Yeni bir furya daha yaşanıyor. Başbakan’ın gösterdiği yolda bir gazeteci sürek avı gözlerimizin önünde sürüyor. Yalnızca seyrediyoruz. Tarih tekerrür ediyor. Basın özgürlüğü yalnızca susturulan gazetecilerle yerle bir edilmiyor, kör gözün parmağı misali televizyon ekranlarından, gazete sütunlarından taşan otosansür mikrobu herkesi hasta ediyor. Kör topal dahi işlese asıl kaynağı çok fikirlilik olan demokrasi süratle erozyona uğruyor.
Özgür yasamanın, katılımcı yürütmenin, bağımsız yargının ve halkın haber alma hak ve özgürlüğünün yerleşmediği toplumlar demokrasiye vücut veremez. Bu dört unsurdan birinin eksik olması veya fonksiyonlarını yeteri kadar yerine getirmemesi halinde o rejim demokrasiden uzaklaşır ve otoriterleşir.
Siyasi iktidarın çağdaş demokrasilerde görevi, bu dört unsurun birbiriyle uyumlu ve sağlıklı olarak çalıştırılmasını sağlamaktır. Siyasi irade bu görevini yerine getirmez ise sivil toplumun müdahalesi gerekir.
Cumhuriyetin başından itibaren ülkemiz, darbelerin ve rejim gelgitlerinin sahnesi haline getirilmiştir. 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat darbeleri toplumun demokrasiye sahip çıkamamaları nedeniyle olmuştur. Olan bitenden haberi olmayan bir halkın sorunlara müdahil olabilme yeteneği bulunamaz. Böylesi bir toplumda toplumsal muhalefet zayıf kalır. Siyasi iktidar giderek otoriterleşir. İnsanlık tarihi aynı zamanda bu tespitin de tarihi olmuştur.
Yönetimin tek adam hakimiyetine terk edilmesi, yürütmenin tasarrufları itibarıyla katılımcılıktan uzaklaşması, yargının siyasi iklime göre fonksiyon göstermesinin en önemli nedeni toplumsal muhalefetin zayıf kalmasıdır. Toplumsal muhalefet ise özgür medya ortamında yeşerir.
Son yıllarda medyanın üzerindeki baskı ciddi boyutlara varmıştır. Ceza yasaları ve yargı uygulamaları otosansür yaratmıştır. Cezaevlerini gazeteciler doldurmuştur. Bununla da kalınmamış muhalif görüşlere sahip bir çok gazeteci, TV programcısı ve sunucusu göstermelik nedenlerle işinden uzaklaştırılmış, medyanın tümünden enterne edilmiştir. Sırf işinden olmamak için meslektaşları da bu insanlarla dayanışma gösteremez duruma düşürülmüştür.
Bu uygulamaların birinci derecede sorumlusu siyasi ve ekonomik iktidar olduğu gibi ondan daha da fazla sorumluluğu bulunanlar medya kuruluşlarının patronları, üst düzey yetkilileri ve onunla dayanışma içinde olmayan meslektaşları ve bu durumu seyreden sivil toplum kuruluşlarıdır.
27 Mayıs’ta,12 Mart’ta, 12 Eylül’de, bundan daha 15 yıl önce yaşadığımız 28 Şubat darbelerinde; salt ekonomik çıkarları nedeniyle medyanın, patronları ve üst düzey yöneticileri vasıtasıyla toplumun nasıl olumsuz yönlendirdiği, darbelere payanda yaptırdığı olgusu hafızalarımızda tazeliğini korurken, yaşanan Gezi olayları nedeniyle yeni bir gazeteci sürek avının başladığını görüyoruz.
Anlaşılan odur ki olumsuz geçmiş tekerrür etmeye devam edecektir.
Bilinmelidir ki, medya patronluğu ve üst düzey yöneticiliği salt ekonomik bir faaliyetten ibaret değildir. Medya faaliyetinin kamusal niteliği bulunmaktadır. Bunun içindir ki, yıllar öncesinde yapılan uygulamalardan bugün utanç duyulabilmektedir. Anlaşılan odur ki ilerki yıllarda bir dejavu yeniden yaşanacaktır. Adı da “Gezi gazeteci kıyımı” olacaktır.
Sözüm hepimizedir. Özellikle de Gezi kahramanlarına. Gezi direnişi henüz tazeyken, karar verildiğinde içi doldurulacak olan “diren medya” kampanyasının zamanıdır. Bugün medya emekçilerine sahip çıkmazsak yarın çok geç olacak…(EC/NV)