hürriyet gazetesi’nde 9 temmuz’da yayınlanan “tartışma yaratacak ‘helal-haram’ uyarısı” başlıklı bir haberde ve buna dair tartışmalarda tıbbi müdahale ve tedavinin hukuka, etiğe ve kurallara uygunluğunu sağlayan “hasta hakları ve aydınlatılmış onam” yerine, aslında ayrımsız herkesin temel hakkı olan sağlık hizmetinin nasıl ve neyle sağlanacağı bir “inanç” temelinde sorgulanıyordu.
sağlık hizmeti bir inanç alanı değil, bilimsel bir alandır. eğer inançların belirlediği bir alana dönüşürse, herkesin ayrımsız şekilde ve farklılıklarına saygı gösterilerek yararlandığı bir hizmet olmaz. sonuçta hizmete erişilemez, insanlar sağlığından ve yaşamlarından olurlar.
çünkü inanç, iman ve itikadın belirleyici olduğu yerde kuşku ve kuşkuculuk değil; kabul, tevekkül ve itaat olur. oysa bilimsel temellere dayanan bilgiler ve bunların uygulamalarında öncelikle “kuşku” ve dolayısıyla “sorgulama” temel olmalıdır.
sağlık hizmeti verenler de bu alanın bilimsel uygulama olduğunu göz ardı etmemeli, ancak hizmet sundukları insanların düşünce, inanç ve alışkanlıklarından kaynaklanan farklılıklarını da bilerek ve gözeterek hizmet sunmalıdırlar.
aydınlatılmış onam
evrensel, küresel belgelerde, iç mevzuatta ve hekimlik meslek etiği kuralları çerçevesinde “aydınlatılmış onam” asıl olarak sağlık hizmetinden yararlanacak olan kişinin sağlığı ile ilgili sorunları ve durumunu anlaması ve düzeltmek için nelerin yapılacağını, olası sonuçların neler olacağını “anlayarak bilmesi ve bilerek bir karara katılması”nı içeren eylem ve davranışların tümüdür.
bu sürece kişinin tüm kişisel özellikleri, bilgisi, düşünceleri, inançları, tercihleri ve o sırada mevcut olan koşul ve olanaklar etkide bulunur. kişinin düşünme ve kararları sağlıklıysa, son karar her zaman ve yalnız kendisine ait olmalıdır.
nasıl “yehova şahitleri”nin inançları gereği, ‘kan nakli’ne karşı çıkmaları haklarıysa, inançları gereği çeşitli araç ya da maddeleri, içerikleri ve imalat biçimleri nedeniyle kullanmak istemeyen kişilerin de bu özellikleri olmayan ama aynı sonucu verecek başka madde, yol ve yöntemlerle tedavi edilme hakları, dolayısıyla bunu talep etme hakları vardır.
hizmeti sunanların, hasta ya da yakınlarının tercihleri nedeniyle, ayrımcılık yapmamaları, koşul ve olanaklar oranında onların tercihlerine göre uygulamalarını gerçekleştirmeleri gerekir.
ancak bu zorunluluk, uygulamayı yapacak olanların hizmetten yararlanacak olanın ne istediği ya da düşündüğüne bakmaksızın kendi tercihlerini dayatmasına da yol açmamalıdır.
böyle davranıldığında o kişi mesleğini bilimsel kurallarıyla değil, kendi inançlarına göre uygulamış olur ki, bu yalnız “etik dışı” değil, aynı zamanda hem “ayrımcı” bir tutum, hem etik bir kusur, hem de suçtur.
asıl sorumlu devlettir
sağlık hizmetlerinden yararlanmak temel bir insan hakkıdır. sağlık hizmetinin ilke ve kurallarına göre sunulması ise devletin görevidir. eğer bu süreçte gerekli araç gereçlerin seçiminde “inanç” unsuru bir etkense ve gözetilmediği durumda bazı hak ihlâlleri söz konusu olacaksa, devletin buna yönelik önlemleri alması gerekli sunumları sağlaması da ödevlerinden birisidir.
ancak bu sunum yalnız “çoğunluk olan inanç sistemi”ne göre yapılmamalı, aynı konuda benzer talepte bulunan farklı inançlara sahip olan herkes için de geçerli olmalıdır. tüm vatandaşlarına ve erk alanındaki herkese ayrımsız bir sağlık hizmeti verilmesini öngören bir devlet ile, bu alanda sunumda ya da denetimde bulunanların tümü de herhangi bir ayrımcılığa, dolayısıyla hak ihlâli ve kayba neden olmayacak şekilde davranmalıdır.
“inanç, iman ve itikad”ı mutlak görüp, o inançları nedeniyle bunları dayatanların genellikle “öz” çıkarları ya da başka nedenlerle için böyle davrandıkları ya da davranacakları da göz ardı edilmemelidir.
sağlık hizmetinin artık bedelsiz sunulmadığı ve piyasa koşullarına göre şekillendirildiği günümüzde böyle bir talepten yola çıkarak, yalnızca “maddi çıkarlar”ı için bunu dayatanlara da dikkât edilmesi, buna yol açılmaması, bundan sakınılması da gereklidir.
toplumun ve onun gereksinimlerini karşılama süreçlerinin belirli bir “inanç” sistemi temelinde belirlemek isteyenlerin, bunu gönüllü olarak ve kendiliğinden gerçekleştiremediklerinde, hemen daima “dayatma ve zor”u gündeme getirdikleri asla unutulmamalıdır.
asıl dikkât ve itiraz edilmesi gereken de, hak ihlâline yol açan ya da açacak olan da budur. (ms/hk)