Maymunların önemli özelliklerinden birisi de onların "taklit yetenekleri"dir. İnsan soyu da daha doğduğu andan başlayarak birilerini, bir şeyleri taklit eder, öyle olmaya, öyle görünmeye öykünür. Bu özelliğimiz sanırım "maymunluk" evremizden beri sakladığımız bir özellik.
Yine bilim insanları insan soyunun henüz evrimini tamamlamadığını belki de daha çok başlarda olduğunu söylüyorlar.
İnsanlığın tarihinde "Homo" diye başlayan ve evrimimizin değişik aşamalarını tanımlayan çok sayıda insan türü var. Bunlardan birisi de "taklit" eden insan. Bugün bu özelliğimiz hâlâ çok belirgin ve önde. Sürekli bir şeyleri "taklit" ediyoruz. "Büyük" olamayınca "büyükleri" taklit ediyoruz.
* * *
Kız çocukları önce annelerini sonra çevresindeki kadınları taklit eder. Hepimiz annesinin topuklu terliğini ya da ayakkabısını giymişizdir, ya da giyenleri görmüşüzdür.
Erkek çocukları da önce babalarını, sonra da çevresindeki diğer erkekleri taklit eder. Banyoya gidip babamızın tıraş takımlarıyla tıraş olmaya yeltenmiş ya da tıraş olanları görmüşüzdür.
Çoğunlukla "hoş" karşılanan bu davranış, yinelendiğinde "kızılsa" da büyümenin olumluluğu kabul edildiğinden hep teşvik görmüştür. Çünkü "büyümek" istenen, doğru bulunan bir özelliktir. "Büyük adam gibi çocuk" denir. "Büyümüş de küçülmüş" denir.
Oysa büyümek, çocuğun çocukluğuna, çocuk yanlarına yönelik bir "istila" girişimidir. Büyükler çocuğun çocuk yanlarının "büyüme-gelişme" adına yavaş yavaş istila edilmesini özendirirler.
* * *
Oysa çocukları bir düşünün. Çocuklarda en çok neyi seversiniz, ya da hoşunuza gider? Çocuklukları ya da çocuksulukları değil mi?
Hiç kimse görmediğinde içinizde eğer hâlâ yaşıyorsa çocuksu yanlarınızı ortaya dökmek istemez misiniz? Hangi çocuk küçüklüğünde bir türlü doyamadığı oyunları bir kez daha oynamak istemez! Bir bakış, bir tavır ya da bir edimdeki en hoşumuza giden şey o çocuklardır aslında. Tıpkı şarkıda söylendiği gibi.
Ama beri yandan "büyük"lerin çocukluklarına da kızarız. "Çocuk olma", "çocukluk yapma" deriz; denir. Ve korkarız "çocuk olmak"tan, çocuk yanlarımızın "görünür" olmasından. Çünkü çocuk kalmak ya da çocukluk yapmak olağana, ortalamaya aykırıdır, normalden farklılıktır, bir anlamda anormal olmaktır.
O nedenle çocukların çocukluk yapmalarına izin verilmez. Onlar hep engellenir, hep "gözetim" altında tutulur. Giyim kuşamları, düşünceleri, edimleri hep "büyük"lerin kalıbına sokulmaya çalışılır. Bu nedenle yasalar yapılır, yönetmelikler düzenlenir. Özel "terbiye" biçimleri bulunur.
Onun için bizim ülkemizde eğitimin içinde en önemli birimlerden ve unsurlardan birisi "talim ve terbiye"dir. Onun için askerlik bir "talim terbiye" unsuru olarak muhafaza edilir. İnsanların olağan hallerinde savaş, savaşa hazırlık, istila ya da istilayı önleme gibi durumlar yoktur. Ama "normal"i oluşturmak için, insanları "talim ve terbiye" etmek için başka bir gerekçe nasıl bulunsun?
* * *
Hiç düşündünüz mü; "iyi", "güzel", "doğru" işler yapanlar kimler, nasıl insanlar bunlar diye. Ben bu aralar sıkça düşünüyorum. Gördüğüm tek bir ortak yan var: İçlerindeki çocuğu muhafaza eden, çoğaltan, geliştiren insanlar onlar.
Örneğin iyi politikacılar, liderler, önderler, yöneticiler: Çocukların sınırsız hayal güçlerini içlerinde yaşatan insanlar bunlar. Ütopyalarını, mutlu toplum düşlerini yığınlarla paylaşabilen ve onlara aktarabilen, onlarla birlikte o yolda yürümeyi başarabilen kişiler onlar.
Ya büyük sanatçılar; yazarlar, ressamlar, heykeltıraşlar, müzisyenler, sinemacılar, tiyatrocular? Onlar da tuttum ve davranışlarında, gerçeğin herkesin göremediği yönünü görmekte çocuklar kadar başarılı olanlardan çıkmıyor mu?
En büyük eserler hep onların "çocuksu bir saflık" ve "çocuksu ısrarların" ürünü değil mi?
Yoksa hangimiz aynı işi binlerce kez, en mükemmele ulaşana kadar bozup yeniden yapabilirdik. Yaşamın gerçekliğini başka bir biçimde yeniden üretmek hangi büyüğün yapabileceği bir iştir.
Bilim insanları da öyledir. Onlar da insan soyunun daha iyi yaşamasını sağlayan buluşları hep çocukça düşüncelerin, çocukça merakların peşinden giderek gerçekleştirmezler mi?
* * *
Bu saptamaları yaptığımdan beri çevremdeki insanlara bu açıdan bakıyorum. Bakışları, kaçamak bir tavırları, ifade ettikleri düşünceleri, merakları, büyümelerine karşın yüzlerinden, bedenlerinden silinmeyen çocuksu bir yanları var mı diye gözlüyorum onları.
Bulduğumda "çocuklar" gibi seviniyorum. O yanlarını fark etmeleri, saklamaları, dahası çoğaltmaları için onları özendirmeye çalışıyorum. Fark ettiğimi fark etsinler ve bunun kötü, yanlış ve çirkin bir yan olmadığını kavrasınlar istiyorum.
Çevremde ne kadar çok böyle insan olursa o kadar çok mutlu oluyorum. İçimdeki çocuk yanlar onlarla birlikte genişliyor, çoğalıyor. Bir anlamda orta yaştan yaşlılığa doğru yol aldığım şu anlarda, yeniden yaşama bağlanmamı sağlayan en büyük özelliğim oluyor.
Dünyanın gerçekliklerini çocukça bir algıyla fark edip, yine çocukça bir düşle geleceğin bugünden daha iyi, daha güzel ve daha doğru olacağını düşünmesek nasıl yaşayabilirdik.
Oysa çevremizde bizleri yöneten, belirleyen, bizlere birşeyleri gösteren insanlar hep "büyük" insanlar. İçlerindeki çocuğu, boğmuş, öldürmüş, yok etmiş insanlar.
İsmi lazım değil ülkelerin toplumların başındaki bir çok yönetici, yaygın medyanın "dünyanın büyüğü" diye adlandırdığı insanları bir düşünün. Sonra da onların yaptıkları ya da neden olduklarını. Facialar, kötü olaylar, kötü yönetimler, yaşamın kötü sürmesi hep onların eserleri değil mi?
* * *
İçimizdeki çocuğu büyütmeyelim, bırakalım çocuk kalsın. Eğer yapabiliyorsak çoğaltalım o yanımızı. Şimdiye kadar büyüklerin yarattığı bu dünyayı bir de "çocuk yanlarımızla, hayallerimizle, meraklarımızla" var etmeye çalışalım.
Bana bugünden daha kötü olmaz gibi geliyor. Olursa da "bir çocukluk etmişiz" der geçeriz. Ha! Ne dersiniz? (MS/BB)