Nilüfer Göle’nin Gezi Parkı hareketine katılan protestocuların çok sesliliğini tanımlamak için kullandığı “yeni vatandaşlık” kavramı, göçmen protestocuları için henüz geçerli değil. Londra’da yaşayan Türk ve Kürt göçmenler, Gezi Parkı protestolarına destek vermek için bir haftadır toplanıyorlar. Bu destek gösterilerini organize ederken ayrı yerlerde toplanmaya ve birbirleri ile bir arada bulunmamaya özen gösteriyorlar. Oysa ki, Türkiye’de bir meydanda Atatürk ve Abdullah Öcalan posterleri aynı anda dalgalanıyor ve kavga çıkmıyorsa hükümetin ayrıştırmaya çalıştığı gruplar hükümete rağmen ve daha çok Başbakan Erdoğan’a karşı bir arada bulunabildiklerini gösterdiler.
Her ne kadar ağaçların sökülmesine yönelik bir protesto olarak başlasa da, Gezi Parkı eylemlerinin ardında yatan asıl nedenin bu olmadığı artık kesin. Aslında Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidarının, daha çok da Başbakan Erdoğan’ın bazı kesimlerin hassasiyetlerini görmezden gelerek “ben yaparım olur” mantığı ile davranması, farklı yaşam biçimlerini görmezden gelmesi, bazı kesimlerde içten içe bir öfkenin birikmesine neden oldu. Gezi Parkı eylemini bu biriken öfkenin patlaması olarak değerlendirmek mümkün.
İdeolojik söylemler, gösteriler de olsa Gezi direnişi aslında, ideolojinin sivri dili yerine, bir arada yaşamanın, toplumsal kucaklaşmanın yumuşak dilini benimsedi. İdeolojilerin dışında kaldı.
Oysa İngiltere’de yaşayan Türk ve Kürtler için Türkiye’dekine benzer bir öfkenin birikmesine neden olacak bir baskı söz konusu olmadığı için; Londra’da Gezi Parkı eylemlerine destek adına yapılan gösterilerde, Gezi direnişi ruhunu aramak boşuna bir çaba olsa gerek.
Göçmen protestolarında Gezi eyleminin yumuşak kucaklayıcı dili yerine, ideolojilerin sivri dili öne çıkıyor. Çünkü onlar eylemlerinde, ideolojilerinin dışına çıkarak, farklılıklarını unutarak kucaklaşmanın yerine, farklılıklarını öne çıkaran bir tavrı benimsiyorlar. Türk bayağı taşıyan bir grup, Öcalan posteri taşıyanları uyararak, “Türk bayrağının olduğu yerde, Öcalan posteri açtırmayız” diyerek müdahale edebiliyor. Benzer tavır Amerika’da gerçekleşen destek eylemlerinde de yaşandı.
Oysa ki, Gezi hareketi; rengarenk, “tekçiliğe” karşı, asgari hak ve özgürlükler adına bir araya gelmiş insanların birbirlerinin özgürlük taleplerini anlamaya başladığı, hoşgörünün ve uyumun yaşandığı, “apolitik” olarak görülen gençliğin aslında ne kadar duyarlı ve dirençli olduğunu gösteren ideolojilerin de önünde bir kitle hareketine dönüştü. Gezi eylemi, bunca yıldır ötekileştirilen, birbirine düşman edilen halkın birlikte direnebildiğini gösterdi.
Farklı ideolojilerden kesimler kendi flama, afiş ve posterleri ile aynı ortamda buluştular; birbirlerine tahammül ettiler.
Miraç Kandili’nde gençler içki içmeyerek yasaklar konulmadığı zaman farklı yaşam biçimlerine uyum gösterdiklerini kanıtladılar. Gezi Parkı hareketi ile anlam bulan “yeni vatandaşlık” tanımında hayatımızda yer almış ve halkı ayrıştıran politik kimliklerin işlevini yitirdiği görülüyor. Yani, ideolojilerin ötesinde, asgari talepler çerçevesinde halkı bir araya getiren bir demokrasi anlayışı oluştu. Gezi Parkı hareketi, iktidar karşıtlığı üzerinden demokrasi adına empati tohumlarının atıldığı, “öteki”lerin de anlaşıldığı bir gökkuşağı hareketi.
Peki bu çokseslilik neden göçmen toplumlarının protestolarına aynı şekilde yansımadı? Dünyanın dört bir tarafından Türkiyeli göçmenler eyleme destek veriyor. Londra’da yaşayan Türk- Kürt göçmenleri örnek alarak Gezi Parkı hareketini ulus aşırı bir hareket olarak incelediğimizde Taksim’de bir arada bulunan çoksesli topluluğu Londra’da gerçekleşen protestolarda görmek birkaç nedenden dolayı biraz zor:
Her şeyden önce göçmenler, Gezi Parkı protestocuları gibi birlikte baskı görmediler, gaz yemediler, polis şiddetine maruz kalmadılar. Dolayısıyla, protestolar sırasında polis şiddeti görmekten kaynaklanan kolektif bir bellek oluşmadı.
Göçmenlerin Gezi Parkı hareketine destek için organize ettikleri protestoları analiz ederken göçmen kimliğinin etkisini de dikkate almak gerekiyor. Çoğu göçmen toplumların oluşturulmuş siyasal kimlik kalıplarından kolay kolay sıyrılmasını bekleyemeyiz. Çünkü bu direniş “memleket” için yapıldığında ulusal söylemler de ister istemez meydanda yer alıyor ve protesto ideolojilerin önüne geçemiyor. Türkiye’deki değişimi; yerinde, gündelik hayatta pratik edememek de çoğu göçmenin Gezi Parkı hareketinin rengarenk profilini kendi protestolarına yansıtmasını engelliyor.
Dolayısıyla azınlık ile empati kurmak çok da kolay olmuyor. Bu yüzden Gezi Parkı protestocularının çoksesli profili göz önüne alınarak tanımlanan “yeni vatandaşlık” kavramı, yurtdışında protestoya katılan çoğu göçmen için henüz geçerli değil. Türkiye’de oluşmaya başlayan ortak bellek, yurtdışı için şimdilik söz konusu değil; çünkü onlar birlikte gaz yemediler, polis şiddetine karşı birlikte direnmediler. Yurtdışı için öyle görünüyor ki farklı fikirlerin bir araya gelmesi, “ötekileştirilmiş” kimliklerin bir arada bulunması, dayanışmanın tohumlarının atıldığı yeni bir vatandaşlık pratiğinden bahsetmek pek mümkün değil ama zamanla göçmenler de yeni Türkiye’yi anlayacak; farkındalığın dili oluşturulacak, azınlıklar ile empati kurulacak, çok sesli, çok kültürlü, çok kimlikli, çok dilli ve çok inançlı Türkiye’yi benimseyecekler. (DŞ/EKN)
* Dr. Doğuş Şimşek, Sosyolog, Londra Regent’s Üniversitesi