Proje yöneticilerinin yaptıklarının çok daha fazlasını gerçekleştirmek için gösterdikleri çabaları da yakından biliyorum. Ama dün akşam Türkiye Sakatlar Derneği'nin (TSD) gerçekleştirdiği "Engelsiz Türkiye" adı verilen projenin final gecesini yaşarken, hem bu toplumun bir bireyi ve kişisi olarak, hem okur yazar bir aydın olarak, hem de BİA2 olarak yaptıklarımızın ne kadar az, yap(a)madıklarımızın ne kadar çok olduğunu bir kere daha gördüm.
TSD bu projeyi Milli Eğitim Bakanlığı, Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı, Avrupa Birliği Eğitim ve Gençlik Programları Merkezi Başkanlığı, Marmara Üniversitesi, Alternatif Kamp ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi Özürlüler Merkezi'nin destek ve işbirliği ile gerçekleştirmişti. Gerçi BİA'nın bir başka yazarı Nazmiye Güçlü hem bir "sakat" hem de bir BİA yazarı olarak o derneğin içinde ve bu gecenin düzenleyicileri arasındaydı. Ama yukarıda saydığım o kurumların arasında bir destekçi olarak, artık kurumsal niteliğini herkesin kabul ettiği BİA neden "işbirliği yapan bir kuruluş" olarak adı anılır şekilde yoktu diye düşündüm. Üstelik o gecede, hani birilerinin tarif ettiği şekliyle söylersek, "2,5 basın" bile yokken. Aslında yalnız o gece değil, 2000'den beri süren bu proje boyunca BİA onların yanında olamaz mıydı acaba? Hani en azından "Medya Takip Merkezi" kadar ve sakatlarla ilgili bir dolu iş yaparken...
Yanında olmak, birlikte olmak
Onların yanında olmak hep onlardan söz etmek değildir kuşkusuz. Derneğin genel başkanı Şükrü Boyraz'ın açış konuşmasında belirttiği gibi; onların nüfusun % 8.29'luk bölümünü oluşturmalarına karşın, bu ülkenin resmi kurumları, ortak yaşam alanları, taşıtları, okulları, çalışma mekanları, çarşıları, sokakları, parkları, sinemaları, tiyatroları, eğlence yerleri, vb. yaşamın sürdüğü her alanda ve toplumun içinde neden olmadıklarını sormak ve sorgulamaktır da.
Bunu yeterince ve etkin biçimde yapmadığımızı etkinliğin yapıldığı Cemal Reşit Rey'e körü, topalı, sağırı, kamburuyla sakatların, sığmak bir yana, giremediğini, yerleşemediğini görünce çok daha iyi anladım. Nazmiye'nin her zaman söyledikleri bir kere daha yaşamın içinde somutlaştı: Biz onlar için bir şey yaparken bile aslında onları yok sayıyoruz.
Gece çok güzeldi
Görmeyenlerin, duymayanların, konuşmayanların, yürüyemeyenlerin "yürekleriyle" gördüklerini, duyduklarını, konuştuklarını, ulaştıklarını gördüm. Tümüyle işitmeyen Ceren Kararkaya kulağıyla değil yüreğiyle duyduğu sesleri, piyanosuyla çaldığı o güzel şarkılarla bizlere duyurdu.
Tüm etkinliği işaret diliyle anlatan sunucu, etkinliği sunanların yanında elleriyle işitemeyenlere anlatıyordu. Neden, ama neden, bu çaba tüm sanatsal, kültürel, sosyal, politik etkinliklerde yapılmaz diye düşünmeden edemedim.
Nazmiye Güçlü'nün de sunucu olarak katıldığı, ilköğretim okulları ve lise öğrencileri arasında düzenlenen resim yarışmasının ödül töreni de etkinliğin önemli bir bölümünü oluşturuyordu.
Çocukların sakatlara ve sakatlığa yönelik olarak "doğru" tutum ve davranışları öğrenebilmeleri bu alandaki değişim için çok önemli. Onların yaptıkları resimlere baktığımda duyarlılıklarının ne yazık ki toplumsal koşullanmalarını aşamadığını ve bilgilenmelerinin yeterli olmadığını gösterdi.
Örneğin resimlerin hiçbirinde sakat olmayan bir çocukla, sakat bir çocuğun bir okulun sırasında yan yana oturduğunu ve öğretmenin sorduğu soruya yanıt vermek için el kaldırdığı görülmüyordu. Bu doğaldı; çünkü onların gündelik yaşamlarında böyle bir an yaşanmıyordu ki.
Yine de bence önemli bir çaba gerçekleşmişti. En azından bir başlangıç adımı atılmıştı. Onlar henüz öğrenciliklerinde en azından bu işin farkında olmuşlardı.
Çile çekmek, "çilekeş" olmak
Gece biterken kendilerine "Çilekeş" diyen bir pop grubu sahne aldı. Bu da bence çok önemliydi. Ünlü bir grup değillerdi ama, daha adlarıyla bile bir "mesaj" veriyorlardı. Sakatların çektiği çileleri, herhalde adı "çilekeş" olan bir grup anlatabilirdi. Bu grubun yüksek volümlü müziğini sonuna kadar dinleyemedim. Salondan buruk ve düşünceli bir şekilde ayrıldım.
Yaptıklarımız OK, ya yapmadıklarımız?
Yolda gelirken de "yapılması gerekenleri ve yapmadıklarımızı" düşündüm. BİA olarak yapmamız gereken şeylerden biri daha aklıma geldi.
Verilen haberlerin hepsini değil, ama en azından tümünden yapılmış bir özeti her gün, akşam bir ses dosyası olarak oluştursak ve BİA sitesine ulaşıldığında, o da sesli olarak sitemizde yazılı olanları görmeyenler için duyurmaya başlasa. Böylelikle en azından duymayanlar için de BİA'yı ulaşılır ve yararlanılabilir kılmış olmaz mıyız?
Bunun BİA'nın söylediklerinin ulaşmasının ötesinde, benzer ortamlardan bu kesimin de yararlanabileceğini göstermek anlamında, ne kadar yararlı olabileceğini düşündüm. Dahası bu öneriyi yaparken, İnternet sitesi olan birisi olarak kendime de bir görev çıkararak, aynı şeyi yapmaya karar verdiğimi belirtmek istiyorum.
Yaptıklarımızın yalnız yapılan şeyin kendisini değil, yapılmasının da mümkün olduğunu gösterme bakımından yararlı olacağını düşünüyorum.
Bana bunları düşündüren, duygulandıran Şükrü Boyraz ve projenin gerçekleşmesinde düşünce ve çabalarıyla çok önemli rolü olan sevgili Binnur Semiz'le birlikte, Nazmiye Güçlü'nün de aralarında bulunduğu, emeği geçen, katkı ve katılımda buluna herkese, bu arada Cemal Reşit Rey'i dolduramasalar bile, kabahatin kesinlikle onlarda bulunmadığını bildiğim, "sakatlıkları tarafından değil, bizler tarafından sürekli olarak engellenen sakatlara" binlerce teşekkür ediyorum.
En iyi teşekkürün de onlar için bir şeyler yapmak olduğunu biliyorum. Bu yazıyı da o anlamda bir ilk kabul edin...
Her cumartesi BİAMAG'da yazdığım "Hastayken de insanız" başlıklı yazılarımda, bir dizi olarak, "sakatların sağlık hizmetiyle ilgili haklarını" ele aldığım yazıları temelde sağlık hakkı çerçevesinde yazılmış olduğu için saymıyorum. (MS/TK)