“İçinizde adını bile yanlış yazan gerizekalı kim” sorusunun bir Türkçe öğretmeninden geldiğini söylüyor. Oysa sorun sadece ismini yanlış yazmaktan ibaret değildi onun için mesela sınıftaki tüm dedikoduları da kaçırıyordu.
Menekşe Kızıldere, 30 yaşında yetişkin bir disleksili. Çevre Mühendisi, Heinrich Böll Stiftung Derneği’nde çok sevdiği bir iş yapıyor. İklim, çevre enerji üzerine çalışıyor.
Disleksi Türkiye’de pek bilinmeyen bir öğrenme güçlüğü. Kişiden kişiye değişen bir durum. Disleksililer okuma, yazma, konuşma matematik ve motor becerilerinde öğrenme güçlüğü yaşıyor.
Harfleri yanlış görme, yanlış yazma, ayakkabıyı bağlayamama gibi kişiden kişiye farklılık gösteren belirtileri olabiliyor.
Disleksi bir hastalık değil, nörolojik bir farklılık. Zeka geriliği değil aksine disleksili bireyler ya ortalama zeka ya da üstün zekaya sahip oluyor.
Albert Einstein, Thomas Edison, Pablo Picasso, Agatha Christie gibi birçok bilim insanı, edebiyatçının disleksili olduğunu hatırlamakta fayda var.
Okullarda bireyselleştirilmiş eğitim almaları için yüzde 20 ila 30 arasında engelli raporu alabiliyorlar. Bu rapor ilerleyen zamanlarda değiştirilebiliyor.
Menekşe Kızıldere, disleksili olduğunu lisede, üstün zekalı olduğunu üniversitede öğrendiği için hiç özel bir eğitim almamış. Söz onda.
Disleksili olduğunuz ne zaman anlaşıldı?
İlkokulda harfleri öğrenmeye başlayınca anlaşıldı. B ve p’leri karıştırıyordum. Yazım falan berbat, defterde inanılmaz bir karmaşa vardı. Okumada zorlanıyordum. Aslında herkesten önce öğrendim okuma yazmayı; ama hızlı okuma yarışları falan kabus gibiydi. Babam ve kardeşimde de var disleksi. Ama adının disleksi olduğunu bilmiyorduk.
Peki bu durumunuzu aileniz, öğretmenleriniz nasıl açıklıyordu?
Ben Van’ın Erciş ilçesinde doğdum. Küçük bir yer, kim nereden bilsin. Benim disleksi olduğumu lisedeki rehber öğretmenim söyledi ilk kez. Ama rapor falan almadık.
Çok kızan, bağıran, çağıran öğretmenlerim oldu. Ortaokulda Türkçe öğretmenim “Kim bu adını yanlış yazan gerizekalı” demişti sınıfın ortasında. “Adını bile yanlış yazıyorsun kompozisyon mu yazacaksın?” falan… Adımda çok fazla e var, onlar bazen kaybolabiliyor. Bunun bir kuralı yok, her zaman yanlış yazman şart değil, o ana bağlı.
Çocuklar zalim oluyor. Sınıf arkadaşlarımdan d’lerimi t yapanlar falan… Üniversitede bile insanlar bilerek mi yapıyorsun diyorlardı. İnsan nasıl adını yanlış yazar? Herkes bana “dikkatsiz” diyordu, “yerinde duramıyor”, “aklı bir karış havada”.
Dikkatle ilgili bir şey değil. Dikkat etsem de yanlış yapıyorum. Çok iyi bildiğin halde aptal yerine konuyorsun. Oysa öğretmen de biliyor aptal olmadığını. Çünkü adını bile yanlış yazan birinin mesela nasıl fiziği bu kadar iyi olur.
Nasıl oluyor peki, nasıl bir öğrenme süreci yaşıyorsunuz?
Disleksi kişiden kişiye değişiyor. Özetle öğrenme güçlüğü, bir hastalık değil. Nörolojik bir farklılık.
Benim daha çok harflerle sıkıntım var. İşte dediğim gibi P,b,k’ler karışıyor. Bazı kelimenin sonunu diğer kelimenin başına bağlıyorum vesaire. Hala bile, maillerim korkunçtur. El yazısı, bilgisayar farkı yok. Beyin o harf yerine, başka bir harf görüyor. Ve okurken de sıkıntım var. Çocukken zorlanıyordum karmaşık metinlerde, şimdi geçti.
Sayıları da karıştırıyorum. 8 ile 5 yanyana gelince karmaşa. Üstelik ben mühendislik okudum bir de düşünün yani.
Dislekside öğrenme aşamaları farklı. Ortalama şartlarda sıralı öğreniyor insanlar, disleksili olanlar bütün öğreniyor. Bir metnin tamamını görüyor. O yüzden bir sürü kayıp oluyor. Yani büyük resmi görüp ayrıntılarına girmek gibi. Disleksililer doğrudan sorularda iyiler ama seçenekli sorularda büyük resme bakıp her şeyi değerlendirdiği için karmaşa yaşıyor.
Konuşmayı da etkiliyor, o kadar hızlı düşünüyorsun ki insanlar birinci basamaktayken sen sonuncu basamaktasın. Mesela insanlar nasılsın diye sorduğunda, neye göre, hangi şartlara göre nasılım? İşimde mi sağlığımda mı, biraz spesifik olur musunuz?
İşte uzmanlar disleksililerin soruları değerlendirmek için daha çok zaman ihtiyacı olduğunu söylüyor. Ben mesela hayatım boyunca hiçbir sınavı yetiştiremedim. Bu yüzden de sınavlarda ek süre veriliyor, odaklanmak için.
Bir de sakarlık var tabii. Çarpma, düşürme, aldığını zannedip almama. Her şeyi daha hızlı sanıyorum ama değil.
Hiç özel eğitim almadan nasıl başardınız?
Boğaziçi’nde yüksek lisans yaparken bana testler vb. yapıldı, o zaman disleksi tanısı kondu ve ayrıca üstün zekalı olduğum anlaşıldı. Bu arada üstün zekalı olmak çok da iyi bir şey değil, söylemekten de hoşlandığım bir şey değil.
İşte bu zekanın bana en büyük faydası pratik çözümler bulmak oldu. Ben kendi kendimi sisteme uyumlaştırdım. Farklı yöntemlerle öğrenmeyi öğrendim. Resim, grafik, animasyonlar öğrenmede çok işe yarıyor. Ancak bu çok yıpratıcı oldu benim için.
Ben üniversite sınavına ek süre vb alamadığım için ikinci kerede anca kazandım. Mezun olunca kısa bir süre bir şirkette mühendis olarak çalıştım. Ayrılma sebebim buydu. Dikkat etmiyorsun sanırım deniyordu. Disleksi çocuklarda olmuyor mu bakışı vardı. Şimdi sivil toplum örgütünde ve sevdiğim işte çalışmanın faydalarını yaşıyorum.
Disleksililerin ayrıştırılması değil ilkokuldan itibaren bu eğitim sistemine uyumlaştırılması gerekiyor. Bu arada son zamanlarda böyle bir trend var, her dikkatsiz çocuk için disleksili demek çok yanlış. Yanlış yazan her çocuk disleksili değil. Ya da üstün zekalı disleksik çocuklardan proje çocuk gibi dahilik beklemek de yanlış.
Peki bu farklılık sosyal hayatınızı nasıl etkiliyor?
Sosyal izleri okumaktan geri bırakıyor. Mesela ben sınıfta bütün dedikoduları kaçırırdım, anlamazdım. Gerçek bilgi ve dedikoduyu ayırmak zaman alıyordu. Lisedeki dedikodulardan bile yıllar sonra haberim olurdu.
Mesela birinin bana küstüğünü, darıldığını söylemesi lazım. Net şekilde “ben sana şu konudan dolayı dargınım” demesi lazım. İnsanlara söylüyorum bana tavır yaparsanız ben bunu anlamam.
Türkiye’de disleksi sadece harflerin yanlış yazılması gibi bir noktaya indirgeniyor ama öyle değil. Öğrenme sadece akademik bilgiyi öğrenmek değil. Hayatı da öğreniyorsun, insanları öğrenme, davranışları öğrenme… Bu ömürlük bir şey sadece okul hayatıyla ilgili değil.
Sürekli bir şeyler mi kaçırıyorum kaygısı oluyor. Ben asosyal değildim. Ama kalabalıklar bazen fazla geliyor, baş edemiyorum. Kalabalık muhabbetleri kaçırabiliyorum.
Bu süreçte sizi en çok zorlayan ne oldu?
O baskı, eleştiriler, dalga geçmeler… Sadece durumum anlaşılsaydı, bilinseydi bile bana yeterdi. Ben bir şekilde yöntemini buluyordum öğrenmenin.
Ama öyle bir psikoloji ki sürekli insanları senin suçun olmadığıma inandırma zorunluluğu. Dikkatsiz olmadığına inandırmaya çalışıyorsun. Hala bile öyle. O kadar yoruldum ki, artık yazdıklarımı düzeltmemeye başladım.
Dramatikleştirmek istemiyorum ama Türkiye’de kadınlar zaten ağır bir yük altındayken bu gibi farklılıklar iki kat ağır bir süreç yaşatıyor. Sırtımda ağır bir yük taşıyor gibi hissediyorum.
Mesela çocuğu disleksili anneler arıyor genelde beni. Panik halinde “Ne yapacağız” diyorlar. Onlara ilk söylediğim şey, “önce anlayışlı olun yeter” oluyor.
Eğitim alamadıkları için okuldan sıkılıyorlarDisleksi Öğrenme Güçlüğü Derneği Başkanı Atıf Tokar, öğrencilerin yasal olarak almaları gereken destek eğitimini alamadıklarını söyledi. “1996 yılında Dünya Sağlık Örgütü disleksiyi bir farklılık olarak tanımladı. Hastalık olsaydı tedavisi olurdu zaten. 2002'de Türkiye'de kabul edildi. Şu anda tanısı konmuş 35 bin, tanı konmamış 129 bin disleksili var. Aileler engelli raporu sebebiyle tanı koydurmak istemiyor. Oysa bu raporlar sonra iptal edilebiliyor. Disleksi kişiden kişiye değişiyor. Okuma ile ilgili genelde satır atlama, cümlenin manasını bozacak uzun kelimeler koyma, yavaş okuma, harfleri ters görme. Matematikte çarpım tablosunu mümkün değil ezberleyemezler. Kas güçlüğünde kalemi kaşığı tutmakta zorluk, ahenkli yürüyememe, bağcık bağlayamama gibi sorunlar olabiliyor. Bütün gruplarda derinlik algısı sorunu var. Halk arasında sakarlık deniyor. Topu atınca çocuk beş metre ilerde görüyor ama yüzüne çarpıyor. İşletim sistemi farklı, soyut hafıza yok. Öğretmen veliye şikayet ediyor, çocuğu anlamıyor diye. Tahtaya 2 kere 2 eşittir 4 yazınca, çocuk soruyor 4 nereden çıktı diye, çünkü soyut bilgi. Ama misketleri atın toplayın deyince dokunuyor ve öğreniyor. Ve herkesten önce söylüyor. Günlük yaşamda sosyal çocuklar, ama hayata siyah beyaz bakarlar, gri alan yoktur. Özel eğitime ihtiyaçları vardır. Türkiye’de yasal haklar yerine getirilse bir sorun kalmayacak. Haftada 2 saat Rehabilitasyon Merkezleri’ne gitme hakları var. Okullarda hafta 12 saat özel eğitim zorunluluğu var ancak öğretmenler yapmıyor. Yasal hakları gasp ediliyor. Bu sebeple de okuldan sıkılıyorlar. Geçen sene yaptığımız çalıştay sonucunda ilk kez ÖSS’de sınavlarda ek süre, ek puan, okutman ve kodlayıcı hakkı aldık. “ |