Gezi Direnişi 40. gününe ulaştı ve buna mukabil bir festival düzenleniverdi: Gazdanadam. ‘Gezi Direnişi’ halen devam ederken bir festival düzenlenmesi, hem de bunun Taksim’de değil, Kadıköy’de düzenlenmesinin sıkıntısı bir yana, Birgün gazetesi ve LGBT Blok’un festivalden çekilmesi insanın aklına şunu getiriyor: bu festival kimin festivali?
Birgün’ün açıklaması çok net, “ulusalcı ve şoven” bir gösteriye dönüştüğü için festivalden çekildiğini ifade etmiş. Festivale bizzat gitmedim –niye gitmediğimi de birazdan açıklayacağım- ama internette canlı yayın sayfasında gördüğüm Türk bayrağı hakimiyeti, Birgün’e hak vermeme yetti. Bir de bunun üstüne sahneden ‘Türk milleti büyük bir coşku içinde’ gibi anonslar yükseldiğini duyunca, Gazdanadam’da bir daha hortlayan bu ‘ulusalcı’ (şuna açıkça milliyetçi desek aslında rahatlayacağız) damarı bir daha deşelemek elzem oldu.
Gezi Direnişi’nin ilk günlerinden beri ellerinde Türk bayraklarıyla, Onuncu Yıl Marşı okuyarak, Mustafa Kemal’in Askerleriyiz diye bağırarak ‘direnen’ yeni statükocu-eylemci tiplemesi kafamızı meşgul etti. Daha önce eylemlere katılmayan, belki de 1 Mayıs’a katılan ‘solculara’ ‘terörist’ gözüyle bakan bu insanlar birdenbire devrimci hareketleri benimseyiverdiler. Garip manzaralar ortaya çıktı, ‘Katil devlet hesap verecek’ diye bağıran insanlar bir yandan da o devletin bayrağını sallıyorlardı, sanki karşılarında çok korktukları Ruslar falan varmış gibi ‘Ne Mutlu Türküm diyene’ bandanalarıyla barikatlarda dolaşıyorlardı.
Şimdi bu ulusalcı tepkiyi anlamak için AKP’nin o meşhur rövanş duygusuyla ‘ulusalcaları’ da tahakküm altına aldığından bahsedebiliriz. 1 Mayıs’ı yasaklarken, 19 Mayıs’ı da yasakladı bu yeni iktidar türü. Evet. Ama ulusalcıların gruplar içinde bir grupken şimdi böyle manzaraya hakim olmak istemeleri tehlikeli bir şey. Çünkü Gezi vakasından çok önce de ‘meydanlarda’ olan muhaliflerin istediği şey, şimdiki mütehakkim yapıyı bozup, bunun yerine eski ‘Kemalist’ statükoyu koymak değil.
Ulusalcıların anlaması ve sorgulaması gereken çok şey var. Bu ülkede ‘ulusalcı’ söylemle ve ‘Türk’ bayrağı altında çok katliam yapıldı. Dersim katliamından tutun da, Hrant’ın öldürülmesine kadar bütün vahşet olaylarında failler hep ‘Türklük’le övündüler ve Türk bayrağıyla poz verdiler. Bu vahşi T.C. tarihinden hicap duymak, o bayrağı bir kötülük simgesi olarak katlayıp bir kenara kaldırmak yerine, ‘benim Kürt, Ermeni, Rum kardeşlerim de var’ gibi pişkin bir yorumla meseleyi geçiştirmek çözüm değil.
Çoğu kişiyi rahatsız eden bu ‘ulusalcı’ refleks aslında sadece işin ucu kendisine dokununca tepki veren, benmerkezci bir yerden besleniyor ki bu ‘benmerkezci’ iktidar isteğinden çok ayrı bir şey değil. Mesela iki sene öncesini hatırlayın: ülkenin en büyük ‘muhalif’ olayı olan 1 Mayıs’ta Türk bayraklı özgürlük savaşçıları alanlardaydı da biz mi görmedik? Şimdi nasıl oldu da statü sembolünü sallayıp, statükonun taleplerini geri istemek ‘devrimci’ ve ‘özgürlükçü’ bir şey oldu? Mesele AKP öncesi eski Kemalist statükoya dönmek değil. Ne İslamcı, ne ulusalcı dikta istiyoruz.
Burada önemli olan yeni bir kafaya ulaşmak. Bir şuur sıçraması yaşayıp her şeyi bir daha gözden geçirmek. Meseleye sadece ‘bize dokunan’ küçük bir kısmından dahil olmamak. Ve daha da önemlisi, o küçük kısmı diğerlerine dayatmamak. Gezi olaylarından birkaç hafta önce Ginsberg’le ilgili bir yazı yazmış ve orada Ginsberg’ün ‘yeni bir dünya ancak yeni bir kafayla mümkündür’ deyişinden bahsetmiştim. Şimdi bunu tekrar etmek gerekiyor. Bir muktedirin gidip, yerini başka bir muktedirin alması özgürlük falan getirmeyecek. Dünyadaki dışlayıcı, ‘hakikat sahipliğine’ soyunan, mutlakiyetçi mantığı sarsmak lazım. Gezi direnişinde bir rüzgar gibi oluşan dalgayı eski statükocu reflekslere hapsetmek, Türk bayrağına bürüyüp, mevzuyu bir Cumhuriyet mitingine dönüştürmek, yeni bir kafanın oluşmasını daha baştan engeller. Kanalları kapatmayalım, daha da açalım. Ve herkes elinde tuttuğu sembolü canhıraş sallamak yerine bir daha sorgulasın. Mesele bu. Bayraklarına sarılanlara, meydanları tektip ‘kırmızı-beyaz’a boyayanlara şunu da hatırlatmak lazım: Gezi parkına müdahale edildiğinde, yapılan ilk şey AKM üzerindeki bayrak/flama çeşitliliğini yok edip, oraya devasa bir Türk bayrağı ve Atatürk portresi asmaktı. Kazlıçeşme’ye de insanlar tektip Türk bayraklarıyla gittiler. İktidarın sembollerini ve reflekslerini kullanmayınız. Tektipleştirici dayatmalardan uzak durunuz. Başka türlü bir şey bizim istediğimiz.
Gazdanadam Festivali’yle ilgili iki sorun daha var. Birincisi, festivalin Taksim meydanı, Gezi parkı civarında değil, Kadıköy’de düzenlenmesi. Cumartesi günü insanlar Gezi parkına, meydana çıkmak isterken gaza boğuldular, sonra Pazar akşamı Kadıköy meydanda bir festival düzenlendi. Niye ki? Eskiden Taksim’de 1 Mayıs’a izin verilmediğinde Kadıköy’de ‘barışçıl’ eylem yapan grupların handikapını hatırlattı bu bana. Şöyle ya da böyle, şu anda ülkenin çeşitli yerlerindeki parklara dağılmış olsa da, hareketin sembolik merkezi halen Taksim ve Gezi Parkı. Oradan korkunç bir polis şiddetiyle atılmış olan insanlar, Kadıköy’de ‘rahat rahat’ festival yapabilmekten rahatsızlık ya da bir şüphe duymadılar mı? Taksim’e çıkmak yönündeki her hareketi ağır bir şekilde bastıran polis devleti neden bize hiç dokunmadı diye düşünmediler mi?
Gazdanadam’daki bir diğer sorun da ismiyle alakalı. O malum ‘cinsiyetçi’ tonu herkes gördü. ‘Gazdaninsan’ daha iyi bir başlık olabilirdi. Ama öyle olsa bile, festivalin adı yine sorunlu olurdu. Dalga geçmek ile mevzuyu olağanlaştırmak arasında ince bir çizgi var. Gaz’la dalga geçen birçok slogan yazıldı duvarlara. Bu sloganlar ‘alay’ etme işlevini bir güzel yerine getirmişti. Ama böyle kitlesel bir festivale bu ismi vermek, durumla alay etmekten çok ‘gaz’ denilen kimyasal silahı olağanlaştırmaya yarıyor. Acıyı yüceltmekten bahsetmiyorum tabii ki, ironi şahane bir şey ama böyle ‘olağanlaştırıcı’ kitlesel bir ironi tehlikeli bir şey. Bu espri, olayın ‘acı’ yönünü tamamen ıskalıyor gibi geldi bana.
Ben böyle düşündüğüm için bu ‘festivale’ katılmadım. Orada bir Türk bayrağı hegemonyası yaşanacağından habersizdim. Bu da işin içine girince, Kazlıçeşme’ye karşı Kadıköy gibi nahoş bir durum çıktı ortaya. Lütfen bu büyük şuur patlamasını iki kutuplu bir laik-dindar çatışmasına indirgemeyiniz. İlla da taşıyacaksanız ortasında Gezi parkının ağaçlarının olduğu rengarenk bir bayrak taşıyınız. LGBT ve Birgün bizi niye terk etti diye, yani niye ‘herkesin festivali’ olamadık diye bir düşününüz. ‘Yeni bir kafa’ için buradayız.. Eski kafaya geri dönmek için değil. Parklar da forumlar da bunun için devam ediyor. (AE/ÇT)