"Başörtüsünü 14 yaşımda başlayıp 34 yaşıma kadar kullandım. 20 yıllık bir süreç göz önüne alınırsa zor oldu elbette. Ama boşanmaya karar verme sürecim, artık inançsız bir kadın olduğumu aileye ve topluma ilan etme sürecim hepsi aynı anda oldu. Böyle olunca da başörtümü çıkarma kararım bunların yanında devede kulak gibi kaldı. Onların deyimiyle 'terörist' olmam, devlet karşıtı bir kadın olmam asıl tepki çekti.”
İmam Hatip’te okumuş, Kuran kursu hocalığı yapmış bir 28 Şubat aktivistinin, 20 yıl kullandığı başörtüsünden, yıllarca inandığı birçok şeyden vazgeçişinin ve inançsızlığını aile, çevre ve topluma deklare edişinin hikayesi…
Bu söyleşi ile bir kadın bizimle, yaşamını nasıl “Bir inşaat ustası gibi yeniden inşa ettiğini” paylaşacak.
Başörtüsü kullanmaya nasıl karar verdin?
Ailemde baba tarafım muhafazakar, milli görüşçüydü. Bulunduğumuz apartman bir aile apartmanıydı. Kuzenlerim İmam Hatip’te okuyordu. Hemen hemen tüm vaktim kuzenlerimle geçiyordu ve oynadığımız oyunlar bile İslami unsurlar içeriyordu. Daha başka bir aile ortamında olsaydım, örneğin sol görüşlü bir aile yapım olsaydı sol öğretilerle birlikte o yöne evrilecektim belki de.
İnanç konusunda yoğun bir alt yapım yoktu ve “Dini anlamda ilk önce yapabileceğim ne var?” deyip başımı kapatmaya karar verdim. O zaman ortaokul son sınıftaydım. Ailem henüz yaşımın küçük olduğunu söyleyerek başörtüsü takmama karşı çıktı, ben direttim.
O dönem gittiğim ortaokulda başörtüsü kullanan çok fazla kişi yoktu. Arkadaşlarımın hiçbiri başörtüsü takmıyordu. Dolayısıyla bir dışlanma yaşadım ve birkaç ay sonra baktım ki okula devam edemiyorum, başımı açtım. Ama tabii içimde bir ukde olarak kaldı. Lise için de başımı rahatça örtebileceğim bir okul tercih etmek istedim ve kuzenlerim tarafından İmam Hatip tavsiye edildi. Ailem buna da karşı çıktı, kuzenimle gizlice gidip kayıt yaptırdım.
28 Şubat döneminde başörtüsü aktivistiydin, o süreç nasıldı?
Dini inancımı daha rahat yaşamak ve başörtüsü takabilmek için kaydolduğum İmam Hatip’te yasakçı bir zihniyetle karşılaştım. Kız ve erkekler ayrı yerlerde ders görüyor, etek boylarımıza, çoraplarımızın inceliğine, hatta başörtümüzü bağlama şeklimize bile karışılıyordu. Ben istedikleri kriterde başımı örtmüyordum, bu problem olmaya başlamıştı. Bir de inancın dışında farklı bir kimliğim vardı, dinlediğim müzikler başka ve aile yapım çok farklıydı.
Baba tarafımın dindar olması, anne tarafımın ise sol-sosyalist, Kürt-Alevi bir cenahtan geliyor olması nedeniyle iki taraftan da aldığım bir şeyler var. Dolayısıyla tam teslimiyetçi bir dindar görüntüsü sergilemiyordum.
Bir yandan metal müzik dinliyorsun, Aziz Nesin kitapları okuyorsun bir taraftan da dini eğitim veren bir okuldasın, haliyle bir çıkıntı gibi görülüyorsun. Uyarılar alıyorum, annem okula çağırılıyor, annem saçlar fönlü, makyajlı bir şekilde okula geliyor, bu kıyamet alameti gibi karşılanıyor falan.
O kadar yaşadığım probleme rağmen gayet iyi bir dereceyle bitirdim okulu. Lise bittikten sonra Sivas’ta Cumhuriyet Üniversitesi’ni kazandım, ailem İstanbul dışında okumamı istemediği için gitmedim. Bir sene boyunca tekrar üniversite sınavına hazırlandım. Bu süreçte devlet okullarında başörtüsü yasağı başlamıştı ama özel üniversitelerde henüz böyle bir problem yoktu. Bu yüzden tercihlerime İstanbul'da bir özel üniversitenin Siyaset Bilimini yazdım ve orayı kazandım. Daha sonra ben hazırlıktayken başörtüsü burada da problem olmaya başladı.
Ben de tepki olarak tek kişilik bir eylem yaptım. Saçılarımı kazıttım ve okulda başörtümü çıkarıp “Bu mudur görmek istediğiniz” diye bağırdım, güvenlikler müdahale etti, bazı arkadaşlar alkışlayarak tepki gösterdi. Sonra okulu bıraktım, başörtülü olarak devam edebileceğim bir okul yoktu ve inatla okula başörtüsü ile okuma mücadelesini verdim.
Daha idealist bakıyordum o zaman. Çünkü başörtüsü 14 yaşımdan beri, bir inanış biçimi olarak benim için yapmam gereken şeydi. Bu mücadeleyi aileye karşı, okulda istenmediğim ortamlara karşı verdim. İmam Hatip’teyken daha farklı örtündüğüm için mücadele verdim. Başörtüsü yasağı gelmesiyle, başörtüsü eylemlerine katıldım. Örgütlü değildim, bireysel olarak destek veriyordum. Diğer devlet okullarında eylem yapan arkadaşlara destek verdim. Tabii biz bu eylemleri yaparken, erkekler bu eylemlere alkış tutup derslere girmeye devam ediyordu.
Başörtünü çıkarma kararın nasıl gelişti?
Okulu bıraktıktan sonra, 98-99 yılları arasında bir şirkette halkla ilişkiler departmanında çalışmaya başladım. Bir yandan da üniversite hayalim devam ediyordu. Sınavlara giriyordum, dışarıdan okurum diye. Daha sonra bir evliliğim oldu. O dönem tamamen kendi inancıma uygun, milliyetçi, muhafazakar, devletçi biriyle evlendim. İç dünyamdaki dönüşümüm de tamamen bu evlilik içerisinde gelişti.
Kızımla oğlum dünyaya geldi. Eşimin işi dolayısıyla Türkiye’nin doğusunda bir yere yerleştik. Orada ilk etapta ideolojik bir dönüşüm yaşadım. Kürt ve Alevi kesimin yoğunlukta olduğu bir yerde, onlarla iç içe bir yaşam başladı benim için.
Devlet için çalışan bir adamla evlisin ve devletin kafasında “devlet düşmanı” olan insanlarla komşuluk ediyorsun. Bu doğrultuda iki tarafı da inceleyebileceğim bir alan oluştu benim için. Çocuğu dağa çıkmış veya çocuğunu kaybetmiş, çocuğunun kemiklerini arayan annelerle komşuluk yapmaya başladım. O kadınların anlattığı gerçek, samimi şeylere şahit olmaya başlayınca ilk etapta orada dönüşümüm başladı. O coğrafyaya dair pek fazla bilgim yoktu. 1990’larda yakılan köyler, beyaz Toros’larla götürülen insanların hikayeleriyle karşılaştım. Yani batıda yaşayınca anaakım sana ne veriyorsa veya ailen nasıl yaşıyorsa o doğrultuda bir yaşam sürdürüyorsun. Ama içine girince işin boyutu değişiyor.
Kuran okumayı bilen, bu doğrultuda eğitim almış biri olarak önce ritüellerden sıyrılarak daha çok İslam’ın sosyal boyutunu öne çıkarabilecek okumalar yapmaya başladım. Ali Şeriati okuyordum. Haliyle bu bir anda olan bir şey değil, bir anda başörtümü çıkaracağım demedim. Üç veya dört yıllık bir süreçten bahsediyorum.
Fakat yaptığım okumalarla, o uhrevi dünyadan sıyrılıp, daha reformist, mantık çerçevesinde, reel ve somut olarak ulaşabileceğim şeyler doğrultusunda inanç biçimim değişti. Sonra, bunu akıtabileceğim bir mecra arayışına girdim.
Bulunduğumuz yerden taşındık, bu sırada benim okumalarım devam ediyordu. Çalışmıyordum, çocuklarla ilgileniyordum. Fakat çevredeki diğer ailelerle görüşemiyordum, kadın oturmaları gibi aktiviteler yapamıyordum. Çünkü onların anlattıkları bana çok saçma ve havada kalan şeylermiş gibi geliyordu. Benim donanımım ve konuşmak istediğim şeyler başkaydı, dolayısıyla da farklı bir kadın profili çiziyordum.
İnternet üzerinden kendi düşünce dünyama özdeş kişiler aramaya başladım. Benim formumda ilahiyatçıları aradığımda karşıma İhsan Eliaçık çıktı. Eliaçık’ın kitaplarını okumaya, videolarını izlemeye başladım. Eliaçık’ı dinledikçe “Aradığım İslam bu” diyerek kendisiyle tanışmak istedim.
O ara İnşa Yayınevi yeni yapılanma dönemindeydi. Antikapitalist Müslümanlar oluşumu henüz yoktu ama orada muhalif Müslümanlarla tanıştım. O çevreyle konuşmaya başladığımda beni anlayan insanların olduğunu, fikirlerimin yerini bulan bir platform olduğunu gördüm. Kafamda hiç böyle bir düşünce yokken kendimi bir anda örgütlü bir mücadelenin içinde buldum.
Gezi sürecinde de yer aldın. Gezi ile bu dönüşümün arasında bir kesişme noktası var mı?
Gezi Direnişi sürecinde İstanbul’a yakın sayılabilecek bir kentte yaşıyordum. Gündüz İstanbul’a gelip Gezi’ye katılıyordum, akşam çocukları okuldan alma saatine yakın, gaz ve dayak yemiş bir halde yaşadığım kente dönüp çocuklarımı okuldan alıyordum, onların ihtiyaçlarıyla ilgileniyordum.
Gezi benim için aslında meydanlara çıkışımı kolaylaştıran bir süreç oldu. Yani düdüklü tencerenin gazını almazsan patlar, bu şekilde bir süreç yaşadım ben. Çünkü konuşarak, bağırarak karşı durduğun bir yapı var. Sen de siyasal İslam’ın içinden gelmişsin ve bunun en ince ayrıntısına, damarlarına kadar hakimsin. Dolayısıyla karşı çıktığın şey aslında siyasal İslam ve bu tüm Türkiye’ye despotça hakim olan bir yapı.
Haliyle önceden içerden bir muhalifken, Gezi ile birlikte bir anda devletle, iktidarla mücadele eden bir muhalife dönüştüm. Yani dine karşı farklı bir din anlayışı edinerek başladığım yol beni, bu dini tekeline almış olan iktidara karşı olmaya sürükledi.
Bir kadın olarak evde, erke karşı verdiğim bir muhalefet söz konusu, aileye karşı, babaya karşı verdiğim bir muhalefet söz konusu, tanrı kavramına ve onun dayattıklarına, onun öğretilerine karşı bir duruş var, bir de tanrının öğretileriyle bunu diline pelesenk etmiş bir iktidar var. Bu durum, o iktidara da muhalefet etme gerekliliğini doğurdu.
Beni bu noktada görünür kılansa Gezi Direnişi oldu.
Açılma sürecin nasıl gerçekleşti?
Gezi Direnişine katılan birçok yapı devlet tarafından terörist ilan edildi. Biz de terörist yaftası yemiş oluyoruz otomatikman.
Evli olduğum insanın devlet memuru olması dolayısıyla yaptığım her şeyi gizli ve saklı tutmak durumunda kaldım. Kendimi saklayarak yaşadığım bir taraf vardı, bir de bütünüyle görünür olduğum bir taraf vardı, bu da alanlardı.
Bir terör örgütü üyesiymiş gibi görünür olduğum şey, evliliğimde de bir kırılma noktasını beraberinde getirdi. Eşim “terörist” olarak yaftalandığımı ve fişlendiğimi öğrendiğinde boşanma sürecine girdik.
Yıllarca bunun mücadelesini vermiştim, boşanmayı istemiştim ama toplumsal baskılardan, çocukların olmasından kaynaklı bir türlü boşanmaya ikna edememiştim eşimi.
Benim için asıl kırılma anı bununla beraber başladı. Bu süreç içerisinde de devlete karşı olduğum safta da din üzerinden, ayetler üzerinden bir muhalefet söz konusuyken artık o inanmadığım ayetleri yaşamama gerek kalmadığını düşündüm ve “Bu kırılma olmuşken sırasıdır” diyerek başörtümü çıkarma kararı aldım.
Aldığın tepkiler nasıldı?
Başörtüsünü 14 yaşımda başlayıp 34 yaşıma kadar kullandım. 20 yıllık bir süreç göz önüne alınırsa zor oldu elbette. Ama boşanmaya karar verme sürecim, artık inançsız bir kadın olduğumu aileye ve topluma ilan etme sürecim hepsi aynı anda oldu. Böyle olunca da başörtümü çıkarma kararım bunların yanında devede kulak gibi kaldı.
Yani insanlar öyle bir dönüşüme şahit oldu ki, “Bu süreçte bunu da yapması normal” şeklinde karşıladılar. Ona çok fazla takılmadılar. Karşılarında Allah’a inanan, Kuran kursu hocalığı yapmış inançlı bir kadın varken, birden bire sol-sosyalist söylemler içerisinde olan ve inançsızlığını deklare eden bir kadınla karşı karşıya kaldılar.
Elbette ki benim başımı açmam çok büyük tepkiyle karşılanmadı. Onların deyimiyle “terörist” olmam, devlet karşıtı bir kadın olmam asıl tepki çekti.
Gezi direnişinde başörtülü bir aktivist olman nedeniyle o dönem mahallenden özellikle sosyal medyada aldığın tepkiler nasıldı?
Gezi’ye katılan grupların içerisinde başörtülü kadınların varlığı nefes aldıran bir şeydi. O çevrede hiçbir zaman olumsuz bir tepkiyle karşılaşmadım. Daha kucaklayıcı yaklaştılar.
Öte yandan iktidar destekçilerinden, muhafazakâr-İslamcı cepheden bir takım tehditler, hakaretler aldım. Ölümle tehdit edenler, “bavulunu topla bu ülkeyi terk et”, “topuğuna sıkacağız” diyenler oldu. Bunun yanı sıra sahte bir hesaptan paylaşım yaptığımı iddia edenler vardı.
Elbette gerçek biri olmadığımı, Gezi Direnişinde bulunup bu minvalde paylaşımlar yapıyor olmamın bilinçli veya stratejik olduğunu düşünenler vardı.
Başörtünü çıkarmanın diğer dönüşümünün yanında devede kulak olduğunu söyledin. Genel olarak dönüşümüne gelen tepkiler nasıldı?
Evlatlıktan reddedildim, uzunca bir dönem ailemle küs kaldık. “Okuya okuya delirdi” dediler. Babamın ilk tepkisi “Tekrardan Kelime-i Şahadet getir kızım, bu sen değilsin” oldu.
O ilk şok etkisini atlattıktan sonraki süreçte de konuşarak, anlatarak, kendimi doğru kelimelerle ifade ederek aramızdaki durumu biraz daha yumuşattım.
Artık saygı duyuyorlar, anlayış gösteriyorlar. Onlar benim gibi düşünmüyor, ben de onlar gibi düşünmüyorum. Bunları konuşmuyoruz, konuşmadığımız zamanda iletişimimizde bir problem yaşamıyoruz. Böyle yeni bir dil geliştirdik aramızda.
Bu süreçte seni en çok zorlayan ne oldu?
Geçirdiğim sürece baktığımda beni en çok zorlayan, boşandığım evrede “Terörist, ateist, iktidar düşmanı bir kadın çocuk bakamaz, çocuk yetiştiremez” düşüncesiyle velayeti karşı tarafa vermeleri oldu.
Böyle bir süreçle karşı karşıya kalıyorsun ve 10 yaşındaki çocuğuna da terörist bir anne olduğun empoze ediliyor. Çocuğun da anlamlandıramıyor çocuk aklıyla ve haliyle senden kopmaya, uzaklaşmaya başlıyor.
O süreçte herkese kendini anlatmak zorunda kalıyorsun. Çocuğuna her şeyi anlatamıyorsun bu nedenle, yaşı gereği anlayabileceği düzeyde şeyler değil çünkü.
Dolayısıyla babalarının onlara anlattığı kötü anne imajıyla beraber bir kopukluk yaşıyorsun. Yeri geldi altı ay sesini bile duyamadım çocuğumun. Kilo kaybı yaşadım, yemek problemim vardı, kabuslarla boğuşuyordum.
Psikolojik olarak bir travma geçirdim. Dediğim gibi bu, anneye en büyük cezadır. Bir sürü erk ile mücadele ederken bir de çocuklarının kaybıyla mücadele etmek zorunda kalıyorsun. En zoru buydu.
Senin aynı veya benzer süreci yaşayan kadınlara ne söylemek istersin?
Kıyamet kopmadan sular durulmuyor. Muhafazakar aile içinde bazı şeyleri, özellikle bu tarz kırılmaları konuşarak halletmek çok kolay değil. Çünkü yüzlerce öğreti var ve gelenekler de üzerine biniyor. Kadınlar olarak, toplumun dayattığı geleneklerle susturulduğumuz, sindirildiğimiz bir ülkede yaşıyoruz.
Kırılma yaşamamaları mümkün değil. Yani bağırmadan, çağırmadan, balyoz indirilmeden gerçek özgürleşme maalesef olmuyor.
Kendilerini kabullendirme çabasına çok fazla girmesinler, çünkü benim geçirdiğim süreçlerde ben defalarca ölümle karşı karşıya geldim. Kafama silah da dayandı, ben yine kendi bildiğim doğrular üzerine yaşamaya devam ettim.
Babamla ilgili yaşadığım süreçte bana dediler ki,“65 yaşındaki adamı değiştiremezsin bu saatten sonra. Onun sana öğrettiği şeyler doğrultusunda yaşamalısın.”
Hayır, dedim, ben kendimi anlatmaya ve yaşamaya devam ettim. Evet, kırılmalar yaşadık, kavga ettik, tartışmalar geçirdik ama vazgeçmedim. Hayatımda attığım her adımda bu motto ile yaşadım. Bana “Babam senin yüzünden ölecek”, “Annem hastanelik olacak” diyorlardı.
Hiç kimseye hiçbir şey olmuyor, kimse ölmüyor. Yaşamaya devam ediyorsun, çünkü o kadar çok ölüm tehdidiyle karşı karşıya kalıyorsun ki, “Bir kere geliyorum bu hayata” diyorsun ve kendi yaşadığın evreler üzerinden kendine yeni bir form ve yaşam kurmaya çalışıyorsun, hayatını bir inşaat ustası gibi yeniden inşa ediyorsun.
Dolayısıyla kararlı olmak, cesur olmak ve korkmamak gerekiyor. Tabi ki benimki biraz daha ateşli oldu. Ölümü bile göze alabileceğim şeylerle karşı karşıya kaldım. Hiç kolay süreçlerle karşılaşmayacaklar buna hazırlıklı olsunlar. (BC/ÇT)