Bir haber okudum: Tanınmış bir sanatçı aile, çocuklarının bedenine yabancı bir şey girmesin, doğal yaşasın diye aşı yaptırmayacaklarını açıklamışlar(1).
Haberi okuyunca belleğimde "aşıyla ilgili" ne varsa, hepsi ardarda sökün etti.
İlkin 1984 yılında, Ordu'nun Akkuş ilçesinin bir köyünde yaşamını difteri nedeniyle yitiren çocuklar geldi aklıma. Onun çağrıştırdığı ise Ceyhun Atuf Kansu'nun "Kızamık Ağıdı" şiiriydi. Çünkü orada anlatılanların aynısını yaşamıştım; o kış gününde o dağ köyünde, yeni çocuklar difteriden ölmesin diye kan ter içinde uğraşırken.
"Ah, ben bir gün tepelerden, tepelerden, / varıp önünüze, önünüze dikilip duracağım, / aydınlardan, hekimlerden, öğretmenlerden, / bir gün soracağım, bu çocukları soracağım."
Sonra kimse bir daha bunu yaşamasın, onlar böyle sorunları yaşamadan ne yapılacağını bileyim diye o senenin yazında Heybeliada'daki Sağlık Bakanlığı Misafirhanesi'nde, tüm Türkiye'nin farklı illerinden gelen hekimlere, sağlık memurlarına yönelik olarak yapılan, benim de katıldığım "Bağışıklama Kursu"nda öğrendiklerim geldi aklıma.
Aşının, aşı yapılandan çok toplumu koruduğunu o zaman öğrenmiştim. Aşıyla önlenebilir bir hastalığı yapan etken, toplumda aşılanan insan sayısı belirli bir orana ulaşınca orada "var olamıyor"du! Hedef grubunda olan herkesi aşılamak, aşının koruduğu hastalığı yapan canlı hastalık etkeninin o toplumda ortadan kaldırılmasının tek yoluydu.
Ben çocukken hepimize yapılan "çiçek aşı"sının 1975'den sonra kimseye yapılmamasının, başka bir deyişle bu hastalığında yeryüzünden kalkmasının nedeni, tüm dünyada bu hastalığın etkenini bünyesinde barındıracak insanın yapılan aşılamalar sayesinde kalmamasıydı.
Hiçbir zaman unutmayalım: Aşıyla yalnız hastalar değil, hastalıklar da yok edilir.
Aslında bu gerçeği tıp fakültesinde anlatmamışlardı bize. Sağlık hakkı bağlamında yaşamımın belki de "ilk dersi"ydi bu. Onun için aşıyla önlenebilir hastalıklar için, aşıya gereksinimi olan çocukların anne babaları değil, toplumun tümünün bu hastalıkları yaşamaması için devletin yerine getirdiği en temel görevlerinden birisi olduğunu öğrenmiştim. Sosyal devlet ve sağlığın toplumsal bir konu olduğunu da gösteren en somut örneklerden birisiydi bu.
Sağlık Ocaklarının işlevi
Sonrasında "özel kampanyalar" olarak değil, kendi sağlık ocağı, sağlık evi bölgesinde yaşayan çocuklar için yılda on iki ay koşturan sağlık ocağı çalışanları, ebeler, sağlık memurları, onlara eşlik eden, arabayla, atla ama çoğu yürüyerek aşı yapmak için, köy, köy, mezra mezra dolaşan sağlıkçılar geldi aklıma. Aşı ekipleri bir köye girdiğinde köşe bucak saklanan veya kırlara kaçan çocuklar geldi. Aşı ekiplerinin onları aşılamak için ailelerine döktükleri diller, çabaları geldi aklıma.
Kendi çocukluğumda olduğum aşıları da anımsadım; eski yöntemlerle, kocaman iğnelerle yapılan. Ama o aşılar sayesinde sağ olduğumu, sağlıklı bir şekilde yaşamımı sürdürdüğümü, benle yaşıt ama çocukluğunda gerektiği gibi aşılanmamış bireylerin varlığından haberdar olunca anladığımı da...
Çocuğum olduğunda da onun aşıyla önlenebilir hastalıklara yakalanmasın diye, aşı kartındaki kontrol tarihlerini günü gününe nasıl takip ettiğimiz aklımdadır hep.
Aşının hem toplumsal, hem de bireysel bağlamdaki anlamını öğrenmek, ama daha önemlisi bunu somut bir tutum ve davranışa dönüşmesi süreçlerini hem bir vatandaş, hem bir hekim, hem de bir sağlık hakkı ve hasta hakları aktivisti olarak yaşadım.
Hasta hakları ile uğraşmaya başladığımda da hastaların en temel hakkının sağlıklılık halini korumak ve sürdürmek için gereken tüm hizmetlerin sunulmasının herkesin hakkı olduğunu, dolayısıyla bir bilimsel doğruyu savunmanın ötesinde sağlığa hak temelli yaklaşımın gereği olarak konuya yaklaşılması gereği bilincimde yer etti.
Bunlar birbiri üzerine gelişen değişimleri ortaya koyan süreçler.
Birey olmanın anlamı
Birey olmanın kendinle ilgili her şeyi belirleme hakkı olduğunu, ancak özgürlüğün sınırsız olmadığını; başkalarının ama daha de önemlisi toplumun tümü için kaygılanmanın ve bunun o toplumun bir bireyi olarak aslında kendin için yaşanan bir kaygı olması gerektiğini de yaşamımın içinde gördüm, anladım.
Üstelik de bu kaygının hiç de boş olmadığını; çünkü sağlıkla ilgili her şeyin ticarileştiği bir dünyada, bir endüstrinin üretip sunduğu her şeyde, daha sonra elde edeceği kârlar için de bir kapı açtığının da farkında oldum.
"Senin sağlığın için" diyerek sunduğu her şeyin, sonradan öyle olmadığı bilimsel olarak ortaya konmasının pek çok örneğini anımsayarak bu kaygıları haklı çıkardığını da biliyorum.
Bedenimize değen her şeyin aslında bedenimize zarar verdiğini, hekimliğin temel kuralı olan "öncelikle zarar verme" kuralının, bu ticari yaklaşım nedeniyle unutulduğu, unutturulduğunu, dolayısıyla hepimizin her an bize bizim lehimize gibi sunulanlara, sorgulamadan ve doğrulamadan güvenmememiz gerektiği düşüncesini de haklı buluyorum.
Ama yine de bir aşının yapılmasıyla yapılmamasının farkını, bunun birey ve toplum bakımından doğuracağı sonuçları, dolayısıyla bunun anlam ve önemini hepimizin en doğru şekilde idrâk etmemiz ve bilincimize yerleştirmemiz gerektiğini de.
Örnek olmak!
Tanınmış insanlar toplumun pek çoğu açısından değişik nedenlerle örnek alınırlar. Bu örnek alış, yalnızca onların beğenilen yanlarını, değil, bazen yanlış tavırlarının örnek alınması sonucunu doğurur. Oysa iyilik ile kötülük, güzel ile çirkin, doğru ile yanlış hep bir arada ve iç içedir.
Düşünen ve düşünerek davranmak yerine, çeşitli etkilere göre tepki vermeyi alışkanlık haline getirmiş bireylerden oluşan toplumlarda tıpkı aşının toplumsal etkisi gibi, tanınmış kişilerin de bir toplumsal etki yaptığı göz ardı edilmemelidir.
Hele hele "rol model" olmuş bireyler, sorumluluk gerektiren konuma gelenler, sanatçılar, öğretmenler, bilim insanları, yöneticiler, topluma hizmet etmekle yükümlü kamu görevlileri bu yüzden her davranışlarını, bu kimliklerinin etkilerini öngörerek düşünerek yapmalıdırlar.
Haberde geçen o tanınmış kişilerin de bu yaklaşımlarının bunları bilmeden, farkında olmadan yapılmış davranışlar, iyice ve tüm boyutlarıyla düşünülmeden söylenmiş sözler olduğu kanısındayım.
Bunun bir etkisinin de onların "topluma yönelik hizmet sunma mantığıyla görevini yapan" bir sağlık kurumundan yoksun olmalarına bağlıyorum.
Eminim ki onların yaşadığı yerde bundan otuz sene önce olduğu gibi, onların yalnız hastalıklarıyla değil, sağlıklarıyla da ilgilenen "iyi çalışan bir sağlık ocağı" olsaydı ve onlar o sağlık ocağının bilgili ve kendini hem mesleğine hem de topluma adamış bir ocak hekimiyle tanışmış olsalardı, çocuklarına aşı yaptırmamak yerine, tüm çocukların aşıyla önlenebilir hastalıklara yakalanmamaları için harcanan çabalara kendi alanlarından doğru bir katkıda bulunurlar, örneğin bir "aşı şarkısı" yaparlar, bunu bir karşılık beklemeden seslendirirler, bir aşı dönemi boyunca kendi yaşam alanlarında aşı yapan sağlık ekibine destek olurlardı.
Hiçbir zaman "geç" değil!
İyi, doğru, güzel şeyleri yapmak için hiçbir zaman "geç" değildir. Şimdi başlamak, daha sonraki olası "gecikme"lerin önündeki en önemli tutum, en temel önlemdir.
İnsana güvenmek gerekli, gerekli doğru bilgiye sahip olunca, her konuda başarıya ulaşabilme potansiyeline sahip tek canlıdır. Sermaye için"küreselleşmiş" dünyayı, insan için, emek için, toplumsal yarar için gerçek anlamıyla "küreselleştirmek" de dahil! (MS/AS)