Sanırım bu tür çabalara yönelik olarak artan duyarlılığım benzer örneklerle daha sık karşılaşmama yol açıyor.
Bu yazıda da yine böyle yolumun üzerine çıkan bir başka köyden, bir başka "köyevi" müzesinden söz edeceğim sizlere.
Balıkçılar, kuşlar, göl karşımızda poz veriyor
Sanırım 2002'nin baharının sonları, yaz başlarıydı. Yine Marmara Bölgesi'ndeki güzellikleri yaşamak üzere çıktığımız bir gezide her zaman olduğu gibi yan yollara sapıp dağ yollarına vurmuştuk.
Bir sabah Apolyont (Uluabat) Gölü kenarında, göle doğan güneşin ısıttığı çadırda uyandık. Hazırlanıp çadırı topladıktan sonra birkaç kilometre ilerde gölün kenarındaki "Gölyazı" adındaki küçük ve güzel bir kasabaya vardık.
Sabahın o saatinde gölün "bereket"ini ağlarıyla toplayan balıkçıların kayıklarını küçük "çekeğe" bağlamaları, balıkları kasalara doldurmaları, etraflarında uçan martıların ve her cinsten göl kuşlarının çığlıkları arasında arabalara yüklemelerini izledik.
Unutulmaz kareler vardı. Sanki balıkçılar, kuşlar, göl karşımıza geçip poz veriyordu. Gölün sabahın kızıllığından, giderek mavi-yeşile dönen göl sularının rengi bu karelerin düşsel fonunu oluşturuyordu.
Ters taraf yayla...
Kahvaltıyı arada ortaya çıkan sabah rüzgarının serinliği içinde de bir çay bahçesinde yaptıktan sonra Bursa'ya doğru yola çıktık.
Bursa'ya giden yolda, kent merkezine varmadan İnegöl-Keleş sapağı var. Haritaya bakıp, o anda alınan bir kararla saptık. Yol Uludağ'ın güney-batı yönünden ilerideki Keles ilçesine, oradan da İnegöl'e doğru uzanıyordu.
Trafik yoğunluğunun olmadığı, Karadeniz'dekine benzer bir yeşilin içinde giden bir yoldu. Birkaç kilometrede bir durarak, dağın bu yüzünün ve ona bakan aynı güzellikteki yerlerin resimlerini çekiyorduk.
Yolun sol tarafında dağa doğru yönelen ve hızla yükselen, hemen hemen her tarafı "yayla" özelliğinde yerlerden geçilerek varılan köyler vardı haritada. Zaman zaman bu yollara sapıp o köyleri ziyaret ettik. Neredeyse "bomboş" kalan köylerde yalnız yaşlılar vardı. Arabanın sesini duyunca pencereye çıkıyor "gelen kimmiş" diye bakıyorlardı.
Böyle böyle Tuzaklı, Hüseyinalan, Kirazlı, Mürseller köylerinden geçip dağın eteklerinin bir bölümünü turladık.
Sonra Güneybayırı, Çaybaşı, üzerinden yeni yapılan barajın kenarından Keles ilçesine kadar uzanıp, çok fazla özelliği olmayan bu ilçeyi de gördük.
"Müzeyi gezmek istiyorsanız anahtar bende..."
Dönüş yolunda yine bu kez sağa doğru bir dizi köy adının yer aldığı bir tabelanın işaretine uyup saptım.
Tabelada "Pınarcık, Dağdibi, Epçeler, Büyük ve Küçükdeliller" köylerinin adları yer alıyordu. Haritaya göre yol bu köylerden geçerek ve büyük bir daire çiziyor yeniden Bursa yoluna bağlanıyordu. Bu önemliydi çünkü geri dönme zahmetinden kurtararak, hem ileriye doğru gitme hem de farklı yerler görme olanağını tanıyordu.
Ana yola çıkmadan önceki son köy olan Küçük Deliller köyüne vardığımızda; bir dönemeci geçer geçmez beyaz boyalı bir evin duvarında çeşitli tarım aletlerinin asılarak sergilendiğini gördük.
Evin önünde durduk. Bahçe kapısı açıktı. Eve doğru seslendik. Bir yanıt veren olmadı. Sonra hemen yandaki eve çıkıp sorduk. Karadeniz şivesiyle konuşan bir kadın "müzeyi gezmek istiyorsanız anahtar bende size vereyim gezebilirsiniz" dedi.
Fotoğraflar evin dört bir yanında...
Ev Bursa Devlet Tiyatrosu Sanatçısı Mustafa Kabakçı'ya aitmiş. Kendisi zaman zaman burada, zaman zaman Bursa'da yaşıyormuş ve tıpkı Alibey Kudar ya da Hakan Gürüney gibi topladıklarını ve biriktirdiklerini yaptırdığı evin her yerinde sergiliyordu. Bir farkla ki o eşiyle birlikte aynı zamanda bu evin içinde yaşıyordu. Yani evini "müze" yapmıştı.
Yaklaşık bir saate yakın bir süre o evdeki her eşyayı, duvarlardaki resimleri, çerçevelenmiş gazete kupürlerini, çeşitli eskiden kalma ev eşyalarını, göz nuru el emeği, kadınların yaptıkları çeşitli el işlerini inceledik, bir yandan da bize eşlik eden 17-18 yaşlarındaki bir genç "köy kızı"yla köye ve yaşama dair konuştuk.
Bahçe ve evin duvarı da bu "köyevi müze"nin bir sergileme mekanıydı. İçeride kullanılmayan çeşitli eşyalar sağa sola yerleştirilmişti. Sergilenenler arasında artık kullanılmayan tarım araç gereçleri, gündelik yaşamda halen kullanılan "zanaat" araçları vardı. Herşey belirli bir sınıflama olmaksızın, Mustafa Kabakçı'nın kendi estetik yaklaşımı ve beğenisine göre sergileniyordu.
Her yanı dolaştık, ışığın elverdiği kadarıyla uzun uzun fotoğrafladık. Sonrasında onunla iletişim kurmak üzere bilgi de alarak oradan ayrıldık.
Biri Mustafa Kabakçı'yla konuşmalı
Mustafa Kabakçı belki bu "köyevi müze"yi kendisi için ortaya çıkarmıştı. AMa bu "köyevi müze" aynı zamanda geleceğe kalacak önemli bir etnografik belge niteliğine de sahipti ve bir dönemin yaşamını "meraklı"larına sergiliyordu.
O sırada çok istememe karşın, gezi sonrasında bir daha bağlantı kurup, Mustafa Kabakçı'yla konuşma olanağım olmadı. Ama zaman içinde gördüğüm diğer örneklerle birlikte düşündüğümde bunu yapmadığımdan dolayı hayıflanıyorum. Oraya bir daha yolum düşerse bu kez ihmal etmeyeceğim. Onun anlattıklarını da eğer koşulu olursa sizlerle keyifle paylaşacağım. Ben gerçekleştirene kadar bunu sizlerden birisi yapar ve BİANET'te paylaşırsa eminim herkes çok mutlu olur...(MS/EÖ)