye başladık. Bazı dernekler çok yardımcı olsa da işin ana kadrosunda üçü kadın biri erkek, toplam dört kişiydik. İşin duyurulması kısmında, radyo programına o erkek çağrıldı ve program sunucusu bu festivali sadece bir kişi yapıyor gibi yansıttı. Hatta bunu sosyal medya araçlarında da aynı şekilde yansıtınca biz üç kadına da söz hakkı doğdu. Bu festivali temelde yapanın kimler olduğunu söylememize rağmen “kadın” radyocu bize “Mutfakta kimin olduğu değil, vitrinde kimin olduğu önemli” gibisinden cevaplar yazdı ve ortalık gerildi. Bunu yazan radyo programcısı bir kadın, kadının yazdıklarını sonuna kadar savunan o bir erkek de; devrimci, tiyatro ve müzik yapan entellektüeldi. Ama biz üç kadın ve sonrasında eklenen kadınlarla yılmadık ve o festivali erk olanlar ve erk kafalılara rağmen sürdürdük.
Şimdi bazı kesimler, "Türkiye topraklarında yetişmiş herkesi yerle bir ettin" diyebilir. Bu durum elbette ki bu topraklara has değil, dünyanın tamamında var; ama farklı ülkelerde farklı boyutlarda.
Oyun yazarı İskoçyalı Zinnie Harris, DOT'un ev sahipliğindeki “Tiyatroya Kadın Kahramanlar Yazmak” panelinde Britanya'da kadın yazarların karşılaştığı sorunlardan birini şöyle aktardı: "İskoçya’da üniversitede (Edinburgh, University of St Andrews) oyun yazarlığı eğitimi veriyorum... Endüstriye kadın yazarlar yetiştiriliyor ama onu sürdüremiyorlar çoğu zaman... Potansiyel ve yetenek sahibi çok sayıda kadın var ama onların kariyerleri hiçbir zaman erkekler gibi uçuşa geçmiyor... Aslında bir oyun yazarı kadın oyunu sahnelediğinde ona bir otorite de atfedilmiş oluyor. Bir kadının sesini yükseltmesi demek, kendi kimliğini ortaya koyması da demek. O kadınların sesini yükseltmesi çok alışık olunmadığı için, insanlar tarafından sanki vahşilermiş gibi algılanıyor. Sadece seyircilerden bahsetmiyorum. Eleştirmenler de benzer şeyler yapıyorlar. İlk oyun yazıldığında kadınlara verilen tepki şu da olabiliyor, ‘Ne cüretle böyle bir oyun yazabilir? Ne yapmaya çalışıyor bu kadın? Ipsen’in yerine mi geçmeye çalışıyor? Kendisini Ipsen mi zannediyor?’ Erkek oyun yazarlar böyle durumlarla karşılaşmıyor; rahatlıkla ilk oyunlarını yazabiliyor ya da çok cesur oyunlar yazabiliyorlar. Kadınlar yaptıklarında çok tuhaf karşılanıyor, sanki yapamazlarmış gibi. Ben iyi bir oyun yazdığımda erkek meslektaşlarım kadar övülmüyorum ama çok da iyi bir oyun yazmadığımda yerden yere vuruluyorum. Ama erkek meslektaşlarım yerden yere vurulacakları bir oyun yazdıkları zaman bir şekilde onlar yırtabiliyorlar... Kadın bir de evrensel bir şey yazmışsa ‘Nasıl olur da bir kadın evrensel bir şeye hakim olur ve onun hakkında konuşur’ tepkisi doğuruyor. Bu, insanları biraz rahatsız ve sinir eden bir şey. "
Gördüğünüz gibi kadının toplum içindeki durumu dünyanın her yerinde benzer olduğu gibi -Türkiye'de şu an kazanılmış haklar da kaybediliyor, o ayrı bir konu- tiyatrodaki durumu da bundan pek farklı değil. Ekolojik sistem gibi. Sanatın kendisi de öyle. Hem toplumdan besleniyor hem toplumu besliyor. Ya da toplumdan beslenemediği için kendisini de besleyemiyor ya da tam tersi. Ağaç ve yağmur gibi. Ağaçları kesersen, ormanları yok edersen ya yağmur yağmaz ya da yağarsa dolu yağar, sel olur. Yalnız kadınlar bir gün yağarsa dolu da değil taş olup yağabilir başınıza. Kadının toplumdaki yeri, sahnedeki yeri, oyunların seyircinin zihninde oluşturdukları, seyircinin zihnindekileri eve taşıması, o evlerden çıkan metin yazarı, yönetmen derken bozuk zincir devam eder gider. Tersten okuduğunuzda da sonuç hiç değişmez.
Yani öteden beri ve şu anda toplumda genel olarak 2. sınıf vatandaş muamelesi gören kadının durumu; ama tabii gelir durumu, eğitim, ailenin eğitimli olup olmaması, burjuva sınıfı, işçi sınıfı gibi kriterler de baz alındığında 2. sınıf vatandaşlık, 3. sınıfa, 3.5’tan 4’e, bazen insan yerine konmama haline kadar gerileyebiliyor. Tiyatro dünyasında da durum aynı. Sahnede şık ve estetik olduğu için sayısı erkeğe yakın “tutulan” kadın oyuncu, ev işlerinden vakit bulamadığı için daha az oyun yazan kadın oyun yazarı, erk işi olduğu için yönetmenliğe “elinin hamuru” ile karışmaması için o alana hepten sokulmamaya çalışılan kadın yönetmen, olması gereken yerde olamıyor. Düşünsenize, yönetmenlik koltuğuna bir kadın oturacak, bir de ekipteki erkeklere “bile” emir kipiyle konuşacak “haşa”. Zaten entellektüel erk dünyası tam da “Haşa ben yapmam” diyerek görünmez, somut örneklerle anlatılması zor olan cam tavan gibi cam engeller koymuyor mu kadının önüne? Bunların içinden cam tavan ya da duvarlara çarpa çarpa yara bere alarak, hatta mücadele ederken kadınlığını unutacak kadar zırhlarla kalıcı hasarlar alan bazı kadınlar o suni ekolojik döngüyü bozuyorlar. Örnekler var, okuyacaksınız ama yetmiyor; daha fazlası lazım.
Ben de bu suni döngüye çomak sokmak için, “denizde bir kum tanesi olabilme” umuduyla Kültür Bakanlığı ve Devlet Tiyatroları Genel Müdürü'nden röportaj talep ettim ve konunun “önümüzdeki yıl kültür sanat faaliyetlerinin toplumsal cinsiyete ayrılması” üzerine olacağını belirttim.
Hem sizi hem de röportaj talep ettiğim kurumları ikna edebilmek için biraz da veriler elde ettim. DT'nin bu sezon yani, Ekim 2017-Mart 2018 aralığında Türkiye genelinde oynanan 142 oyunda görev dağılımı şöyle:
- Oyun yazarı: 125 erkek, 16 kadın
- Yönetmen ve rejisör: 106 erkek, 31 kadın
- Çeviren: 34 erkek, 40 kadın
- Oyunlaştıran: 4 erkek, 1 kadın
- Uyarlayan: 1 erkek
- Dramaturg: 7 erkek, 12 kadın (*)
Şehir Tiyatrosu’nun açıklanan ilk programında ise 29 oyunun sadece üçü kadın yazarlara, üçü de kadın yönetmenlere ait.
Sahne, perde, ekran, mikrofon Oyuncuları Sendikası'nın 2016'da üyeleri arasında sektörel sorunları ve beklentileri saptayabilmek amacıyla 17-70 yaş aralığından 21 kadın-28 erkek, toplam 49 temsili üye ile derinlemesine görüşmeler aracılığıyla gerçekleştirilmiş olan bağımsız akademik araştırmada meslekte maruz kalınan taciz ve şiddet olaylarının yaygın olduğu söylenebilir.
Meslekte ayrımcılık, taciz, tehdit, şiddet ve sansür başlığı altında sorulmuş sorularda katılımcıların çoğunluğu bu deneyimlere maruz kaldığını, "sette yönetmen, yapımcı ve birçoklarının fiziksel tacizine" uğradığını, "parasını alamamak" gibi maddi zarara uğratıldığını, psikolojik baskıya maruz kaldığını söylemişler. Fiziksel görünümleri sebebiyle iş kaybına uğramış veya cinsel kimlikleri sebebiyle aşağılanmaya varan pek çok ayrımcılığa uğramış üyelerin çokluğu dikkat çekici.
Bu yazı dizisinde oyuncu Tilbe Saran'ın örgütlülüğe vurgusu ve kızkardeşlerine güvenini, dramaturg Doç. Dr. Selen Korad Birkiye'nin dünya ve Türkiye tiyatrosunda geçmişten günümüze tiyatroda cinsiyet eşitsizliği tespitlerini, 100'den fazla oyun yöneten Mehmet Ergen'in İngiltere ve Türkiye tiyatrosu cinsiyet eşitsizliği karşılaştırmasını, tiyatronun her alanına emek ve hayat vermiş Prof. Dr. Nurhan Tekerek'ten tiyatroda kadın olmanın mücadele demek olduğunu, oyuncu ve yönetmen Murat Daltaban'dan cinsiyet eşitliği için hemcinslerinin neler yapmaları gerektiğini, ailesi karşı çıkmasına rağmen üçüncü üniversitesinde tiyatro okumaya başlayan DT oyuncusu ve yönetmen Dilek Güven 'den Almanya ve Türkiye tiyatrosunda kadın karşılaştırması ve kadın 'isterse yapar' mesajlarını okuyacaksınız. (LA/ÇT)
(*) Dramaturg sayıları Selen Korad Birkiye tarafından aktarılmıştır.