Şener Özmen
Yine bir seçim öncesi hengamesi yaşıyorduk. Hem de kıyasıya bir yerel seçim. Çok da eski değil. Birkaç yıl önce. Şimdiki Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı, seçim öncesinde adaydı ve haklı olarak şehrin -Diyarbekir'in- zorunlu göçlerle kimyasının bozulduğundan hareketle ciddi bir travmaya uğradığından ve bu travmanın aşılabilmesi için de çok köklü bir rehabilitasyon programının uygulanmasından söz ediyordu.
Karşısındaki bir başka parti adayı, bu tespitin öyle anlaşılıyor ki sadece travma kısmını algılamış ama yanlış anlamıştı. Kentin yine bir başka ihtiyacı olan ve toplu taşımaya destek olabilecek hafif raylı sisteme gönderme yaparak tramvay yapacağını anlatarak, seçim çalışmalarında "Ben de tramvay yapacağım. Benim de programımda var" deyivermişti.
Doğrusu, nereden aklıma takıldıysa Şener Özmen'in "Travma ve Islahat"** kitabını okumadan, daha kapağını gördüğümde aklıma yukarıdaki ve şehrin yakın siyasal geçmişinden yaşanmışlık takılıverdi.
"İşte" dedim. Şener'in ve diğer "güncel sanat" erbaplarının çağdaş sanatına tam da denk düşen bu yaşanmışlık olsa gerek. Düşünün bir bakalım: Bir dolu zorunlu göç mağduru Diyarbekir sur içinde bir tramvaya bindirilmiş ve travmaları rehabilite edilmeye götürülüyorlar. En başta da "travma"yı "tramvay" anlayan siyasetçi.
Şimdi çok mu farklı noktadayız. Billahi değil. Şener Özmen'in bir güncel sanat eleştirisi kitabı olan Travma ve Islahat'ını okuyunca bunu daha net anladığımı, hissettiğimi itiraf etmeliyim.
Şener Özmen, Diyarbakır'da yaşayan ve sadece "güncel sanat" ile değil edebiyat ve editoryal "sanat"la da iştigal bir sanat insan teki...
Şener Özmen, güncel sanat mevzuunda İstanbul merkezliliğe, İstanbul Dukâlarına, İstanbul Baronlarına boyun eğmeden de, Diyarbekir ve bölge merkezli olmanın, "alternatif metropol" kimlikli bir duruşla da sanatın mümkün olabileceğinin -kendi kavramsal tarifi ile "aşırı yorumu"nu- yapıyor Travma ve Islahat'ta...
Bu elbette böyle! Çünkü yazar da biliyor ki; Türkiye'de çağdaş sanatın hâlâ en önemli merkezlerinden biri olarak kabul gören İstanbul sınırları dışından gelen her sanat projesini "tacizkâr ve düşmanca", içerden beslenen "öteki'nin" sanat pratiğini ise "pek saygısız ve cahil" belleyerek kendi meşruiyetini korumaya ve sağlama alır.
Bu öyle bir hale bürünmüş ki, bugünlerde artık, güncel sanatın "merkez-dışı eleştirel belleği" yürürlükteki politikalara ters düştüğünden, dolaşıma dahi sokulmaz.
Türkiye'de hamaset erbabı "sanat eleştirmenleri" istedikleri kadar "Türkiye'de sanat eğitimi yok! Türkiye'de çağdaş sanat eleştirisi yok!" diye gürleyip dursunlar.
Güncel sanatın gür direnme odakları bulundukları sağlam noktalarından bizlere "muzipçe" göz kırpıyor ve o "yok" diyenlere "nanik" yapıyor. İşte kanımca Şener Özmen'in Travma ve Islahat kitabının böylesine bir okunmaya ve sahiplenmeye ihtiyacı var.
Batı'da yaşıyorsan eğer, bir de sanatın, edebiyatın herhangi bir alanı ile ilgileniyorsan Doğu vazgeçilmez bir "malzeme deposu" gibi algılanıyor kimilerine, hatta daha iddialı bir ifade ile birçoklarına göre!
Çokça karşılaştığımız bir realitedir. Hadlerini de bildiririz cevaplarını da veririz de, yine de garibimize gitmez. Çünkü kendi içimizde de "hempa"ları her daim vardır. Evet sıkça karşılaşırız onlarla!
"Ay, Doğuda yaşıyorsun -Biraz daha saygılı olanları çoğul telaffuz eder; yaşıyorsunuz olur-. Kim bilir ne çok malzeme vardır sizin oralarda."
Böyle bir Doğu-Batı ilişkisi aslında en çok da Şener Özmen gibileri hırpalar, yaralar: "Ben İstanbul'da yaşayamam. Ölürüm. Bir foku ya da pengueni yaşadığı doğal ortamdan alıp hayvanat bahçesine kapatmak gibi bir şey bu." Bu varoluş vurgusu aslında biraz da "karşıdakinin" yaşam alanına "ince" bir göndermedir.
Tam da işte bu karşı duruştur; Travma ve Islahat "merkezde" reel çağdaş sanat ortamının içinde olmayı yeterli bulan sanatçılara okkalı bir karşı duruş kabilinden.(ŞD/EÜ)
* Şener Özmen, "Ağıt mı bu yaktığım", Liman yayınları, 1998, İstanbul
** Şener Özmen, "Travma ve Islahat", Lis Yayınları, 2007, Diyarbakır