"ingiliz doktorları 21 haziran'da ülke çapında iş yavaşlatmışlar." bizdeki deyişiyle söylersek "g(ö)rev" yapmışlar. buna dair haberleri "yaygın medya"da görüp izleyemedik.
doğrusu bu olayı ben de ttb'nin tıp dünyası gazetesi'nin son sayfasında "sizin greviniz nasıl olsun" sloganıyla yer alan haberlerin içinde gördüm ve ondan sonra araştırdım. kendi kendime "olamaz" dedim ve geri dönüp ttb'nin basın taraması sayfalarından 20-23 haziran arasındaki dört günü bir kez daha taradım. bu haberi yalnızca 22 haziran tarihli "günboyu" gazetesinde gördüm. bbc'nin türkçe sayfasında ise aynı gün yayınlanmıştı. ana akım medyada ise aynı gün hürriyet'in almanya'dan yayın yapan sitesi'nde bu haber verilmişti.
ana akım medya için böyle haberlerin bir önemi yok herhalde! daha önce tokat'taki yoğun bakım servisi ölümleri konusunda yazdığım yazıda da aynı şeyi vurgulamıştım: sanırım bu tür haberleri "yazmak" ya da "göstermek" başa bela bile getirdiği için olmalı görmezden geliniyor.
buraya bir "mim" koyalım ve bundan sonra da izleyelim. birileri bu haberlerin neden verilmediği konusunda yönde duyumlar alırlarsa bizimle paylaşsınlar, biz de kamuoyuna duyuralım.
gerçekten de sağlık alanında bazı haberler "tabu" mu?
bu eylem ingiliz doktorların ilk eylemleri değil. 29 kasım 2011'de "750 bin"in üzerinde kamu çalışanının katıldığı bir günlük greve de oldukça yoğun bir şekilde katıldıkları kaydedilmişti.
bu kez farklı!
çünkü yalnız hekimlerin gerçekleştirdiği son grevin üzerinden yaklaşık "40 yıl" geçmiş. 1972'de ingiltere'nin meşhur maden işçileri eylemlerinden sonra 1975'de çoğu genç hekimler tarafından haftalık 40 saatlik çalışma süresi için gerçekleştirilen grevden sonra yapılan ilk eylem bu.
diğer yandan bu eylem için ingiltere tabip odası (orada 'tıp derneği' deniliyor) (bma) tüm birleşik krallık kapsamında bu iş yavaşlatma eylemini örgütlemiş ve üstelik bunun için de bir "oylama" yapmış. bbc'nin haberine göre 104 bin üyesi olan örgütün % 80'i bu grevi "desteklemiş".
katılımın ne kadar olduğuna dair sonraki günlerde bir bilgi bulamadım.
bma başkanı'nın ifadesine göre hekimler "hükümetin hem doktorların emeklilik yaşını 68'e çıkarması, hem de emeklilik için maaşlardan yapılacak kesintilerin yükseltilmesi"ne itiraz ettikleri için eyleme gitmişler. üstelik hükümet 2008'de yaptığı bir düzenleme sonucunda bütçeye "yılda 2 milyar sterlin" katkı sağlamış. şu anda da bu miktarı arttırmayı amaçlıyormuş. hekimlerin itirazları buna!
bbc'nin verdiği bilgiye göre grevin hemen öncesinde nhs yetkilileri bugün için alınmış randevulardan sadece yüzde 10 civarında iptal olduğunu açıklamış.
emekçiler her yerde sokaklarda
ttb'nin sunduğu haberin arka planında "sizin greviniz nasıl olsun" derken hekimlere yönelik "kamuoyu yoklaması" yapmayı amaçladığını düşünüyorum. çünkü dünyanın hemen her yerinde diğer emekçiler gibi hekimler de sokaklarda ve eylemlerde.
23 temmuz'da birgün gazetesinde yer alan bir derlemede portekiz'de de sağlıkçıların 11 temmuz'da eylemde oldukları ve yapılan bir günlük grev sırasında 400 bin hasta randevusu ve 4.500 ameliyatın iptal edildiği kaydediliyor.
türkiye'de hekimler ve sağlıkçılar da çeşitli zamanlarda benzer eylemler yaptılar. ancak böylesi bir genel grev ya da iş yavaşlatma ne oranda gerçekleşti, ne oranda başarıldı bunu net verilerle bilmiyoruz. çünkü ttb ve ses'in bu tür eylemlerine katılanlara dair kesin ve somut bilgiler hükümetin bu eylemleri "yasa dışı" kabul etmesi nedeniyle olmalı açık ve yaygın olarak sunulmuyor.
türkiye'de de hekimler ve sağlıkçıların durumlarından ve yaşadıklarından "hoşnut olmadıklarını" sıkça ifade ediyorlar. ama kendilerine dayatılan ve sıklıkla eleştirdikleri hükümet, bakanlık ve sgk uygulamalarını da hemen her yerde yerine getiriyorlar. yalnız öğretim üyelerinin tam gün çalışmaları konusundaki tutumlarıyla hükümete geri adım attırabildiler.
yapılan kamuoyu yoklamaları ise sağlık konusunda sunulan hizmetlerden vatandaşın memnuniyetinin eskiye göre bir miktar azalma olsa da sürdüğü yolunda. öte yandan sağlıkçıların gerçekleştirdikleri eylemlere vatandaşın genel olarak tepki göstermek yerine "sempati" ile yaklaştığı söylenebilir.
ancak hekim ve sağlıkçıların örgütlenmelerinin henüz, kendi istediklerinin tümünü ya da çoğunu gerçekleştirmeyi sağlayacak ölçüde bir eylemlilik içinde olmadıkları da açık.
bu durum neden kaynaklanıyor?
bu süreçte türkiye ile diğer ülkeler arasındaki farkları ortaya koyabilmek üzere soruna baktığımda burada iki önemli noktanın eksik olduğunu gözlemliyorum.
bunlardan ilki "somut talebin yokluğu ya da belirsizliği!"
hekimler ve sağlıkçılar hükümetin uyguladığı ve dünyanın hemen her yerinde uygulanan sağlıkta dönüşüm programı"nı en genel anlamıyla reddediyorlar. bunun yanlış ve toplum sağlığına zararlı olduğunu söylüyorlar. ama bu haliyle bu somut bir "isteği" ifade etmiyor.
bunun yerine ne olması gerektiği konusunda genel ve çoğunlukla "nasıl yapılacağı, erişileceği" belirtilmeyen bazı "hedef"ler sıralanıyor. mevcut sistemin içinde olan kimi değişiklikleri gerektikçe yapabilen hükümet, kendisine aslında dünya bankası, dünya ticaret örgütü gibi uluslar üstü örgütlerin dayattığı modelden geri adım atmıyor, atacağa da benzemiyor.
demem o ki, sdp'na itiraz ve ret edenlerin üzerinde anlaşacakları, hatta zamanlandırılmış bir alternatif programa gereksinimleri var ve bence bu ne yazık ki şu anda yok. aslına bakılırsa, iktidarı hedefleyen siyasi partilerin de bu anlamda somut programlarının olduğu söylenemez.
karşı olanlar birlikte mi?
ikinci ise gerçekten "karşı" olanların bütünün içindeki yer ve konumlarının ne olduğu, ne oranda birlikte davranıp davranamayacakları konusu. bunun da nedeninin "örgütlenme", "muhalefet etme" ve "eylemlilik" süreçlerinin ne ölçüde "demokratik mekanizmalar"la şekillendirildiğinin belirsiz olması.
ttb haziran sonunda bir büyük kongre gerçekleştirdi. daha önce de olduğu gibi seçilen yönetim tabip odalarından gelen delegeler tarafından belirlendi. "etkin demokratik ttb", "hekim güçbirliği" ve "türkiye hekim platformu" adında üç farklı grubun katıldığı seçimler sonucunda "etkin demokratik ttb" grubu kayıtlı delegelerin %52'sine, oylamaya katılanların da %64'üne karşılık gelen sayıda oy alarak "blok olarak" örgütün yönetimine geldiler. böylelikle mevcut seçim sistemi gereği hemen her yerde azınlıkta olan gruplar yönetim ve karar organlarında ve süreçlerinde bulunma haklarını yitirmiş oldular.
bu sonuçlar temel alınır da bir değerlendirme yapılırsa, eğer ttb kendi yönetim organları ile bir "eylemlilik" kararı alırsa bu karara %36-48 oranında hekimin "katılmadığı" yolunda bir çıkarsama da bulunulabilir. bu ise "bütünü temsil edip etmeme" bakımından büyük bir orandır ve tüm hekimlerin olmasa da ingiltere'de olduğu gibi hekimlerin bütününe yakınının gerçekleştirilen eylemlere en azından karar aşamasında katıldığı duygusunu sağlayacak süreçler gündeme getirilmelidir.
eylemliliğin temel dinamikleri
günümüzde gerçekleştirilen her konudaki sokak eylemlerinin en önemli özelliği bir "merkezi otoritesi olmayan" ve katılımcıların kendilerini birbirlerine "eşit düzeyde etkin hissettikleri", çok sayıda birbirinden bağımsız grupların yatay anlamdaki birliktelikleri ve "gönüllülük" temelinde olmasıdır. sokağa çıkılarak yapılan "hak arama" ve "muhalefet" eylemlerinin katılım ve etkisi bu unsurların ne oranda içerildiğine bağlı olarak değişmektedir.
hekim örgütlerinin ötesinde sağlıkçıların "sendikal" örgütlerinde de durum aşağı yukarı hekim örgütünde olduğu gibidir. dolayısıyla katılımın bu tür engeller nedeniyle etkilenmesi sonuç alıcı eylemlerin gerçekleştirilmesini daha da zorlaştırmaktadır.
nasıl %51'in desteği ile hükümet eden akp'ye, dolayısıyla seçim sistemine, hatta meclisin konfigürasyonuna itiraz ediliyorsa bu yapılanmaların örgütledikleri eylemlere yönelik "itirazlar" haklı(?) bulunacak bir gerekçeye kavuşmuş olmaktadır.
bu koşulda yapılması gereken, akp'nin önerdiği gibi farklı düşünce yapılarına sahip çok sayıda meslek örgütü ve sendika kurmak değil, meslek örgütleri içinde birlikte ve uzlaşarak karar alma sistemlerini sağlayabilecek karar ve yönetim mekanizmalarını yaratma tutumu yeğlenmelidir.
bunun çok önemli bir başka yararı ise "demokrasi"ye dair algı ve tutumların değişmesinin de bu süreçlerde gündeme gelerek yerleşmesidir. o zaman hiç kimse çoğunluğun, hatta bütünün istemediği bir şeyi yapma hakkını kendisinde göremeyecek, görse bile bunun uygulanması mümkün olmayacaktır.
vesayet yalnızca askeri ve bilgiye dayalı olarak gündeme gelmez, aynı zamanda "çoğulculuk" yerine "çoğunluğun" belirlemesi de "azınlık" olanlar için başka ve kabul edilemeyecek bir vesayet şeklidir. (ms/hk)