Sınıfa girip okul sırasının üzerindeki kurşunları gördüğümde 16 yaşındaydım. Oysa o güne kadar ne silahla, ne de herhangi bir aparatıyla alakam olmuştu. Babamın “beylik silahı”na dahi ne bakılır, ne dokunulurdu evde. Hatta büyük temizlik günlerinde hasbelkader ortaya çıkıp da gördüğümüzde dahi, evde bir tuhaf hava oluşur, apar topar ortadan yatak altına kaldırılırdı.
Ama işte o gün, sınıfın ülkücü öğrencileri bunu reva görmüşlerdi bize… Faşist diyemiyorum, çünkü ben sosyalist, onlarsa faşist olmak için daha çok küçüktük! Ayrıca ‘erk’ sahibi de değildik.
Biz bir kızlar ekibiydik, solcuyduk, sporcuyduk, eğlenceliydik o kadar… O günden beri aldığımız bütün tehditlere, etrafımda tanık olduğum onca şiddete rağmen, şiddet, benim ve yakınlarımın ruhunda boy vermedi.
Sonra üniversite yılları geldi, Ankara Hukuk’a başladığım ilk gün, karşımda, sıraya kurşun koyanlardan birini gördüm. Onlar ancak küçük bir grup olarak ve polis eşliğinde gelebiliyorlardı üniversiteye. Aniden bir patırtı koptu ve o küçük gruba saldırıldı. Tanımasam da tartıştım solcularla: Neden? Zaten küçük bir grup ve hiçbir güçleri yok, neden bu saldırı! Onların da nedenleri vardı!
Günler günleri kovaladı. İktidar “Bana milliyetçiler adam öldürüyor dedirtemezsiniz” dedi. Oysa bir gün önce konuştuğum arkadaşımı, ertesi gün vurdular. Sadece düşüncemizi ifade ettiğimiz için yüzlercemiz cezaevlerine girdik. Ardından böyle bir iktidarı dahi yeterli görmeyen askerler geldiler. Bir hafta önce konuştuğum arkadaşımı ertesi hafta astılar… Yaşadıkları işkenceleri anlattı arkadaşlarım hem ağlayarak, hem gülerek. Gençtik ve gülebiliyorduk “her şeye rağmen”…
Yıllar yılları kovaladı. Bizler, aynı zamanda şiddete uğrayan ya da her an uğrayabilecek olan kadınlardık, birbirimize tutunduk, erkek şiddetine karşı çıktık. O günlere kadar “özel” sanılan alanların gizlerini ifşa ettik, dayanıştık. Yine “her şeye rağmen” gülebildik.
İnsan Hakları Derneği’nde çalışırken faili meçhulleri gördük, çocuğunu kaybeden çoğu Kürt insanların çocuklarının izini emniyette bulduğumuzda sevindik ölmediler diye!
Ve ben bu ülkenin insanı nefessiz bırakan zulüm tarihinde, ölmediğim, işkence görmediğim, tecavüze uğramadığım için hiçbir şey yaşamadığımı düşündüm yıllarca, ta ki bir psikolog arkadaşım, bu hayatta en korkunç şeyin acıya tanıklık olduğunu anlatana kadar!
Bir darbenin ertesi yılı doğdum. Bir başka darbede ilkokul son sınıftaydım… Deniz’lerin kalemini kıran hakim karşı apartmanımızda otururdu, biz evde ablamla ağlardık. Bir başka darbede coşkumu, sevincimi, arkadaşlarımı kaybettim… Daha yakın tarihli girişimlerde de demokrasiye inancımı…
Bugün bir Mayıs sabahında yeniden doğdum. Gençleştim, eğlendim, güldüm. Yine ağlattılar, yine güldüm. “Gezi” de hayat buldum. Gösterebildiğim herkese gösterdim orayı. Annemi ve oğlumu alıp gittim. 79 yaşındaki annem “Nasıl mutlu oldum anlatamam” dedi. Marjinal değildi, darbeci değildi, ayrımcı değildi. Yıllarca endişeyle beni merak etmişti, bu kez de oğlum endişeyle merak etse de, onun daha çok genç olmasına dua ettim, en önlerde koluna yapışıp durmak zorunda kalmadığım için, ben onu merak edeceğime o beni merak ettiği için…
Diyorum ki sayın erk sahipleri; bizlere yaşattıklarınızı onlara yaşatmayın artık! Yeter!
Bizler “her şeye rağmen” gülebiliyorken, bugünün gençleri henüz “rağmensiz” gülebiliyorlar. Bizlerden daha yaratıcı ve özgürler, en azından zihinlerinde… Onların zihinlerini öfkeyle doldurmayın.
İktidara karşı olabiliriz, erkek egemen iktidarlara hepten karşı olabiliriz, ama ne darbeciyiz, ne şiddet yanlısıyız, ne de ötekileştirmekten yanayız… Bizleri yıllarca tasnif etmeye uğraştınız, onları rahat bırakın!
Bu ülkede çocuk oldum, kardeş oldum, arkadaş oldum, hukukçu oldum, sosyalist oldum, feminist oldum, anne oldum. Ben fani olduğumu da biliyorum. Bugün belki ilk defa gözüm arkada kalmadan toplantılardan çıkıyor, barışçı bu insanların her zorluğun üstesinden gelebileceğini görüyor, hiçbir iktidar kurmadan her “mevki”yi onlara bırakmak gerektiğine yürekten inanıyorum.
Belki farkında değilsiniz ama sizler de gelip geçicisiniz, fanisiniz. Bir zamanlar Nihat Behram’ın dizeleriyle İstanbul şehrinin işkenceci Faik Türün’e “İstanbul seni seçmeyecek” dediği gibi, sizin de seçilmeyeceğiniz, atanmayacağınız zamanlar gelecek: Bu ülke sizi seçmeyecek!
Bakmayın, gaz da gazdır gelir geçer ama yaşlı, umutsuz ve mutsuz zihinler kalıcıdır, hepimizi deler geçer! Bırakın “Onlar”ın zihinleri açık olsun, genç olsun, umutlu olsun…
Onları da acılara tanık etmeyin artık. Yeter. (FK/ÇT)